Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Sabahın ilk ışıklarıyla, yine ormanın tanıdık huzurunda uyanıyorsun. Etrafındaki dünya yavaşça canlanıyor; ağaçların arasında yankılanan kuş sesleri ve hafif bir meltemin dalları nazikçe titrettiği bir ortamda doğanın sakinliği seni sarıyor. Küçük bir dere kenarına oturmuş, parmaklarını serin suya bırakmış halde düşüncelere dalıyorsun. Orman her zamanki gibi sessiz ve huzurlu olsa da içindeki hisler seni yerinde tutmuyor.

Bu sessizlik, uzaklardan esen ince bir rüzgarla bozuluyor. Bu rüzgarın Konoha yönünü işaret edercesine estiğini fark ediyorsun. Bugün sıradan bir gün değil. Görev çağrısı olduğu için köyü ziyaret etmen gerekiyor. Ve bu seni harekete geçiriyor. Eşyalarını toparlayıp sırt çantanı hazırladıktan sonra ormandan ayrılarak Konoha’ya doğru yola koyuluyorsun.

Köyün kapıları her zamanki gibi heybetli ve sakin. Nöbet tutan shinobiler seni fark edip başlarıyla selam veriyor, ama herhangi bir şey sormadan yollarına devam etmene izin veriyorlar. Konoha sokaklarına adım attığında, köyün canlı enerjisi ve halkın huzur dolu atmosferi seni karşılıyor. Sokak satıcılarının mallarını tanıtan neşeli sesleri, dükkanlardan gelen küçük kahkahalar ve esnafın günlük telaşı sana köyün ne kadar hareketli olduğunu hatırlatıyor.

Hokage binasına doğru ilerlerken etrafı inceliyorsun. Konoha'nın ikonik Hokage Anıtları, sabah güneşiyle aydınlanmış halde gururla yükseliyor. Binanın taş basamaklarını tırmandığında içerideki serin hava hemen dikkatini çekiyor. Beklemen gereken kısa bir süre boyunca düşüncelerine dalıyorsun, ardından içeriye davet ediliyorsun.

Hokage Sarutobi Shigure’nin ofisi, her zamanki gibi düzenli ve otoriter bir his uyandırıyor. Masasında biriken parşömenler, köşelerde duran birkaç dekoratif kılıç ve duvarları süsleyen geçmiş Hokage’lerin portreleri buranın önemini sana bir kez daha hatırlatıyor. Shigure, her zamanki kararlılığı ve sakinliğiyle sana bakıyor, ardından gülümseyerek konuşmaya başlıyor.

"Hoş geldin." diyor, eliyle oturman için bir yer işaret ederek. "Sana vereceğim görev oldukça hassas ve dikkat gerektiriyor. Bu yüzden seni çağırdım."

Kısa bir duraklamadan sonra, Shigure masasına eğilip bir parşömen açıyor. Parşömen üzerinde Konoha'nın yakınlarında yer alan küçük köyler ve işaretlenmiş birkaç alan dikkatini çekiyor. "Son zamanlarda, Konoha'nın çevresindeki köylerde ilginç söylentiler dolaşıyor." diye açıklıyor. "Kumoashi klanının bir saldırı planladığına dair haberler alıyoruz. Ancak, bu söylentiler henüz doğrulanmış değil ve elimizde sağlam bir kanıt yok. Jounin göndermek yerine, durumu daha az dikkat çekici bir şekilde ele almayı tercih ediyoruz."

Shigure, parmağıyla haritadaki bir noktayı işaret ediyor. "Bu köyler, Kumoashi klanının etkisi altında. Onların örümcekleri kullanma yeteneği oldukça etkili bir ajanlık ve saldırı aracı haline gelmiş durumda. Yıllardır Aburame klanıyla aralarında husumet var; kaynakların paylaşımı, arazi anlaşmazlıkları ve diğer tarihi nedenler. Şimdi, bu husumetin Konoha'ya sıçrayabileceğine dair endişelerimiz var."

Shigure hafifçe sırtını geriye yaslanarak konuşmasını sürdürüyor. "Klanın lideri, Kumoashi Daizo. Daizo, hem zeki hem de soğukkanlı biri olarak bilinir. Fiziksel olarak, uzun boylu, zayıf ama kaslı bir yapıya sahip. Saçları siyah ve genellikle düzensiz bir şekilde bağlı. Gözleri keskin bir sarıya çalan renkte ve neredeyse avını izleyen bir yırtıcı gibi bakar. Daizo’nun her hareketi hesaplanmış gibi görünüyor, bu da onu tehlikeli bir lider yapıyor."

Masasının üzerinde duran başka bir parşömeni alıp sana uzatıyor. "Bu, Kumoashi klanıyla ilgili genel bilgiler içeriyor. Özellikle örümcek teknikleri ve örümceklerinin zehir kullanma yetenekleri dikkat çekici. Daizo’nun yakın çevresindeki shinobiler de oldukça yetenekli, bu yüzden dikkatli olmalısın." Bu parşömeni cebine koyuyorsun.

Shigure, parşömenlerin üzerine eğilerek konuşmasını sürdürüyor. "Görevin oldukça basit ama aynı zamanda hassas. Çevredeki köylerde, sıradan bir yolcu gibi davranarak Kumoashi klanının gerçekten bir saldırı planlayıp planlamadığını öğrenmeni istiyoruz. Bilgi topla, ancak dikkat çekmeden. Eğer bir şeyler bulursan, hemen rapor et."

Kısa bir duraklamadan sonra sana dönerek soruyor. "Bir problem var mı? Ya da bu göreve başlamadan önce sormak istediğin bir şey?" Shigure’nin bakışlarında, görevinle ilgili herhangi bir şüphenin giderilmesi için açık bir kapı olduğunu hissediyorsun. Oda, Shigure’nin konuşmasının ardından kısa bir süre sessizliğe bürünüyor. Sorularını sormak ya da görevi nasıl ele alacağını düşünmek için sana bir fırsat tanınıyor.
Off Topic
RP'ye hoş geldiniz! Pasiflik süresi üç gündür. İyi RP'ler!
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Belimin altındaki taş zemin artık iyice soğumaya başlamış, hafiften de canımı acıtmaya başlamıştı. Ne kadar zamandır buradaydım emin olamasam da, sürenin güneşin doğuşunu da kapsadığından emindim. Hafiften üşümeye başlamıştım ve ağaçlar arasından süzülmeye başlayan ışıklar ne yazık ki tekrar ısınmam için yeterli değildi. Sağ elimi daldırmış olduğum sudan çıkarıp, şöyle bir salladım sudan kurtulmak için. Ani bir hareketle kalkıp oturur pozisyona geldim. Boş, biraz hoşnutsuz bir şekilde karşımdaki ağaçlarla bakıştım birkaç saniye. Son görevimin pek iyi geçtiği söylenemezdi ve içimdeki bu tatminsizlik duygusunu henüz atamadan yeni bir görev için çağırılmıştım. Canımın sıkkınlığını bir an önce atmaz ve odaklanamazsam nehir kenarlarında kara kara düşünceler eşliğinde sabahlayacağım geceler daha da çoğalacak gibi duruyordu. Bir şekilde kafaya takmayı kesmeli ve önüme odaklanmalıydım bu yüzden.

Üfleye püfleye toparlanmaya başladım. Alın bandımı taktım, çantamı omzuma aldım. Köy yoluna attım kendimi. Yolda bir ara neden illa klanca uzak bir yere kurulmak zorunda olduğumuzu sorgulayıp, hafif bir sövdüm içimden. Sonra, daha köy içlerinden bir ev mi tutsam kendime diye düşündüm. Kiralar geldi aklıma, bizim ormanda kira ödemediğim halimle bile her akşam hazır erişte ile kurtlu fındık fıstık yemek zorunda kaldığımı hatırlayınca bir tur da bozulan ekonomiye sövdüm. Son zamanlarda Ateş Ülkesi lideri ne yaptığını bilmiyor, çevre ülkelere peşkeş çekmek için mültecileri alarak enflasyonu iyice art-… Ya ne diyorum ulan ben. Geldim işte köye.

Hokage binasına varmadan önce atıştırmalık, sıcak bir poğaça aldım kendime. Patatesli patatesli iyi gitti fakat, bunun üzerine bir de çay içmeye kalkışınca durdurmak zorunda kaldım kendimi. Shigure Bey’in paşa keyfimi pekleyecek halinin olduğunu düşünmediğim için hızlı adımlarla binaya ilerledim. İçeri dalıp yukarı çıktım ve Hokage odasının önünde beklemeye başladım sandalyelerden birine oturarak.

Parmaklarımla ufak bir hesap yapmaya başladım. Son görevden az buçuk bir şeyler gelmişti. Teyzemde de 200 Ryo borcum var, onu alsam… Kuzenden bir 400 koparsam. Bu görev de şansıma kısa ve çıtır bir şey gelse, hızlıca bundan da bir şeyler geçse elime… “İyi yav.” dercesine dudaklarımı kıvırıp kafa salladım kendi kendime. Sonra bu hesabı neden yaptığımı anlamayıp, kendi kendime gıcık oldum. Bazen boş kalınca durduk yere böyle ufak hesaplara giriyor, her şeyin maliyetini hesaplayıp kendini oyalayan göbekli amcalara dönüşüyordum. Yine de daha melankolik düşüncelere kapılıp modumu düşürmemden iyidir diyerek içeri girdim. Birkaç saniye önce odaya çağırılmıştım zira.

Şöyle bir içeriye göz gezdirdikten sonra Shigure Bey ile göz göze geldim. Sağolsun, rahatsız dizi bakışmalarına girişmeden söze girdi o da. Oturdum masasının önündeki bir sandalyeye. Dinlemeye başladım. Bir parşömen çıkarıp, köye saldıracağı söylenilen bir klandan bahsetmeye başladı. Bir de örümceklerden. Örümceklerden nefret ederim zira biri dün akşam çorbama düşme cesaretini gösterdi. Ayrıca her yıl uykumuzda, farkında olmadan tam 531 tane örümcek yuttuğumuzu biliyor muydunuz? Berbat bir durum, tasvip edilir gibi değil. Üstelik örümcekler dahil olmak üzere bütün böceklerle haşır neşir olabilen bir klan zaten var. Kimse kusura bakmasın da Aburame’liler her türlü yener bu durumda yani, husumetli olmaları normal o yüzden.

Hokage’nin uzattığı parşomeni yavaşça aldım. Kafamdaki klan rövanşını bir kenara bırakıp daha bir ciddiyetle dinlemeye başladım. Kumoashi liderinin kafamda hayali bir görüntüsünü çizdikten sonra başımı indirip elimdeki parşömeni yuvarlamaya başladım. Görev evet, dediği gibi basitti. Jounin’lerin de daha tanıdık olma riskleri düşünülünce benim rütbemde birinin araya kaynayıp dikkat çekmemesi daha olası bir fikirdi. Fakat beceremezsem, kimliğimi ve nitetimi ifşa eder, fark edilirsem… “Fark edilirsem, gerçekten saldırmaları için bir bahane elde etmiş olacaklar.” dedim gözlerimi kaçırarak. Ardından, tekrar parşömene indirdim gözlerimi, düşüncelerimi toparladım.

“Söylentilerin kaynağı dışında sormak istediğim bir şey yok, efendim.” Başımı kaldırıp yüzüne baktım. “Ve Aburame’ler ile husumetlerinin ne zaman başladığını merak ediyorum. Yakın zamanda akılda kalır bir kavgaları oldu mu?”
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Hokage Shigure, söylediklerini dikkatle dinledikten sonra yüzünde sakin bir güven ifadesiyle konuşuyor. "Kenta, bu görevi sana veriyorum çünkü başaracağından eminim. Kimliğini ifşa etmeyeceksin, buna adımdan daha çok güveniyorum." Ellerini masanın üzerine koyuyor ve hafifçe öne eğilerek ekliyor. "Ama olur da en kötü senaryoyla karşılaşırsak, kimliğini korumak için gereken her şeyi yapacağına dair içimde bir şüphe yok. Konoha’nın güvenliği, bu görevin en temel taşı."

Sözlerinin ardından Shigure, arkasına yaslanarak derin bir nefes alıyor ve Aburame ve Kumoashi klanları arasındaki husumetle ilgili detaylı bir hikayeye başlıyor.

"Bu iki klanın düşmanlığı, Ateş Ülkesi’nin ilk dönemlerine kadar uzanıyor." diyor Shigure, hafifçe gözlerini kapatıp geçmişe dair bir şeyler hatırlıyor gibi. "Kumoashi klanı, örümceklerle olan eşsiz bağlarını uzun yıllardır kendi çıkarları için kullanmış bir klan. Tarım bölgelerinde zehirli örümceklerini bir tür doğal savunma sistemi olarak kullandıkları dönemlerden, uzak köylerden aldıkları zoraki vergiye kadar, güçlerini genelde çevrelerindeki halkı kontrol altında tutmak için kullanmışlardır. Ancak bu dönemde, Aburame klanı, böcekler üzerindeki üstün kontrolleriyle biliniyordu. Aburame’ler, Kumoashi’lerin yayılmacı ve baskıcı politikalarına doğrudan karşı çıktı. Örümceklerin tarım alanlarına zarar vermesi ve zehirli ağların köyleri tehdit etmesi, Aburame’lerin devreye girmesine yol açtı. Aburame’ler, Kumoashi klanının baskısına uğrayan köylülere yardım ederek, örümcek kolonilerini dağıttı ve onları tekrar kontrol altına aldı. Bu olaylar, iki klan arasında yıllarca süren kan davalarının temelini oluşturdu. Kumoashi Daizo’nun dedesi, bir zamanlar Aburame klanının liderine meydan okumuş ve iki klan arasında tarihe geçen büyük bir dövüş yaşanmıştı. O dövüşte, Kumoashi klanı yenildi ama bu onların hırsını daha da körükledi. Şimdi bile, bu iki klan arasında yüzleşme olduğunda, gerilim hissedilir."

Shigure, kısa bir duraksamadan sonra ekliyor. "Son birkaç yıl içinde belirgin bir olay olmadı, ama iki klan arasında hala sessiz bir gerginlik var. Bu nedenle, Kumoashi klanının şimdi bir saldırı planlıyor olabileceği söylentileri bizi endişelendiriyor. Bu, eski husumetin yeni bir patlaması olabilir." Hikayesini tamamladıktan sonra, Shigure sana güvenle bakıyor. "Kıyafet konusunu çok düşünme. Resmi ceketini ve alın bandını kullanmadığın sürece, sıradan bir yolcu gibi davranarak dikkat çekmezsin. Ama eminim ki bu detayları zaten düşünmüşsündür." Hafif bir tebessümle ekliyor. "Sadece doğal ol ve rolünü iyi oyna."

Ofisten çıkmana izin verirken son bir kez başını sallayarak "Bu görevi başarıyla tamamlayacağına eminim. Dikkatli ol ve mümkünse çatışmadan uzak dur.” diyor.

Hokage’nin ofisinden çıktıktan sonra, binanın geniş koridorlarını geçerek dışarıya çıkıyorsun. Sabah güneşi Konoha sokaklarını aydınlatmaya devam ederken, yanındaki çantayı düzeltip bir köşeye oturuyorsun. Parşömeni dikkatlice açarak okumaya başlıyorsun. Parşömen, Hokage’nin ofiste verdiği bilgilerin resmi ve daha detaylı bir özeti niteliğinde.
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Hokage'nin başaracağıma olan inancı, aklımın bir köşesinde hafif bir gurur duygusunu uyandırdı. Fakat günün sonunda güvendiğini söylemekle bitmiyordu bu işler ve ben, yaparım ederim moduna kapılıp işini rahat bir özgüvenle yapabilen biri değilim ne yazık ki. Konu beni büyüten ve korumaya ant içtiğim yuvam olunca basit işleri kafamda daha komplike hale getiren, haddinden fazla stres olan birisine dönüşebiliyorum. Yapacak bir şey yok, dikkatli olunacak, boş boğazlık yapılmayacak, fark edilirsem... Fark edenler ortadan kaldırılacak. Evet, olabildiğinde bu çerçevede kalsam iyi olacak gibi duruyor.

Shigure Bey Kumoashi'lerin geçmişini ve olaylarını anlatmaya koyulmuştu ben kafamın içinde ufak bir çatışma atlatırken. Kafayı toparlayıp dikkatlice dinlemeye koyuldum fakat... Bunlar ne bela illetmiş yahu. Haraç var, sağa sola sataşma var, serserilik, piçlik... Belki biraz babasızlık sendromu bile olabilirdi bazı üyelerinde, tarlaları talan ettikleri düşünülürse. Yahu tamam örümceklerle oynuyorsunuz, oynayın da, neden sağlı solu dağıtıyorsunuz? Gözlerimi tasvip etmez bir şekilde devirip başımı salladım. Neyse ki Aburame'ler zamanında bunlara derslerini vermiş, o günden beri de biraz sakinlemişlerdi. Ben demiştim zaten kimse kusura bakmasın, Aburame Klanı her türlü yener atar diye.

"Fırtına öncesi sessizlik olabilir yani." diye yorum yaptım Shigure Bey duraksadığında. Ardından, görevimle ilgili son detayları da verdi ve konuşmasını bitirdi. "Anladım, efendim." diyip başımı salladım. "Elimden gelenin en iyisini yapacağım." diyerek çıktım odadan.

Binanın avlusunda uygun bir yer bulup oturdum ve parşömeni açtım. Gözlerim her bir satırda fıldır fıldır dolaşıyorken kaşlarımı sanki anlamama yardımı olacakmışcasına biraz daha sıkıyor, yazılanları aklıma kaydetmeye çalışıyordum olabildiğince. Okumam bitince, üç köyün adının geçtiği kısma tekrar döndüm, burası dikkatimi daha çok çekmişti ve nereden başlayacağıma dair bir ipucu olacaktı benim için. Zira, önce nereye gideceğimi seçersem, nereden gelip nereye gittiğimin hikayesini de daha oturaklı oturtabilirdim. Parşömeni kapatıp, elimde yuvarlamaya, bir yandan da düşünmeye başladım...

Hikawa Köyü... Direkt saldırıların olduğu bir noktaya gidersem oturaklı bir hikaye uyduramayabilirim. Bir de, bir tarım köyünde birden beliren bir yabancı konsepti dikkat çekebilir. Elimde çevirdiğim parşömeni ortasından tutup yırttım.

Kumoichi Köyü? Az insan yaşıyor. Burada beliren bir yabancı Hikawa'dan daha çok dikkat çekecektir. Kumoashi'lere haber uçuran insanlar olursa takip edilebilirim. İkiye ayırdığım parşömeni düzleyip bir kez daha yırttım.

Tsuyu Köyü. Burası olmak zorunda, çünkü hem geriye tek seçeneğim bu kalıyor, hem de nispeten daha kalabalık ve aktif bir yerde kendimi kamufle etmem daha kolay olur. Klandan birilerine denk gelme ihtimalim de daha yüksek.

Parşömenin parçalarını tekrar düzleyip bir tur daha yırtmaya çalıştım kararımı kafamdan son bir kez geçirirken. Katlar kalın bir hal aldığı için beceremedim yırtmayı. Kalkıp, bir çöp kovasına ilerleyip attım parçaları. Gideceğim yer Tsuyu Köyü olacaktı fakat nasıl ve hangi hikaye ile gidecektim? Kendi kendime gitsem, köylerin yakınına varınca ağaçtan ağaca zıplayan biri dikkat çekici olabilir. Sanırım, en mantıklısı Konoha'dan Tsuyu Köyü'ne akraba ziyaretine gelen biri gibi davranmak olacaktı. Varış şeklimi de olabildiğince sivil bir yolculuğa çevirebilirsem, süper olacak.

Önce, en yakın şekerlemeciye gidip bir paket rastgele güzel bir paket çikolata, biraz da kuruyemiş alacağım. Hayır, yolluk almıyorum kendime. O kadar akraba ziyaretine eli boş mu gideceğim? Hediye paketi de yaptırayım aklıma gelmişken. Arından, Konoha'dan kalkan kervan ve arabaların olduğu bölgeye gidip yolu Tsuyu Köyü'nden geçecek birilerinin olup olmadığına bakmaya gideceğim. Ne zaman kalkacağını, beni alıp alamayacağını falan konuşacağım. Bir görevde olduğumun detaylarını vermeyi düşünmüyorum, çünkü teknik olarak görevime başladım zaten ve şu andan itibaren ben, bekar, hafif karizmatik, akrabalık ilişkilerine önem veren ve kesinlikle ziyaret bahanesiyle Tsuyu'dan gelin bakmaya gelmiş bir delikanlı değilim, evet.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Şekerlemeciye doğru yürüdüğünde sokaklar, sabahın sakin enerjisiyle dolup taşıyor. Konoha’nın her köşesinde ufak tefek sesler yankılanıyor: satıcıların hazırlıkları, esnafın dükkanlarını açarken çıkardıkları hafif homurtular ve çocukların kahkahaları. Tatlı bir koku peşinden sürüklüyor seni, burnuna çikolata ve kavrulmuş kuruyemişlerin cezbedici aroması geliyor. Küçük ama düzenli bir dükkanın önünde duruyorsun; vitrinlerinde renkli şekerler ve zarif şekilde paketlenmiş çikolatalar sergileniyor.

Kapıyı açıp içeri girdiğinde çıngırak sesi, dükkan sahibinin başını sana çevirmesine neden oluyor. Şekerlemeci, 50’li yaşlarında, gözlüklerinin arkasından sıcak bir şekilde bakan, kısa boylu bir kadın. İsmine gerek kalmadan onun enerjisi, tatlı bir teyze havası yayıyor.

"Hoş geldin evladım." diyor, elleriyle saçlarını düzelterek. "Ne alırsın bakalım? Bayram mı var, birine hediye mi alacaksın?"

Raflarda çeşit çeşit şekerlemeler serili: parlak ambalajlı çikolatalar, fındıklı drajeler, susam kaplı lokumlar ve baharatlı şekerler. Tezgahın üzerinde ise kuruyemiş tepsileri duruyor; badem, antep fıstığı, kaju ve fındık en parlak halleriyle sıralanmış.

"Bunlar yeni kavruldu." diyor teyze, bademleri işaret ederek. "Şu çikolatalar ise köyde en çok satılanlardan. İçinde portakal kabuğu var, bayıla bayıla yer herkes. Ama şu sütlü çikolata sade, hem çocuklar hem büyükler sever."

Biraz düşündükten sonra seçimlerini yapıyorsun.
  • Bir paket sütlü çikolata
    100 gram kaju
    100 gram fındık
"Hemen paket yapayım." diyor teyze, becerikli elleriyle seçtiklerini zarifçe sarmaya koyulurken. Bir yandan da sohbet ediyor. "Nereye gidiyorsun böyle güzel hediyelerle? Akraba ziyareti mi, yoksa bir hanımefendi mi var işin ucunda, hı?"

Tam teşekkür edip dükkandan çıkacakken kapının önünde tanıdık bir ses duyuyorsun.

"Oo, ağaçlara hallenen adam, görüşmüyoruz bayadır. Çıkıyon mu sen evden?" Kapıda, Inuzuka Yudai duruyor. Eskiden birlikte göreve çıktığın, ama asla anlaşamadığın biri. Omuzları geniş, duruşu kıro bir öz güven yayıyor, yüzünde sürekli bir sırıtış var. Saçları dağınık bir şekilde yukarıya toplanmış ve yanındaki küçük köpeği, onun kadar dik başlı duruyor.

Yudai’nin rahat tavrı ve alaycı sözleri içini hafifçe sıkıyor. "N’oldu? Şeker mi topluyorsun hala?" diye ekliyor. Ardından, sen cevap bile vermeden, şekerlemeciye doğru yönelip içeri dalıyor. Çıkarken arkasından, "Çoluk çocukla uğraşılmaz, baksana çikolata şeker yiyorlar." dediğini duyuyorsun.

Yavaşça uzaklaşırken Yudai’nin son sözleri kulağına çalınıyor. "Şey, sevgilim için jelibon alacağım abla." diyor şekerlemeciye. Sen ise işi gücü olan bir shinobi olarak planına odaklanıyorsun.

Kervanların olduğu yere vardığında ortam oldukça hareketli. Ahşap tekerleklerin hafif gıcırtıları ve yük taşıyan hayvanların homurtuları arasında ticaretin hızı hissediliyor. Büyükçe bir meydanın ortasında sıralanmış birkaç at arabası ve çevresinde koşturan tüccarlar var. Bazıları mallarını yüklüyor, diğerleri kargolarını kontrol ediyor. Aralarında halılar, baharat çuvalları, deri torbalara doldurulmuş tahıllar ve birkaç sandık dolusu cam şişe var. Hatta bir köşede egzotik meyveler satan bir adam, narlarla dolu bir sandığın üstünde oturuyor.

Yakınlarda duran bir tüccara yaklaşıp Tsuyu Köyü’ne giden birilerini soruyorsun. Adam, yükleri bağlayan genç bir delikanlıyı işaret ediyor. "Ben gitmiyorum ama şurada duran Eizo Amca gider." diyor ve meydanın diğer tarafındaki yaşlı bir adamı gösteriyor. Eizo Amca, güler yüzlü, hafif tombul, bastonuna yaslanarak at arabasının yanında bekliyor.

Yaşlı adam sana dönüp sıcak bir tebessümle karşılıyor. "Gel, yeğen! Tsuyu’ya gidiyorum şimdi. Yer var, binersin."

Arabaya binmeden önce bir kez daha planını gözden geçiriyorsun. Tsuyu Köyü’ne varana kadar sohbetten kaçınmalı, ama bir yandan da dikkat çekmeden köy ve Kumoashi klanı hakkında daha fazla bilgi toplamaya çalışmalısın.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
İstikametimi en yakın şekerlemeciye yönelterek Konoha'nın hepten canlanmış sokaklarında yürümeye başladım. Bir süreliğine bunu yapamayacağımı bildiğim için biraz tadını çıkarmaya çalıştım bu kısa yürüyüşün. Bir ara yeni bir ayakkabı alacaktım mesela, onu hatırladım bir vitrinin önünden geçerken. Şu berbere de bir uğrasam yakın zamanda, kırıkları aldırsam uçtan, iyi olurdu. İnsan evladına benzerdim biraz daha. Şimdilik dağınık bir at kuyruğu kamufle edecekti bakımsızlıklarını. Ayakkabılarım da bir süre daha çöpe gitmeyeceklerini bilerek rahat edebilirlerdi. Kıyafetlerim? Babamdan kalanlar idare ediyor şimdilik. Neyse, can sıkmayalım.

Ufak, tatlı bir dükkana girdim. Şöyle bir etrafa göz gezdirdim kapı zili sesi kulaklarımda şıngırdarken. Bir şey olsa, erken emekli olmam falan gerekse, böyle bir dükkan işletmek isterdim açıkçası. Temizliği de kolay olur ve gün boyu bedava atıştırmalık yani, düşününce. Kendimi gülümsemeye zorlayarak "Merhaba hanımefendi." diye karşılık verdim işletmeci kadına. Raflar arasında yürümeye başlayıp, ne seçeceğime karar vermeye çalıştım.

"Uzak bir akrabamı ziyarete gidiyorum, elim boş gitmek istemedim." Hafiften bir rafın üstüne eğildim, önümdeki kuruyemişlerin kokusunu içime çekip tiplerine falan baktım. Güzel, hoşnut edici kavruk kokuları kadını haklı çıkarır nitelikteydi zannımca. "Tamaaam..." diyerek dikeldim. "Şu çikolatadan bir paket sarın bana lütfen." diye kadına dönüp gülümsemeye devam ettim. Ardından bir şey hatırlamış gibi bir ifade ile "Ah!" dedim. "Yüzer gram da kaju ve fındık alayım. Onları da güzelce sararsınız değil mi?"

Cüzdanıma uzanıp ödemeyi yapmaya koyuldum bir yandan kadının laflamasına karşılık düşünürken. "İki göbek öteden amcaoğlu dışında kimse yok yolun ucunda, maalesef." Teslim aldım uzattığı paketleri. "Fakat kısmetime bir şeyler çıkarsa da hayır demem yani. Çok teşekkür ederim, iyi günler." diyerek çıktım.

Çıkmaz olaydım.

Gerçi çıkmasaydım içeride yakalanacaktım Yudai'ye. Dar alan, Yudai ve ıslak köpek, ıy. Böyle daha iyi oldu o yüzden. Şekerleme dükkanının önünde pat diye karşıma çıkıvermiş, yarak kürek konuşmaya, daha doğrusu uga buga sesleri çıkarmaya başlamıştı. Bir aktivitenin konuşma olabilmesi için mantıklı cümleler ve bu cümlelere benim de bir şeyler deme fırsatına erişebilmem gerekiyordu malum ve Yudai bu kriterleri henüz sağlayabilecek beyin gelişimine ulaşamamış bir Konoha bireyiydi. Bu yüzden, anlamsız ses çıkarışlarını bir tepki vermeden izledim belki vazgeçer de çabucak gider diye. Gitti de, fakat son çıkardığı sesler hoşuma gitmemiş, bir gıcık etmişti beni. İçimde karşılık verme isteğimi kontrol eden düğmeye dokunmuştu resmen ve bir kararla başbaşa bırakmıştı beni. İt gibi dalaşıp kendimi bir anlığına tatmin mi etmeliydim, yoksa büyüklüğü kendimde tutarak çekip gitmeli miydim?

Bir adım atmaya yeltendim, gitsem iyi olacaktı. Fakat ne olduğunu anlamadığım bir güç "Dön." dedi bana. "Dön ve belasını sik." dedi. "Yok." dedim. "Abartma amına koyayım." dedim. "Olur mu lan öyle, bir laf çarp bari." dedi bana ve adımımı geri alıp arkama döndürdü beni. Şekerlemecinin kapısını açtım. "Köpekler jelibon yemiyo yalnız puqaıhdsjf" diye içeri bağırdım. Yudai'nin tepkisini beklemeden kapıyı geri kapatıp topukladım. Konoha'nın sokaklarında koşmaya başlamışken beni az önce kontrol eden kaotik güç "Aferin lan, bu da bir şey." diye sırtımı sıvazlıyordu. Çocuk peşimden belamı sikmeye gelirse görürdüm bir şeyini ama, neyse.

Az biraz daha koşturduktan sonra tempomu azalttım. Nefes alışverişlerim düzelirken iyice yürür bir tempoya ulaştırmıştım kendimi. Çok geçmeden kervan bölgesine ulaştım. Saçımı başımı koşarken dağılmıştır belki diye son bir kontrol ettim. Alın bandımla yeleğimi Hokage binasından çıkarken halletmiştim zaten. İyiydim bence. En yakın arabaya yanaştım.

İlk yanaştığım arabada şans benden yana olmasa da makus talihim ışık hızında düzelmiş, Tsuyu Köyü'ne gitmeye hazırlanan bir amca beni arabasına davet etmişti. "İyi bari, kolay oldu." diye düşünerek yanaştım adama doğru, boğazımı temizledim. "Dayı be! Kami'ler var ya senden razı olsun." diye konuşmaya başladım. "Taşınacak, yardım edilecek bir şeylerin var mı? Boş boş yolcu olmak olmaz, bir faydam dokunsun." diyerek yardım teklifinde bulundum. Eğer taşımamı istediği bir şeyler olursa seve seve yardım edeceğim. Her şey bittikten sonra arabaya yerleştiğimizde ise Tsuyu Köyü'ne yolun ne kadar sürdüğünü soracağım. Yol boyunca öyle hayvan gibi muhabbet etmeyi düşünmüyorum fakat aşırı sessizlik de uğursuz olacağı için havadan sudan muhabbetlere girmekten çekinmeyeceğim.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Eizo Amca, hafif kambur duruşuyla ama yüzünde enerjik bir tebessümle seni selamlıyor. Bastonunu bir yana bırakıp iki eliyle belini destekleyerek doğruluyor. "Gel yeğen, gel. Şunlara bi’ el atıver de arabayı hazırlayak!" diyor. Yanaşıyorsun, amca eliyle birkaç şeyi işaret ediyor. Arabada büyükçe iki çuval patates, bir kasa elma, küçük bir demet şifalı ot ve bir torba dolusu kömür var.

Patates çuvalları ağır ama dayanabilirsin. Kasayı ve ot demetini kolayca arabaya yerleştiriyorsun. Eizo Amca, yaşına göre seni cesaretlendiriyor ve yardım ediyor; kömürü de birlikte kaldırıp arabaya yerleştiriyorsunuz. Yükler düzenlenince amca alnını silip bastonuna yaslanıyor. "İyi oldu. Tam zamanında yetiştin ha, gençlerin hali malum; kimse elini taşın altına koymaz oldu." diye sitem ediyor hafifçe.

Arabaya biniyorsun. Koltuğun derme çatma ama rahat, arka tarafta yüklerin sabitlendiğinden emin oluyorsun. Önünde iki at var, oldukça etkileyici ve güçlü duruyorlar. Biri kül rengi, tüyleri hafif dalgalı, gözleri parlak maviye çalan bir renkte. Diğeri koyu kahverengi, adeta çikolatadan yapılmış gibi parlayan bir tonu var. Atların yeleleri güzelce taranmış ve üzerlerinde birkaç basit süslenmiş eyer var. Hareket etmeden önce, amca hafifçe dizginleri çekiyor ve atların hafifçe kişnemesiyle araba ilerlemeye başlıyor.

"Tsuyu’ya bir saate varırız yeğen." diyor amca. Sonra gözlerini ön yola çevirip bir an duraklıyor. Bir süre sessizlik oluyor, sadece araba tekerleklerinin toprakta çıkardığı gıcırdama sesleri ve atların hafif tıkırtıları duyuluyor. Tam o sırada amca bir anda anlatmaya başlıyor.

"Bir keresinde, şu köyün aşağısında bir nehir var, oraya ineceğim diye tutturdum. İneceğim ama ne var biliyor musun ayağımda? Terlik var. Terlikle taşlı yolda yürürken ayağımı burktum, yuvarlandım nehire. Elim yüzüm çamur içinde kaldı, anam da demesin mi 'Bir gün seni böyle sokacaktım nehre zaten!' diye. Ah ulan! Ekmek alacağım diye çıkmıştım halbuki!"

Güler gibi oluyor ama bir anda yüzü ciddileşiyor. "Tabii şimdi ekmek dediğin... Eskiden 1 ryo’ya alırdık, şimdi bak kaç ryo olmuş. Ekonomi mahvoldu yeğen, mahvoldu! Kim bilir ileride bizi neler bekliyor."

Yol biraz daha ilerlerken Eizo Amca dizginleri bir eliyle tutup diğer eliyle sakalını sıvazlıyor, ardından aniden apayrı bir konuya geçiyor. "Şimdi bak yeğen, şu balıkçılar var ya... Eskiden bir oltayla koca sazan çekiyorduk, şimdi ne oldu biliyor musun? Teknolojiyi soktular bu işe. Yok ağlı gemiymiş, yok sonar sistemiymiş... Hadi buldun balığı, tutup getirmen mi lazım? Balığın da bir ailesi var, hiç düşünmüyorlar. İnsanoğlu ne acımasız oldu amına koyayım!" diye iç çekiyor, ardından derin bir nefes alıyor.

Bir an duraksıyor, sanki konu daha da ciddi bir hal alacakmış gibi, sonra kafasını sana çeviriyor. "Evli misin sen, yeğenim?" diye soruyor, sanki bu sorunun cevabı dünyanın tüm sırlarını çözecekmiş gibi merakla gözlerini sana dikiyor. Yüzündeki ifadeden, onun için bunun önemli bir mesele olduğunu anlaman zor olmuyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
"Tamam tamam, sen elleme bir şeyi. Ben hepsini taşırım." Patates çuvallarından birini sırtlanıp işe koyuldum hemen. Dayı tabi buldu benim gibi yakışıklı, güçlü, hafif de karizmatik delikanlıyı, kitledi işi hemen. Şikayetçi değilim günün sonunda kendim yardım teklif ettiğim için de, az çakal da değil şimdi. Kömür bile koymuş arabaya, ne yapacaksa artık.

İşimiz bitince şöyle bir gerindim omuzlarımı, sırtımı kütürdeterek. O kadar dokunma dediğim halde allem edip kallem etmiş, kömürleri taşırken inadına el atmıştı yaşlı amca. "Bunu da bana bırakaydın keşke. Belini melini inciteceksin. Ben yaparım indirirken." diyip, arabaya atladım arkasından. Yerleştim tırışka koltuğuma ve gitmeye başladık tıngır mıngır bir şekilde. Çok geçmeden, bir saate varacağımızı söyledi hırçın delikanlı amcam. "Hee.. İyi bari, uzun değilmiş." diye cevap verdim kısık sesle. Arkama iyice yaklaşıp atları, yolu izlemeye, rüzgarın sesini dinlemeye koyuldum. Var ya... Şöyle bizim klanın önünden geçsek, rastgele bir amcanın arabasında sivil sivil oturduğumu görseler ne olay olurdu ha. Bizimkilerin hayal gücü biraz geniştir. Eminim, ben dönene kadar kaçırıldığımı, bir aşk uğruna köyü terk ettiğimi, bir uyuşturucu kartelini indirmeye çalışırken shinobilikten atıldığımı falan uydurup ortalığı ayağa kaldırırlar. Bir keresinde Ateş Ülkesi'nin soylu bir ailesinin bahçesini düzenlemeye gittim diye aileye köle olarak satıldığımı zannedip beni geri almaya gelmişlerdi. Sonra, o gün civardaki en ihtişamlı bahçe düzenlemesini yaparak bahşişlerle dönmüştük eve. Hey gidi.

Daldığım anılardan aniden dikilerek uyanmam gerekti. O kadar sessiz sessiz gidiyorduk ki dayının bu hoşuna gitmemiş olacaktı, birden bir muhabbetin en orta yerinden seri seri anlatmaya başladı. Nehir varmış, bu o nehire düşmüş. Niye düşmüş? Terlik, biri terlik fırlatmış heralde. Annesi mi fırlatmış? Ulan ne oluyor? Ekmekle beraber terlik fırlatmış annesi, nehirdeyken. Sanırım.

Kafamı hafifçe sağa sola salladım sanki beynim hafif bir sarsılırsa ne dediğini daha iyi anlarım gibi. Aslında, ne olduğunun farkındayım. Yaşlıların girmeyi çok sevdiği kafa sikme modu bu, buna eminim. Bir kere bu ayarı açtılar mı yarınlar yokmuşçasına konuşur durur bunlar. Susadıklarını, acıktıklarını falan fark etmezler, başına bela olurlar. Mesela şu an sazandan girdi, ekmekten çıktı. Tam tersi ekmeğe girip sazandan çıkmış da olabilir, bilemiyorum. Yani ya susacağım, ya ben de kafa sikeceğim eşitlenmek için. Susmak da pek istediğim söylenemez... Boş boş konuşayım en iyisi.

"Yok be dayı, evlenecek kız mı var ortalıkta?" Diye sitem edercesine başladım. Derin bir nefes alıp gözlerimi kararlılıkla kapattım. Ardından, aldığım nefesi verip, kaşlarımı kaldırarak gözlerimi geri açtım.

"Şimdi iki ay önce nişan attım ben biliyon mu? Kahverengi saçlı etine buduna dolgun ama aksanı biraz kırık bir kızdı. Bizim sülalenin çok eskiden beri dostları var Suzuki-giller diye. Onların genelde kız popülasyonu çok oluyor. Bildim bileli her ailede böyle dört beş kız çocuk varsa anca bir tane erkek çocuk doğuyor tamam mı? Heh. İşte bu kız da benim yaşıtlarımda az güzel hafif kilolu idare eder biriydi bir kaç aydır falan görüşüyor çay içiyorduk ama çayı da her seferinde bana kitliyordu oradan bir anlamalıydım bu işin olmayacağını ama gençlik işte sevince insan bir kör oluyor karşındakini görmüyor biliyon mu?"

Uzaklara bakıp derin bir nefes aldım.

"Ben buna dedim gel evlenelim diye bu da kabul etti ama önce dedi gel ailemle tanış babamdan izin al dedi tamam dedim gittim tanıştık ama daha o gün bir kavga başladı yok bizim kızlarımız değerlidir şöyle narindir böyle beceriklidir diye, he. Dedim becerisine narinliğine değerine diyecek lafımız yok siz neden lafı uzatıyorsunuz ki böyle burada hayırlı bir iş için toplandık tat kaçırmaya gerek mi var? Sonra dediler ki biz öyle tek göz evde oturan fırında ekmek açan adama kız mı vereceğiz git bir ev al önce kendine sonra altına da doğru düzgün bir at arabası çekip ticarete atıl iş öğren, he. Dedim bunları evlendikten sonra da yaparız iki insan birbirini sevidyse birbirinden güç alır her zorluğun üstesinden gelir her işi başarır diye. Yok dediler burma bilezik isteriz on tane halis mulis Konoha Beşlisi takılacak, anneye en az iki bilezik verilecek her bir kız kardeşe ev alınacak diye bir başladı bunlar ben dedim tamam bunlar yolunacak koyun arıyor diye ama o gün bir şey demedim he dedim geçtim seven adam her şeyi yapar diye. Neyse eve döndük birkaç gün geçti benim kızın hal ve tavırları bir değişti bir değişti anlatamam her gün çay içip poğaça yiyen kız sütlü şurupu kahveler istemeye adını telafuz edemediğim hamur işleri yemeye başladı zaten hesabı da hep ben ödüyordum ama daha bir arttı bu yine de ses etmedim. Sonra gelip gidip yok ben evime mobilyayı Huzur markası isterim ille de başka istemem demeye başladı mutfağa her çeşit robotu aldıracakmış banyo çift küvetli olacakmış sıcak su kirli su karışmayacakmış falan hadi onlara da tamam dedim amaaa...."

Adama odaklanıp son cümleyi koydum.

"Bir gün gelip başkentten nenemgil gelecek gidip sen alıp geleceksin diyince artık bende ipler koptu! Koptu! Dedim yeter! Olmaz bizden Hanako, ayrılalım dedim. Tamam dedi. Şimdi evlendi çocuk bekliyor Kami bir avazda doğurmayı nasip etsin."
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Eizo Amca'nın kahkahaları daha yeni dinmişken bir süre sessiz kalıyor gibi görünse de, birden elini dizine vurarak tekrar konuşmaya başlıyor. "Ama yeğen bak şimdi." diyor, gözleri hafifçe kısılmış, yüzünde ciddi bir ifade. "Günümüz kızları da pek değişti be. Eskiden bir çeyiz yaparlardı, o çeyizin bereketi ömür boyu sürerdi. Şimdi çeyiz yapacağına sokakta geziyor. Evde de bir şey yok, her şey dışarda, her şey gösteriş! Bir elin yağda, bir elin balda olacak diyorlar ama bakınca yağ da kalmamış bal da!"

Bir an duraksayıp yüzüne ciddi bir ifade takınıyor. "Ama sen de dikkat edeceksin. Karıyı eve alıyon, tamam mı? Bakacaksın, edeceksin! Yoksa kadın kaçar gider, evde de tek başına kalırsın! Hahaha!" Kahkahaları öyle şiddetli çıkıyor ki, yanındaki kömür çuvalları hafifçe titriyor. "Sonra alır başkası götürür karıyı! Bak senin Hanako'yu almışlar, yatırmışlar, bir üstüne çıkmadıkları kalmış diyeceğim, onu da yapmışlar amuğaoiyahaha!"

Yol boyunca Eizo Amca bir dolu başka mevzuya daha dalıyor; günümüz gençlerinin köy hayatını bilmemesinden şikayet ediyor, bir ara atların bile şehir yaşamından daha huzurlu olduğunu iddia ediyor. Konu ne zaman başlayıp ne zaman bitti belli değil, ama bir şekilde sohbet ilerliyor. At arabasının ahşap tekerlekleri taşlı yolda tıngır mıngır sesler çıkarırken, uzakta Tsuyu Köyü’nün ilk evleri görünmeye başlıyor.

Eizo Amca atları usulca durduruyor ve dizginleri gevşeterek sana dönüyor. "Heh, işte geldik. Burada inersin yeğen." diyor. "Var mı benden bir isteğin? Hah, bu arada beş Ryo atarsan tamamdır bu iş, bak benim de atların masrafı var hani!" Göz kırpıyor ve sanki işini bitirmiş olmanın keyfiyle rahat bir nefes alıyor.

Tam ona cevap verecekken, göz ucuyla ileriden üç kişinin yaklaştığını fark ediyorsun. Önde orta yaşlı, hafif telaşlı görünen bir kadın, arkasında bastonuna dayanarak yürüyen yaşlı bir adam ve yanında kaslı, genç bir adam hızla size doğru geliyorlar. Kadının eteği rüzgarda hafifçe savruluyor, yaşlı adamın bastonu yere her vurduğunda taş yolda yankılanan bir tok ses duyuluyor, genç adam ise iri gövdesiyle adeta yolu dolduruyor. Görüntüleri Tsuyu’nun kalabalık pazar yeri havasına erken bir giriş yapacağını işaret ediyor gibi.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Dayıya yemedi benim saldırı. Hayal gücümü sınadığımla kaldım ama olsun, eğlenceliydi. Yolculuğun kalanında ise susmadı herif. Benim Hanako'mdan mı girmedi, üstüne çıkmadığı mı kaldı... Bir ara Demir Ülkesi'nin ezilen halklarının demir çelik fabrikalarında zorla çalıştırılmalarının kaptalizm adlı doymak bilmeyen dişli canavarı beslemeye yaradığını anlatıyordu ki, gözlerim hafiften kaymaya başladı. Her duraksayışında "Hıhı, evet dayı." diyor, aralarından geçtiğimiz ağaçların yeşil yapraklarına dalmış gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Arabadan gelen sesler benim için en güzel ninni, bu sallantı ise en güzel beşikti benim için şu an. Bir süre böyle yarı uyuklayarak, yarı etrafı izleyerek gittik. Tabi o poğaçayı yemeyecektik sabah, şekerim patladı herhalde, iyi mi?

Arabanın yavaşlamasıyla iyice iki büklüm olmuş belimi dikleştirerek kafamı kaldırdım. Şöyle iki sağa bir sola sallayarak üzerimdeki şapşallığı atmaya çalıştım. Gelmiştik, dayı çoktan arabayı durdurmuş ve geldiğimizi söylemek için bana seslenmişti. Ben ise hala mal gibi oturuyor, ayılmaya çalışıyordum. Arabadan aşağı atlamak için yeltendim, sonra normal bir köylünün daha temkinli bir şekilde arabadan ineceğini hatırlayarak, sanki düşmemeye çalışıyormuşum gibi usulca ve dikkatlice indim. Şöyle güzelinden bir belimi esnettim, gerinerek temiz havayı içime çektim ki ciğerlerimi çarpsın da iyice uyanayım diye. "Oh be, mabadım düzleşmişti iyice." dedim, etrafa göz atarken. Eizo Dayı hala makam koltuğunda oturuyor, ibne evladının sandıklarını patateslerini taşıdığım yetmiyormuş gibi para istiyordu. Ulan... Bu yaşlı milletinden bu yüzden korkacaksın işte. Bizim klandakiler de hep böyle yapıyor. Önce yaprak sarması getiriyorlar, sonra sarmanın karşılığında onların ağaçlarının tepesindeki cevizleri toplarken buluyorsun kendini. Çakallar! Elimi cebime atarak cüzdanımı çıkardım. Bir, iki, üç, dört değil, tam beş Ryo çıkarıp dayıya uzattım. "Al emmi hayrını gör." dedikten sonra ellerimi tekrar belime koydum. Gözlerimi kısarak daha bir alıcı gözle etrafa baktım.

Karşıdan birkaç kişinin geldiğini görünce hızlıca bir tiplerini kontrol ettim. Üç kişiler, iki erkek, biri kadın. Erkeklerden biri kaslı. Benim dayıya mı geliyorlar, öylesine mi geçiyorlar? Köyün dinamiklerini de bilmiyorum ki. Dayıya tekrar döndüm, "Köy meydanı bu yanda de' mi dayı?" diye baş parmağımla arkamdaki taş yolun ötesini gösterdim. Cevabından sonra rahat adımlarla meydana gideceğim, çünkü bir köyün en güzel başka neresinde gezilebilir, bilgi toplanabilir ki? Bir de tabi kendime kuzen bulmam gerekiyor. Aslında o, Tsuyu köyünde değil de Mafuyu Köyü'nde miydi yoksa ya?... Tüh!
Off Topic
Ben hesabımdan 5 Ryo düşerim sen zahmet etme GM......
► Show Spoiler
Image
Post Reply