Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Pazar yerinin hemen kıyısında duruyorsun. Yüzünü gölgede bırakan binanın ön cephesi gri taşlardan örülmüş, herhangi bir tabela yok, ama kapısına sabitlenmiş birkaç çivi deliği, bir zamanlar orada bir şeylerin asılı olduğunu düşündürüyor. Hava sıcak, güneş öğlen yüksekliğine yaklaşırken meydan giderek kalabalıklaşıyor. Etrafta konuşan, bağıran, bir şeyler satan onlarca insanın arasında hâlâ gözlerini o adama dikmiş durumdasın. İçeri girdiğinden beri ne ses ne hareket var binadan. Camlar küçük ve opak, içeriye bakmak imkansız.

Kalabalığın içinde dolaşmaya başlıyorsun. Turşu ve sabun satan tezgahlar arasından ilerleyip gözüne kestirdiğin yaşlı bir teyzeye yöneliyorsun. Yüzü kırış kırış ama canlı, elindeki filede çeşit çeşit ot var. Sorduğun soruya hafifçe başını eğerek cevap veriyor.

"Yok yavrum, su işleri falan değil orası, o nereden çıktı yav. Orası kayıt binasıdır. Gelenin gidenin kaydını tutarlar. Amma kimse de doğru düzgün bir şey bilmez. Geçen hafta birileri geldi mesela, hiç konuşmadan içeri girdi. Sonra üst kattaki pencereden kağıt sarkıttılar, vallahi bak, bizim Haru gördü."

Daha lafı bitmeden başını çeviriyorsun. O anda gerçekten de ikinci kattaki dar bir pencere hafifçe aralanıyor. Aralıktan çıkan soluk, neredeyse hastalıklı bir el, sararmış bir kağıt parçasını camdan dışarı uzatıyor. Sadece birkaç saniye orada kalıyor, sonra hızla geri çekiliyor. Perde kapanıyor, cam kapanıyor. Pazarın uğultusu arasında bu an neredeyse fark edilmeyecek kadar kısa ama sende bir şeyler kıpırdıyor. Gözlerinin kenarlarında bir baskı hissediyorsun. Bu kadar gizli saklı olan bir şeyin, gündüz vakti, bu kadar kalabalık bir yerde yapılması kulağa pek tesadüf gibi gelmiyor.

Aynı anda, pazarın hemen ilerisinden bir ses yükseliyor. Kısa bir çığlık. Başını çevirdiğinde, bir çocuğun yere düştüğünü, birkaç yetişkinin telaşla başına toplandığını görüyorsun. O esnada, hemen onların arkasında, siyah bir pelerin giymiş, başı kapüşonlu biri hızla yürüyüp köşeyi dönüyor. Garip olan, kimse onun varlığına dikkat etmiyor gibi. Adımların ağırlaşıyor.

Arkanı dönüyorsun, binaya tekrar bakıyorsun. Az önceki pencerede perde hala oynuyor gibi, ama emin olamıyorsun. İçeride neler döndüğü belirsiz, ama bu binanın sıradan olmadığı artık kesin. İçeri girmek mi, yoksa biraz daha meydanda kalıp başka detaylar yakalamak mı? Belki kapüşonlu adamı takip edebilirsin. Belki de çocuğun düştüğü yere gidip olan bitene kulak vermek, daha farklı bir şeyler açığa çıkarır.

Hareket etmeden önce bir karar vermen gerekiyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Kalabalık arasından avlanmaya en müsait olan teyzeyi buldum ve bir yırtıcı misali ona emin adımlarla ilerledim. Tabii, bu kısmı sanırım biraz abarttım. Ne teyzeyi avlamaya niyetim vardı ne de bir şeyleri yırtmaya. İnsan evladı gibi, kaybolmuş da yer soruyormuş gibi yanaştım teyzeye usulca. "Ne alaka?" tarzı girmesiyle de elimi sahte bir şekilde enseme götürüp mahçup olmuş hareketler yapmaya başladım "Tabii, tabi." diyerek.
Kayıt falan, bir şeyler dedi. Kimsenin gerçekten bir şey bilmediğini de. Bina hakkında çok az şey biliniyorduysa bir kayıt binası olduğu nereden biliniyordu peki? Ah şu yaşlılar... Bir kültüre alışınca etraflarındaki herkes duruma aşina olmalıymış gibi davranacaklardı illa.

Derin bir iç çekerek omuz silktim, kadın bir şeyler anlatsa da benim kafama pek bir şey girmemişti. Dar camdan çıkan elin yaptıklarına ise haliyle bir anlam verememiştim. Neydi bu şimdi? Bir şeyler yazdı da, kurusun diye camdan bir çıkarıp geri mi soktu? Ya da bu kalabalıkta binayı benden başka biri daha gözlüyordu da, ona mı gösterdi? Ah... Sorular sorular.

"Sağol teyze de, ne kaydı yapıyorlar ki? Lazım bir şeyse bilelim yani... Biz de ettirelim kayıt..." diye tekrar dönüp sordum teyzeye. Son bir kez şansımı deneyecek, cevabına göre biraz daha üstelemeyi deneyecektim ki, bir gümbürtü koptu. Kafamı aniden sesin kaynağına çevirdim ve olanları izlemeye başladım. "Bir yankesicilik mevzusu mu?" diye aklımdan geçirirken gözlerim kısıldı, başım biraz sola yattı. Kapüşonlu figürün gittiği yolu aklıma yazdım. Kalabalık bir ortamda böyle olayların olması normal gelse de, kağıt sarkıtılır sarkıtılmaz böyle bir olayın denk gelmiş olması da tesadüf olmayabilirdi. Fakat şimdilik üzerine gitmeyecektim.

Teyzenin bir cevap verse de vermese de teşekkür edip yanından ayrılacak ve satıcılar arasında dolaşmaya devam edeceğim. Amacım genel havayı çözmek ve insanların arasındaki konuşmalardan kesitler duymak olacak. Bu gezintiyi pek uzun tutmak istemiyorum, zira hemen ardından yapacağım şey binaya dönmek olacak. Kapısına vardığımda korkusuz yiğit bir ceylan misali içeri adımımı atacağım yavaşça.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Meydanın ortasında yaşlı teyze sorunu duyunca, çatlak sesiyle biraz homurdanarak sana cevap veriyor. "Ne kaydı olacak evladım? Gelenin gidenin, kimin köyde kaldığının kaydı işte. Eskiden muhtar evi derlerdi. Şimdi defter tutarlar işte. Amma bak, kimse pek girmez içeri. Bir giren kolay kolay çıkmaz. Hele de yabancıysan... Valla sana dememiş olayım." Teyzenin sözleri kafanda yankılanırken, o an fark ediyorsun, bu yaşlı kadın aslında biraz fazla şey biliyor gibi. Gözlerini hızla kaçırıyor, ot dolu filesini sallayıp tezgahın arkasına karışıyor. Onun bu kaçamak halinden daha fazla bir şey koparamıyorsun.

Kalabalığın arasına girip yürümeye devam ediyorsun. Tezgahların arasında dolaşırken kulağına kırıntı halinde bazı laflar çalınıyor. Bir satıcı yanındakine "Dün gece ışıklar sabaha kadar yanmış, kesin yeni bir defter açtılar." diyor. Bir kadın ise fısıltıyla arkadaşına "Duydun mu, Kumoashi'den biri köydeymiş." diye bahsediyor, ardından hemen konuyu değiştiriyor. Bu küçük parçalar sana daha büyük bir tablo çiziyor ama hala eksik bir şeyler var.

Yavaş yavaş binaya geri dönüyorsun. Kapının önünde durduğunda ahşap yüzeyin eski, ama bakımlı olduğunu fark ediyorsun. Kenarlarına sürülmüş yağın kokusu bile geliyor burnuna. Kapının kulpu koyu demirden, eline alırsan buz gibi olacağı belli. Bir an, içeriden hafif bir hareket sesi duyuyorsun, sandalye gıcırtısı gibi. Ama hemen kesiliyor. Tam o anda arkanı dönüyorsun. Meydandaki kalabalık normal haline dönmüş gibi. Fakat gözün bir ayrıntıya takılıyor, az önceki kapüşonlu figür, pazarın öteki tarafındaki bir çömlekçi tezgahının yanında durmuş, sana bakıyor. Kısacık bir an, göz göze geliyorsunuz. Sonra kalabalık arasına karışıp kayboluyor.

İçin ürperiyor. O sırada, binanın ikinci katındaki pencerelerden biri bir kez daha aralanıyor. Bu defa kağıt sarkmıyor, onun yerine içeriden çok kısa, çok hızlı bir gölge hareketi görüyorsun. Biri seni izliyor olabilir. Kendini bir anda iki farklı yola sıkışmış buluyorsun. Kapının kulpunu indirip içeriye adım atabilirsin. Ne bulacağın belli değil ama cevabın en kısa yolu bu. Ya da kapüşonluyu takip etmeyi seçebilirsin. Eğer gerçekten gözü senden yana ise, belki seni buradan uzaklaştırmak için hareket etti. Onun izini kaybetmeden peşine düşersen daha fazla ipucu toplayabilirsin.

Hangisini yaparsan yap, sıradan bir pazar günü yaşamadığın kesin.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Kadının dediklerine basitçe "Heee... Neyse, sağol." demekten başka bir şey yapmadan arkamı döndüm, gittim. Az daha konuştursam konuştururum da, acelesi yok bence. Tek bir şeye odaklanırsam at gözlüğü takmaya başlabilirim. Bu yüzden az önce planladığım gibi kalabalığa karışıp insanların arasında yürümeye başladığım.

Konuşmalar arasından yer yer bazı kelimeler seçiyor, bazen kulağının tekiyle çaktırmadan dikkat kesilmeye çalışan bir kedi misali daha net duymak için duraksayıp anlamaya çalışıyordum. Araştırmam istenilen klan ile ilgili bir takım konuşmalar duyduğum olmuştu. "Güzel." diye geçirdim kafamdan. Hemen elle tutulur bir şeyler bulup ne amaçladıklarını çözecek değildim elbette, ancak yavaş yavaş envanterime ufak bilgi kırıntıları atabiliyor olmak bu işin düşündüğüm kadar da zor olmayacağını hissettiriyordu bana. Sadece şu... Kadının söyledikleri. Ufaktan kafama takılmıştı çaktırmak istemesem de. Girenin çıkamadığı, pek uğrak olmayan, tekinsiz bir bina. Tam içine girmek isteyeceğim cinsten bir yer yani. Adımlarım da beni tam olarak bu binanın kapısına yönlendiriyordu. Engel olmak gibi bir amacım da yoktu, ne de olsa adımlarıma hakim olan da bendim.

Ayağımın altında gırç-gırç eden zemini arşınlayarak soğuk demire el attım. Son bir kez benimle konuşan kadına bir bakış atıp, binaya gireceğimi görüyor mu bakmak istemiştim ki, daha başka biriyle göz göze geldim. Şimdilik bu kısa bakışmadan bir tanıdık olup olmadığını anlamadığım, amacını ise henüz kestiremediğim kapüşonlu şahsiyet. Gizemli kişiliğin kalabalığa karışmasını kısık gözlerle izlerken sezgilerim bu adamla ya şimdi ya da sonra bir münasebetimin illa gerçekleşeceğini söylüyordu. Hatta, daha da derinlerde beni yanına şu an çekmeye başladığını hissettiren bir sezi duysam da, bu hisse şimdilik kulak vermeye de pek niyetim yoktu. Nedense başımın çok yakında ağrımaya başlayacağını da söylüyordu bir takım başka seziler. Neyse.

Elimdeki kulbu aşağı indirip içeriye bir adım attım. Varsın, ne idiyse görelimdi kısaca. Gizemli kişilik ile illa ki tekrar denk gelecektik eğer gerçekten benimle alakalı bir amacı vardıysa. Bu yüzden kafamdan çıkaracaktım şimdilik onu ve bu bina ile ilgilenecektim. İçeri girince geniş ve umursamaz adımlarla sallana sallana girip "Merhabaa!" diye sesleneceğim. Gördüğüm ilk muhattaba da gevşek gevşek, saf ziyaretçi rolümle "Muhtar burada mı? Hayırlı bir evlilik işi için konuşmam gerekiyor da, acil biraz." diyeceğim. Etrafı haldır huldur incelemek gibi bir amacım şimdilik yok. Ancak boş bir salona girersem ve hemen muhattap bulamazsam etrafı gözleyeceğim. Belki olası bir durumda kaçabilmek, ya da kovulursam çok daha sonra geri girebilmek için uygun bir takım açıklıklar da bulurum, kim bilir.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Kapıyı açıp içeri adım attığında ilk hissettiğin şey, meydanın uğultusunun bir anda kesilip yerini serin ve ağır bir sessizliğe bırakması oluyor. İçerisi beklediğinden daha geniş, taş duvarların üzerinde nemden oluşmuş lekeler var, ahşap kirişler ise çatının ağırlığını taşıyor. Ortadaki büyük masanın üzerinde birkaç defter ve mühür dağınık biçimde duruyor. Birkaç sandalyeden biri devrilmiş, sanki aceleyle kalkılmış gibi. Odanın köşesinde yarısı açık bir dolap, içinde düzgünce yerleştirilmiş tomar tomar parşömen ve küçük kil kaplarda mühür mürekkepleri gözüne çarpıyor.

Sesleniyorsun ama cevap gelmiyor. Geniş geniş adımlarla rolünü sürdürüyor, umursamazca etrafı inceliyor gibi yapıyorsun. Ama aslında her ayrıntıyı aklına kazıyorsun. Masadaki defterlerden birinin kapağı aralık kalmış, üstünde kömürle çizilmiş kaba bir örümcek sembolü dikkatini çekiyor. Kumoashi'nin izleri, belki de ilk kez bu kadar açık.

Tam binanın boş olduğu havasına kapılmaya başlıyorsun ki, üst kattaki ahşap zeminden belirgin bir gıcırtı geliyor. Birinin yer değiştirdiğini anlıyorsun. Ardından o sessizlik, ani bir uğultuya bırakıyor kendini. Chakra! Hemen hissediyorsun. Üstelik kararlı bir niyetle sana doğru yönelmiş durumda.

Bir anda, karşındaki duvarın gölgelerinden koyu mor renkli bir ağ fırlıyor. Örümcek iplerini andıran bu ağ hızla genişleyerek sana doğru atılıyor. Uzaklık yaklaşık yedi metre, hızını hesaplarsan ağ sana bir buçuk, belki iki saniye içinde ulaşacak. İplikler taş zemine çarptığında bile yapışıyor, demek ki sana değerse kurtulması kolay olmayacak.

Saldırının geldiği anı görüyorsun ama saldırganı göremiyorsun henüz. İkinci katın gölgesinden mi, yoksa duvarın ardındaki gizli bir aralıktan mı saldırıyor belli değil. Tek bildiğin, binada yalnız olmadığın ve kendini çoktan hedef tahtasına oturttuğun.

Zaman daralıyor. Ağ hızla yaklaşırken aklında iki ihtimal beliriyor. Ya reflekslerini kullanarak bu ağdan sıyrılacak, kendine alan açacaksın, ya da saldırıyı doğrudan karşılamaya hazırlanıp, kim olduğunu ortaya çıkarması için saldırganı provoke edeceksin. Seçim senin ama işin artık sadece bilgi toplamak değil, hayatta kalmak.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Tam tamına 46 gün gibi hissettiren bir sürenin sonunda kulbu aşağı indirmiş ve kendimi belalı binanın içerisine atmıştım. Gürültüyü arkamda bırakmamla içerisi bir anlığına sakin gibi hissettirse de, gözlerim içeriyi taradıkça aslında sakinliği değil de düzensiz bir aceleciliği barındırdığını fark etmiştim buranın. Bakışlarım sırayla her bir detayın üzerinde gezmişti, her duraksamada ise zihnim yeni bir olası senaryo uyduruyordu. İçeri girdiğimi fark eden birileri aceleyle masadan kalktığı için mi devrikti bu sandalyeler? Dolabı düzenleyen kişi aniden buharlaşmış mıydı da dolabı kapatmaya bile fırsat bulamamıştı? Masayı toparlama şansına erişememiş miydi birileri? Ortamdaki bu yoğun daşşşş.... Yok, bunu ben uydurdum, neyse.

"Merhabaa!" diye seslendim içeri gevrek gevrek, bakışlarım hala etrafta dolaşırken. Üzerinde çalıştığım klana dair ilk emareyi de bu sırada görmüştüm aslında. Ancak hemen bu konu hakkında bir şeyler yapacak veya uğruna saf salak köylü rolümü bozacak olmadığımdan ellerimi ceplerime koymuş, birkaç adım daha atmıştım boş beleş bir şekilde içeride. Benim hareketlenmeme akabinde yukarıdan gelen bazı sesler de dikkatimi o yöne çekmiş, ensemdeki tüyleri teker teker dikecek o ilkel duygulara itelemişti beni bir anda. Bir Shinobi vardı yukarıda ve bir şeyler yapmaya hazırlanıyor, çakrasını bayağı bayağı yoğuruyordu şu anda. Niyeti ise, bana doğru gelen hevesli ağlara bakılırsa, pek de barışçıl değildi.

Tamam, Kumoashi'ye dair ilk bulguları bu kadar erken bulmam iyi bir şeydi de, hemen birileriyle kapışmaya başlayacağımı tahmin etmemiştim. Kapışmak dediysem de, kapışacak mıydım yani cidden? Ne yapacaktım ki? Bakın, ben öyle ani karar verebilen, verse de mantığı tutturabilen biri değilim. Bu yüzden öyle ağlar üzerime üzerime gelirken düzgün karar verebilmem pek mümkün değil. Şimdi yetilerime güvenip atlatmaya çalışsam, rolüm daha başlayamadan patlayacak. Eh, salak bir köylü gibi davranıp ağların beni sarmasına izin versem... Benim onun Shinobi olduğunu hissettiğim gibi o da beni hissedecektir. Acaba en baştan hiç mi role falan girmeseydim ya da karşımdakinin sezilerinin benim kadar güçlü olmayacağına dair bahse mi girseydim falan derken ben bir de baktım ki salak gibi dikiliyorum hala ağların önünde. Ellerim de hala ceplerimde. Evet.

Ağlar üzerime seksi bir şekilde, yani en azından seksi olduğunu umduğum bir şekilde sarılırken ellerim ceplerimde beklemeye devam edeceğim. Aslında bu bilinçlice karar verdiğim bir durumdan ziyade ne yapacağıma karar veremeyip alamete bindiğim bir senaryoydu ama, neyse artık. Yakalandıktan sonra hemen pata küte girişilmezse bana, devrilmezsem falan, ya da devrilsem de, "Eee, şey. Selam." diyeceğim ağların geldiği yöne. O değil de hayat ne garip ya, örümcekler falan.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Ağlar.

Havada kıvrılarak sana doğru yaklaşan, görünürde zararsız ama çakrasal dokusuyla doğrudan bir enjeksiyon niyeti taşıyan, yüksek hızla yoğrulmuş, örümceğimsi ağlar. İlk başta yatay eksende yayılıp seni saracak şekilde salınıyorlar, sonra birdenbire yön değiştiriyorlar, yukarıdan çapraz inen keskin bir açıyla bedenine yöneliyorlar. Aranızdaki mesafe yaklaşık 12 metre. Saldırının sana ulaşması 1.3 saniye sürecek kadar hızlı ama, fark edebileceğin kadar da gösterişli.

Ve sen... sen yerinden kıpırdamıyorsun. Ellerin ceplerinde. Bacakların sabit. Gözlerin sabit. Ama zihnin? Bir uçak gibi gökyüzüne kalkmış durumda. Ağlar üzerine sarılmaya başladığında, bedenini bir anda kıskaca alıyor. Gövdenin üst kısmı, özellikle omuzlarından beline kadar olan kısmın çevresi kalınca bir çakra ağ dokusuyla sarılıyor. Hareket etmen mümkün değil gibi. Ama henüz darbe almış değilsin. Bu bir immobilizasyon girişimi. Şiddet değil, kontrol. Henüz.

Bir sessizlik daha doğuyor. Yalnızca ağların hafif titreşimi duyuluyor. Ve sonra, yukarıdan bir ses geliyor. "... Yani bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim açıkçası." Sesinden genç bir adam olduğu belli, ama öfkeden çok meraklanmış gibi. Sanki yaptığı şeye pişman değil ama seni böyle kolayca kıpırdatamadan yakalamış olmaktan da bir miktar rahatsız. "Ne yapıyorsun sen burada, ibiş?" İfadeyi biraz küçümseyici kullanıyor. Adımlarını duymuyorsun, ama ses biraz daha yaklaşıyor. Galiba bir merdivenden iniyor, ya da olduğu platformdan aşağı süzülüyor. "Köyden biri misin? Yoksa başka biri misin?"

Bu noktada seni çözmeye çalıştığı belli. Bir saldırı daha gelir mi, yoksa seni sorgulamak için mi yakaladı, belirsiz. Ama çakra akışını hala hissediyorsun. Önünde birkaç yol var. Eğer ağlara karşı pasif kalmaya devam edersen, rakibin senin sıradan bir köylü olmadığını fark edebilir ama yine de temkinli yaklaşır. Belki bir konuşma zemini doğar, belki de test etmek için ikinci bir saldırı yollanır. Eğer şimdi bir anda ağları yarıp kurtulmaya çalışırsan, shinobi olduğunu açıkça sergilemiş olursun. Bu da doğrudan bir çatışmaya yol açabilir. Fakat bu durum aynı zamanda Kumoashilere dair daha fazla bilgi edinme şansı da verebilir.

Ya da ağların arasında dahi rolünü sürdürüp inatla köylü gibi davranırsan, saldırganın kafasını karıştırabilir. Ve bu da sana beklenmedik bir avantaj kazandırabilir. Tabii bunların hepsi tahmin, belki daha iyi bir planın vardır. İçerisi giderek daha tehlikeli, daha gizemli ve daha örümcek kokulu hale geliyor. Bakalım ağların ortasında hangi adımı atacaksın?
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Karşımdan gelen beyaz nokta suratıma doğru büyük bir süratle gelmekte iken istifimi hiç bozmuyor, sadece karşımdaki perspektifin değişimini izliyordum. Her gün insanın suratına karanlığın ortasından beyaz bir şeyler fırlamıyordu sonuçta, ama durmaktaki asıl amacım bu deneyimi iliklerime kadar yaşamak değildi. Aksine, rolümü patlatmamaya çalışıyordum sadece. Bir de, açıkçası Shinobi yetilerine sahip olmayan biri böyle bir durumda ne yapardı pek emin değildim. Muhtemelen "Ay anam!" diye ellerini yüzüne kapatır, kaderine razı olurdu bir sivil. Rolüne büründüğüm bıçkın köylü delikanlı birazcık deliydi belli ki.

Şlak diye bedenime inip beni sarıp sarmaladı ağlar güzelce. Şöyle bir sağa sola doğru sallanıp ne kadar hareket payım olduğuna baktım, biraz da yalandan ıkınıp sıkılarak. Ardından tepemden gelen sesle irkilip kafamı aniden yukarı kaldırdım. "Birader her girene böyle attırıyor musunuz ya?" diye azarladım sesin kaynağını. Yani, ne bekliyordu ki amına koyayım? Kapıdan giren ilk kişiyle çılgınlar gibi kapışmaya başlayacağını, arkada aksiyon müziklerinin kopacağını falan mı hayal ediyordu? Merak ettim, girdim, yakalandım işte. Deli mi ne... Shigure Bey'e şikayet etmezsem şerefsizim.

Hafif hafif debelenmeye devam ederken adam yanaştı bana. Ne bir adım ne de bir tırmanış sesi çıkarmadan yaptı bunu ve aklımda nedense örümcek misali bir ağ eşliğinde yere indiği canlandı. Ortam loştu ne de olsa ve hayal gücüm akıyordu yani kısaca. Sonra ses iyice pik noktasına yaklaştı, ben de debelenmeye kısa bir ara verip sorusuna gözlerimi devirdim. "Ya, bak... İbiş mibiş falan girişmeden önce çözsene şunları sen bi." diye bağrındım sesin geldiği yöne doğru, debelenmeye de tempo arttırarak devam ettim. Bu bağırınma öyle ciddi bir diklenme değildi aslında. Sadece yediği lafın altında kalmak istemeyip düşünmeden geri laf sokan birinin eylemiydi. En azından öyle bir hava vermeye çalışmıştım diyebilirdim.

"Buranın.. Köylüsü.. değilm- Hay skicm.. Bir iş için geld... im... Huf! Hayırlı bir iş!"

Ikına sıkıla ağlardan kurtulmaya çalışıyor gibi yapıyor, bir yandan da homurdanarak konuşmaya çalışıyordum. Şimdilik kaderime razı olmaya ve ağlara karşı güçsüz bir tavır sergilemeye devam edecek olsam da, konuşmamı burada bitirmeyecektim. Eğer adam görüş açıma girerse gözlerinin içine bakarak "Bak moruk, bana burası muhtar evi dediler, tamam mı?" diye konuşmaya devam edeceğim, sanki biraz sakinleşmiş de kendini açıklamaya karar vermiş biri gibi. Adamı göremezsem de problem değildi, sesin yönüne doğru konuşmaya devam etmem yeterliydi. "Ben de işimi görse görse burası görür diyip, geleyim dedim. Ne bileyim içeri girene fırlattığınızı!" Bu kısımda hafifçe sol topuğumu yere sitemli bir şekilde vuracak, son cümlemi öyle kuracaktım. "Çöz de anlatayım derdimi yahu!"
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Ağların gergin iplikleri çatırtıyla titreşirken sesinin odanın loşluğunda yankılanması, saldırıyı yapan adamın niyetini bir anlığına bile olsa dumura uğratıyor. Üst kattaki gölgelerden süzülen çakra basıncı, bir anda sendeleyip ritmini bozuyor. Ağları kontrol eden shinobi, debelenirken çıkardığın yarı-öfke yarı-delikanlı homurtularını duydukça ses çıkarmayı bırakıyor. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından hafif bir hışırdamayla birlikte karanlığın içine gizlenmiş kişinin konumu değişiyor. Tahta kirişlerin arasında gölge süzülüşü gibi bir hareket, ani, sessiz, çok hafif bir rüzgar titreşimi bırakıyor.

Sonunda adam konuşuyor. Ama sesinin tonunda o profesyonel shinobi soğukluğu yok artık. "...Ciddi misin sen?" Ağlar içinde yan yan sallanman, ıkınıp bağırman adamın sabrını tamamen çökertiyor olmalı ki yukarıdan bir iç çekiş geliyor. "Tamam... tamam. Dur. Bir saniye." Ayak sesi hala yok, ama bu sefer hareketini hissediyorsun. Tavandan aşağı süzülen gölgenin, duvardaki rafların üzerindeki çizgilere yaklaşması, sonra adım adım yere doğru yönelen varlığı. Bir örümceğin sakin inişi gibi... ama bu örümceğin hayata karşı sabrı kalmamış. Gölgelerden biri sonunda bir surete dönüşüyor.

Karşında beliren adam yirmili yaşlarının sonunda gibi. Uzun değil ama kıvrak yapılı. Saçları ensesinde toplanmış, alın kısmında birkaç tutam düşmüş. Gri tonlarında bir ninja giysisi var üzerinde ancak giydiği teknik yelek başka bir köyün değil, tamamen bağımsız, gri çizgilerle işlenmiş özel bir kumaş. Kollarında ağ atıcı mekanizmaları var, bileğine kadar inen ince tüp düzenekleri. Yüzünde ise anlam veremez bir ifade. Bir kaşını kaldırıp seni süzüyor. "Burası muhtar evi gibi mi duruyor? Bina boş amına koyayım görmüyor musun?" O sırada senin bacaklarının altında ağlar hala zırıldayarak titreşiyor. Adam çaresizce parmaklarını göz köprüsüne bastırıyor. "Ben... Tamam. Geliyorum."

Adam ağır ağır sana yaklaşıyor. İplerin enerji damarları parmağının bir hareketiyle çözülüyor, ağ dokusu gevşemeye başlıyor. "İlk kez biri böyle tepkisiz kaldı. Genelde çığlık falan atılır. Ya da kaçınılır. Ya da ne bileyim. Bir şey yapılır yani." Sana yaklaştıkça yüzü netleşiyor, leskin bakışlı, hafif uykusuz, belki de günlerdir bir şeylerle uğraşmakta olan biri. Ağların son halkasını çözmek için eğilirken konuşmaya devam ediyor. "Dürüst olayım, seni köylü sandım ama köylülerin böyle konuştuğunu da ilk defa duyuyorum."

Son düğümü çözerken bakışlarını gözlerine dikiyor. "İyi tamam anlat. Neden girdin buraya? Hayırlı iş falan diyorsun... hangi devrin masalı bu şimdi?" Bir hafiflik, bir memnuniyetsizlik, bir kafa karışıklığı var konuşmasında. Ağlar tamamen çözülüp yere düşüyor, artık serbestsin. Adam konuşmadığında etrafı dinliyorsun, gerçekten de binada ondan başka kimse yok gibi görünüyor. Ne yapacaksın?
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Bir yandan hala ağları üzerimden atmaya çalışıyor, bir yandan da uzun saçlı elemanı kesip tipini ve üzerindekileri inceliyordum. Genç ancak benden büyük duran bir lavuktu bu. Sesindeki memnuniyetsizlik yüz ifadesiyle uyum sağlıyordu. "Alışık olduğum bir hal." diye geçirdim aklımdan. Bazen gerek etrafımdaki başka Shinobi'ler, gerek ben, aynı ifade ve bitmişlikle dolaşıyor muyduk zaten? Garip olan boş bir binada ve anlamsız bir köyde neden bu kadar bitap kaldığıydı. Eh, onu da anlardık heralde zamanla.

"Bak, ucundan altıma bırakmış olabilirim..." dedim gözlerimi kaçırarak. Ardından hemen dikelerek, uzaklara bakarak "Ama öyle cart diye karizmayı çizdiremem, anladın mı? Hayata karşı bir duruşu olmalı insanın." diye konuştum daha kararlı bir sesle, bir yandan bileklerimi ovuşturarak. Ağlardan tamamen kurtulmuştum artık. Adamdan da ters bir hareket gelmemişti şimdilik ve serbesttim, rahattım.

"Dedim ya buralı değilim diye, ondandır." diye mırıldandım ve son bir kez sallandım. Ağların üzerimde bıraktığı histen kurtulmaya çalışmıştım psikolojik olarak. Üzerimi başımı da şöyle bir düzelttim fakat bu bir alışkanlıktı sadece, farkında olmadığım bir refleks. Adamın bakışlarına aynı kararlılıkla karşılık verirken ben de gözlerimi ona diktim ve konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes verdim. "Bak moruk, ben buraya, evlenmeye geldim." Birkaç saniye duraksadım ve sindirmesi için bir süre tanıdım ona. Bunu yapmam için şok olmuş gibi görünmesine gerek yoktu, tepkisi benim için çok da önemli değildi aslında. "Herkese akraba ziyaretine gittiğimi söyledim. Fakat gerçek şu ki, benim Tsuyu'da bir akrabam falan yok! Burada ummayı bulduğum tek şey; huyu, suyu, yüzü güzel bir eş." Bir kaşımı kaldırdım, hafifçe kafamı sağa doğru yatırdım, "Anladın mı?" dercesine. Ellerimi de ceplerime koydum. Ne istediğini bilen, kararlı ve başka bir amacı bulmayan köylü Kenta böyle davranırdı eminim ki. Ya da, ah, ne bileyim ben...

"Narin bir hanımefendi, veya boylu poslu bir beyefendi." Farazi bir hareketle karşımdaki adamın boyunu ölçer bir şekilde bakış attım aşağıdan yukarı. Bu, biraz istemsiz yaptığım bir hareketti. "Cinsiyetsiz de olur. Sevgi ve sadakat olsun yeter. Aldatıl... Aldatılmaktan bıktım artık!"

Kollarımı önümde birleştirip gözlerimi kapattım sitemkar bir tavırla. "Fakat burada da böyle bir eş bulamayacağımdan emin olmaya başladım artık! Daha köye adımımı attığımda tecavüz tehlikesi atlattım! Düşünebiliyor musun?" Gözlerimi tekrar açıp tip tip baktım adama kocaman bakışlarla. "Daha da beteri, dışarıdaki satıcılardan birine binayı sorduğumda, bana burası muhtar evi dedi bir kadın! Geleni geçeni buraya kaydederler dedi! Yahu, madem boş bina, neden tekinsiz bir yere gönderiyorsun beni, di' mi ama!" Bir topuğumu yere vurdum öfke ile. "Sandım ki madem burası muhtarın yeri, kendimi kaydettireyim, taliplere açık olduğumu belirteyim! Ama yok, adımımı attığım gibi saldırıya uğruyorum! Pes ya!" Topuğumu bir kere daha, bu sefer daha sert şekilde vurdum. "Ne biçim köy burası yahu?! Yuh be!"
► Show Spoiler
Image
Post Reply