Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Shiho, senin planını duyunca bir an kaşlarını çatıyor, belli ki hem tedirginliği hem de merakı üst üste biniyor. Hame ise ilk başta itiraz edecek gibi bakıyor, ama gözlüklerini düzelttikten sonra dişlerini sıkarak kabul edercesine başını sallıyor. "Peki, neyse ki pastırma için çok uğraştım. En azından bir işe yarasın. Jin, bu gizemli her neyse dikkatli ol. Bana gelince, gözüm üzerinde olacak. Yakında kalıp, senin ortadan kaybolmadığından emin olacağım."

Shiho ise yumuşak bir sesle "Tamam. Sen ağaçlara çık, biz burayı kollayalım. Sessizce dairesel bir tur atacağını söyledin, aklımız orada olsun. Eğer tehlike görürsek bağıralım, anlaştık." diyor. Aranızda sessizce paylaştığınız bu son bakışın ardından, iş bölümü netleşiyor. Shiho, Hame’nin uzattığı bez torbadaki pastırmayı sabırla çıkarmaya başlıyor; kokusu ağır ve davetkar bir şekilde havaya yayılırken, sesi olabildiğince yumuşatıp Kitamaru’ya doğru yaklaşıyor. Hame ise etrafı kontrol etmek amacıyla, Shiho’dan birkaç metre öteye pozisyon alıyor, iki kolu da savunmaya hazır şekilde gövdesine yakın, gözleri arada bir ağaç tepelerine kayıyor.

Tam bu sırada sen, yakınınızdaki gür gövdeli ağaca yöneliyorsun. Tek bir güçlü zıplamayla en alt dala tutunuyor, ardından kontrollü bir şekilde yukarıya doğru tırmanmaya başlıyorsun. Etrafı mümkün olduğunca sessizce izlemen gerekiyor; ağaçların içi, gün ortasında bile gölge koridorlar gibi karanlık hissedilebiliyor.

Aşağıda Shiho, kısık bir sesle mırıldanarak pastırmayı sallıyor. "Gel, ufaklık. Tadına bakmak istersen korkma, zararsızız. Hadi yaklaşırsan doyacaksın…" Kitamaru, çalıların arasında bir an görünüp kayboluyor. Ara sıra kulaklarını dikleştirip geri adım atıyor, sonra tekrar kokuyu alıyormuş gibi öne geliyor. Gözlerinde hem merak hem de ihtiyat okunuyor. Hame, göz ucuyla onu izlerken bir yandan da etrafı kolaçan ediyor.

Sen ise dallar arasında, neredeyse kuşbakışı bir rota izleyerek dairesel biçimde ilerlemeye koyuluyorsun. Yaptığın her adımda kuru yaprakların hışırdamasından kaçınmaya çalışıyorsun. Birkaç ağacı aşarken, az önceki ıslık sesinin geldiği yönü tespit etmek için kulaklarını dört açmış durumdasın. Nihayet, biri diğerlerine nazaran daha sık yapraklı bir ağacın tepesine çıkıp oradan etrafı taradığında sanki gözünün ucuyla bir hareket yakalıyorsun. Bir dalın ötesinde, karaltı gibi bir siluet… Çabucak bakışınla o noktayı netleştirmeye çalışıyorsun ama yaprakların yoğunluğu işini zorlaştırıyor. Derin bir nefes alıp dalların üstünde pozisyon değiştiriyorsun.

Bu sırada, aşağıdan küçük bir sesleniş duyuluyor; Shiho hafif bir coşkuyla fısıldıyor. "Kitamaru! Yakaladım, az kaldı!" Gerçekten de Kitamaru, pastırmanın kokusuna iyice yaklaşmış. Göğüs hizasında, Shiho’nun eline uzanır gibi dururken, bir an düşmanlık ya da tedirginlik göstermeden oturuyor. Tam o an Shiho’nun diğer eliyle tasmaya benzer bir bağlama girişiminde bulunduğunu görüyorsun; köpek pek memnun değil ama yine de hareketleri engellenmiş değil. Hame, hazırda bekliyor, olası bir kaçış ya da saldırı durumunda atılmak için. Tam her şey yoluna girdi, köpeği gerçekten yakalayıp görevi sonlandırabilecek misiniz diye düşünürken siluetin konumu hakkında daha fazla fikir edinmek için gözlerinle dalların arasını taramaya devam ediyorsun.

Birden, tam da sen ağaç gövdesinin öbür yanına geçerken ensende bir tüy gibi hafif esinti hissediyorsun. Parmaklarının arasında, gerilmiş bir çelik telin sesi gibi neredeyse duyulmaz bir vızıltı. Geri dönme refleksiyle başını çevirirken, hiçbir şey göremiyorsun ama yaprakların kımıldadığını fark ediyorsun. Biri olağanüstü bir çeviklikle daldan dala atlayıp senden uzaklaşıyor gibi. Belki de ıslık çalan kişi? Aniden aşağıdan bir patırtı daha duyuluyor.

Hame "Hey! Sen de kimsin?!" diye bağırıyor. Bir anda gözlerini aşağıya indiriyorsun. Shiho, Kitamaru’yu kollarına almaya çalışırken, Hame ise karşısında beliren, neredeyse ağaç gölgelerinin içinden çıkmış bir yabancıyla yüz yüze. Onun durduğu yer, birkaç adım ötesinde. Duruşu sakin, ama bakışları tehditkar. Üzerinde koyu renkli, uzun kollu, basit ama sağlam kumaştan yapılma bir giysi var; belindeki kemere asılı iki kısa kılıç kını göze çarpıyor. Yüzünü yarı kapatan bir siperlik veya bandana benzeri bir şey taşıyor, sadece soğuk bakan kahverengi gözleri görünüyor. Saçlarının rengi belki kumral, belki kestane, tam seçemiyorsun.

Adam, belki ıslık çalan siluetin kendisi, belki de aynı ekibin başka bir üyesi… Fakat yüzünde hiç de dostça olmayan bir ifade seziliyor. Sesinde alaycı bir sertlik var. "Köpeği bana verin. Yoksa öleceksiniz."

Shiho, kollarına aldığı Kitamaru’ya bakıyor; köpek de adamın yönüne doğru bakarken tüylerini kabartmış gibi. Pastırmanın kokusunu hala hissediyor ama en az onun kadar bu yabancıya karşı ürkmüş olduğu da belli. Hame, saldırı pozisyonuna geçer gibi bir adım öne çıkarıyor. "Ne demek köpeği verin! Sen kimsin, hangi hakla?"

Adamın dudak kıvrımı sakince yukarı doğru kalkıyor, bir tehdit ifadesi. Tekrar konuştuğunda hepiniz buz kesiyorsunuz. "Hak mı? Bu köpek benim. Bana teslim etmezseniz, hepiniz ölüme teslim olursunuz. Seçin."

Ağacın üstünden tüm bunları görüyorsun. Adamın çevresine yaydığı aura, bir tehlike sinyali gibi. Hame ve Shiho henüz tam neyle karşı karşıya olduklarını anlamış değil fakat bu işin basit bir kaybolan köpek görevi olmadığı kesin. Şu an, ekibin lideri olarak bir hamle yapmalı, ekibini koruyup Kitamaru’yu güvenli tutmalısın. Adam, belki çok güçlü değildir, belki sadece gözü pek bir serseri ya da yasa dışı işlere bulaşmış bir shinobi. Ama tehditkar sözleri, görevinizin seyrini anında değiştiriyor. Karşınızda, gölgelerden çıkmış bu soğuk yüzlü yabancı duruyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sun Nov 24, 2024 1:41 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Shiho'nun kaşlarını çatmasının ardından, Hame'ye gözlerimi diktim. Ne diyeceğini merak ediyordum, karşı mı çıkacaktı, yoksa hızlı bir kabulleniş mi olacaktı emin değildim. Neyse ki, laf yemeden veya karşı çıkmadan kabullenmişti. Ben de kafamla onayladıktan sonra, Shiho'nun sözlerini dinlemeye başladım. Onun sözleri bittiğinde, onu da bir şey demeden kafamla onayladım. Pastırmanın ağır kokusu yayılmaya başlarken, ağaca tırmanmak için harekete geçmiştim bile. Gür gövdeli ağacın dallarından yardım alarak tepesine kadar tırmanmıştım. Bir yandan ara ara gözlerimi Shiho'nun ve Hame'nin ne yaptığına çeviriyor, bir yandan da ağaçların üzerinde dairesel bir biçimde koşturuyordum. Adımlarımın ses çıkarmaması için ekstra bir çaba sarf ediyordum, aynı zamanda kulaklarım ıslık sesinin geldiği yönü aramak için açıktı. Gözlerim, bir dalın ötesindeki karaltıya benzeyen silueti görür gibi olduğu anda gördüğüm şeyi netleştirmeye çalıştım. Yaprakların yoğunluğu yüzünden netleşemeyen görüşüme karşılık, hızlıca tekrardan koşturmaya başladım, o şeyin ne olduğunu tespit etmem gerekiyordu.

Koşuşturmam sırasında, Shiho'nun fısıldaması ile birlikte Kitamaru konusunda başarılı olmaya çok yakın olduklarını anlayabiliyordum. Bu yüzden, bir yanım çok rahattı ve ağaçların üstünde daha iyi bir şekilde gidebileceğimi hissediyordum. Gözlerimi Hame ve Shiho'ya çevirmek yerine, artık tam olarak o silueti aramaya yönlendirmiştim. Ancak ensemde tüy gibi hafif bir şekilde esen esinti, tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Geriye doğru dönüp neyin geçtiğine bakmak istedim, ancak hiçbir şey göremiyordum. Sanki benden daha hızlı birisi, çok daha hızlı birisi daldan dala atlayıp benden uzaklaşıyor gibi duruyordu. Farklı birisi de olabilirdi, ancak o ıslık çalan kişi de olabilirdi. Daha dikkatli bakıp, etrafımı taramak isterken Hame'nin seslenişi kulaklarıma geldi. Gözlerimi aşağıya indirdiğim anda, bir yabancının varlığı kanımda adrenalin salgılanmasına sebep oluyordu. Beline asılmış iki kısa kılıç kınıyla beraber, yüzünü yarı kapatan bir bandana ile duran bu adam, tam bir tehlike gibi duruyordu.

Köpeği ona vermezsek öleceğimizi söyleyen tehdidinin ardından, Hame hızlıca söze girmiş ve hangi hakla köpeği alacağını sormuştu. Adam da hak olmadığını, köpeğin onun olduğunu söylemişti. Yaydığı auradan gerçek bir tehlike gibi olduğunu hissedebiliyordum ancak boş konuşan birisi olma ihtimali de vardı. Belimde duran kunailerden birini çıkarttıktan sonra, planımı netleştirdim. Hızlı bir şekilde onun göğsünü hedef alarak, kunaiyi öldürücü bir darbe vermek için fırlatacaktım. Eğer gerçekten bir tehlike arz ediyorsa, muhtemelen kunaiyi savuşturabilirdi, aksi takdirde bizi tehdit etmeye çalışan boş birisini yaralamış olmaktan pişman olmayacaktım zaten. Kunaiyi fırlattığım gibi Hame ve Shiho'nun önüne doğru atlamak için harekete geçeceğim. Bunun uzun bir dövüş mü, kısa bir dövüş mü olacağına atacağım kunaiye karşı ne yapacağı karar verecekti.
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Sen, ağaç dallarının arasından ani bir hamleyle elindeki kunaiyi hedefe doğru fırlatıyorsun. Metalin keskin vızıltısı kısa bir an ormanda yankılanıyor. Aşağıdan bakıldığında yalnızca silüetin hareketini görebiliyorlar ama sen, adeta bir avcının gözetleme noktasından saldırıyorsun. Beklentin, kunainin hızla bu tehditkar yabancıya isabet etmesi ya da en azından onu hataya zorlaması. Eğer gerçek bir Shinobi ise, hamlenden kurtulacak kadar becerikli olması muhtemel; eğer blöfçüyse, bu saldırı onu alaşağı edebilir.

Adamın, tehditkar sözlerinin yankısı henüz bitmemişken, kulağının bir tık sesiyle irkildiğini görüyorsun. Kaşla göz arasında, sol elinin bileğine hızlıca dokunup bir çelik koruma parçası çıkarıyor. Bir Shinobi koruması mı, yoksa kısa bir bıçak mı? Net seçemeden, kunainin çarpmasına karşı hamle yapıyor, metallerin çınlaması ve parıltısı yaşanıyor. Kunai tam da göğsüne saplanacakken, havada sapma yaşıyor; belki hızının büyük kısmını kesmeyi başardı, belki de saldırının doğrultusunu incelikle engelledi. Kunai, yere neredeyse ok gibi saplanmadan hemen önce, o beklenmedik darbeye kapılıp toprağı ufalayarak yan tarafa düşüyor.

Shiho sessiz bir çığlık atar gibi nefesini tutuyor, çünkü bu hamleyi fark ettiği anda Kitamaru’yu sıkı sıkı sarıyor. Küçük köpek, savrulan metalin sesiyle irkilip havlamaya benzer bir hırıltı çıkarıyor.

Hame ise "Vay canına…" diye homurdanıyor, gözleriyle saldırının etkisini ölçmeye çalışırken. Bir yandan adamın ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünüyor, bir yandan da sırtındaki deri ceketinin zarar görüp görmeyeceğinden kaygılanır gibi kısa süreli bir bakış atıyor.

Tam da o anda, sen dallardan aşağı atlamak için hamleni yapıyorsun. Bu kısa sürede gözün, adamın pozisyonuna kayıyor: Bir Shinobi esnekliğinde, hafifçe dizlerini bükmüş ve bakışlarıyla neredeyse ağacın tepesini arar gibi seni izliyor. Göz göze geldiğiniz o an, ağız kenarı belli belirsiz bir gülümseme çizgisine dönüşüyor. Karşınızda sıradan biri olmadığı kesin.

Aşağı atladığın anda toprağa ayak basıyorsun, dizlerin kavisli, ellerin saldırıya hazır. Shiho, Kitamaru’yu kucağından bırakmamak için geri çekilmiş durumda; omzunu hafif yana çevirip köpeği tutuyor. Hame ise tam senin biraz arkanda, kollarını koruyucu bir pozisyonla göğsüne yakın tutuyor. Adam, gözünü sizden ayırmadan elini beline götürüyor; kısa kılıç kınlarından birini hafifçe oynatıyor. Ama henüz çekmiyor, sanki sizi tartıyor.

Adam soğuk bir ses tonuyla "Fena saldırmıyorsun. O köpeğe göz koymayın dedim. Başınız belaya girecek." diyor. Bir anda, gözlerinin nasıl parladığını fark ediyorsun. İrkilmez, paniğe kapılmaz bir hali var. Yanlardan yavaşça çevrenizi kolaçan etmesi, sanki alışkın olduğu bir yöntemle dört bir tarafını kontrol ediyor gibi. Beden dilinden, bu kişinin mutlaka ciddi bir eğitim aldığını seziyorsun. Adam bir anda "Kirigakure no Jutsu!" diye bağırıyor ve yaptığı tek el mührüyle birlikte ortamı sis kaplıyor. Bir anda hiçbiriniz önünüzde ne olduğunu göremiyorsunuz. Henüz bir saldırı yok ama her an her yerden gelebilir. Ne yapacaksın?
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Off Topic
Kurooni Jin, birinci habersiz pasifliğini gerçekleştirmiştir.

Üç habersiz pasiflikte ödül eksilir, dört habersiz pasiflikte oyuncu konudan atılır. Aman dikkat!
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sun Nov 24, 2024 1:41 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Kunaimi potansiyel hedefe doğru fırlatmamla birlikte, saniyeleri kovalamaya başlamıştım. Nasıl bir tepki verecekti, sadece blöf yapan birisi miydi yoksa gerçek bir tehlike mi, merak ediyordum. Ancak adamın hızlı bir refleks ile çelik koruma parçasını bileğinden çıkarması, ardından kunaime doğru hamle yapması durumu netleştirmişti. Bu adam gerçek bir tehlikeydi ve koordine bir şekilde çalışmazsak üçümüzden biri yaralanabilirdi, hatta hepimiz bile. Shiho'nun sessiz çığlığı, Kitamaru'nun endişesi ve Hame'nin hayranlık ile korku arasındaki tepkisinin içinde, dallardan atlamak için hamle yapmıştım. Bu adam boş bir adam değildi, gözleri beni arıyordu. Göz göze geldiğimiz anda, yüzündeki gülümsemeyi görmek içimi ürkütse de soğukluğumu korumaya çalışıyordum.

Saldırıya hazır bir şekilde yerimde sakince durmaya çalışıyordum. Görev önceliğimiz Kitamaru'yu kurtarmaktı, ancak şimdi çok daha farklı bir şey karşımıza çıkmıştı. Burada yapılması gerekenin ne olduğunu düşünmeden edemiyordum. Belki Shiho'nun kaçmasını sağlamak olabilirdi, ancak o zaman nasıl tam bir takım olmuş olurduk emin değilim. Sadece bir görev için iki kişiyi feda edip, bir kişiyi geri göndermek mantıklı mıydı? Sanmıyorum. Bir takım olarak karşımıza çıkan tehlikeyi def etmek mantıklı mıydı? Kesinlikle.

Adamın beden dilinden ciddi bir eğitim aldığı belli oluyordu. Kolay lokma olmayacağı kunaimi engelleyişinden belliydi. Ancak hiç beklemediğim şey ise, bizi bir anda sisin içine hapsetmiş olmasıydı. "GERİYE!" Diye bağırarak çağrı yaptıktan sonra, dikkatli bir şekilde arkama doğru adımlamaya çalışacağım. İlk amacım, sağ ve sol elimi geriye doğru atarak, hızlıca Hame ve Shiho'yu bularak onları kollarından tutup sisin dışına çıkarmak için sürüklemek olacak. Ama önce onları bulmam gerekiyor. Aynı zamanda dikkatli de olmalıyım, bu adamın nereden saldıracağından emin değilim.
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Önce Hame ve Shiho’nun yerini tespit etmeye çalışıyorsun. Vücudun tetikte; en ufak bir fısıltı veya ayak sesi duymaya çalışıyorsun. Sis, bir gölge oyunu gibi etrafınızda dönerken birkaç adım geriye atıyorsun. Elini uzatarak önce Hame’nin koluna denk geliyorsun, deri ceketini tanıyorsun. O da sisin içinde öksürerek yönünü bulmaya çalışıyor. Kolunu senin elinden kurtarmaya yeltenir gibi olsa da sesinden paniğini anlıyorsun. "Bu nereden çıktı yahu… Nefes alamıyorum gibi!"

Derken, Shiho’nun hafif sesini duyuyorsun. Kitamaru’nun huzursuz havlamaları var; ufak, korku dolu inlemeler. "Jin! Ben de buradayım. Köpek çok huzursuz, ne yapacağız?!" Dikine bir hamleyle, sisin içinden belli belirsiz seçebildiğin Shiho’ya doğru uzanıyorsun. Onu da omzundan yakalıyorsun. Şimdi ikisini de bulduğuna göre, bir an içini rahatlatan bir duygu hissediyorsun. Aynı anda aklına gelen ilk fikir, herkesi derhal sisin dışına çekmek. Ancak sorun şu ki, sisin tam sınırının nerede olduğunu bulmak imkansıza yakın. Yoğunluk arttıkça, gözün önünde ince bir gri duvar dışında neredeyse hiçbir şey yok.

Hame nefes alıp verirken, adamın yönünü merak edip "Hala buralardaysa, saldırabilir… Göz göze bile gelemiyoruz. Lanet olsun." diyor.

Shiho ise Kitamaru’yu göğsüne bastırarak "Bir şey hissedersem bağırırım. Hadi… Bu yöne gidelim mi?" diyor.

Tam geri çekilip sisin inceldiği bir yer aramaya yelteniyorsunuz ki ayaklarınızın altında hafif bir titreşim hissediyorsunuz, sanki yakınlarda birinin çok hızlı hareket ettiğini gösteren bir basınç dalgası. Başınızı kaldırıp sağa sola bakmaya çalışıyorsunuz, ama boşluk. Kulak kabarttığınızda, sisin içinden gelen, metalin havayı yırtan fısıltısına benzeyen bir ses duyuyorsunuz.

Bir anda, sisin içinden hızla fırlayan karaltı, doğruca size doğru atılıyor. Tam silueti seçemeseniz de adamın o kınından sıyırmaya başladığı kısa kılıcın parıltısını fark ediyorsunuz. Yana doğru sıçramak için refleksle hamle yapıyorsunuz, Hame ve Shiho da senin hareketinle eşzamanlı şekilde sıyrılmaya uğraşıyorlar. Sis içinde olduğunuz için kafanızda bir an karmaşa yaşanıyor: Düşman tam hangi açıdan saldırıyor?

Yine de hamlenle kısmen kurtuluyorsun. Kısa kılıç, Hame’nin bulunduğu noktaya yakın bir yerden, yarım ay şeklinde bir kesik açarak geçiyor. Hame son anda kollarını geri çekiyor ve yuvarlanarak yere kapaklanıyor. Dizini çürütecek kadar sert bir düşüş, ama ölümcül yaradan kurtulmuş gibi duruyor. Adam, şu an tam yanınızda, görmeden hissedebiliyorsunuz. Sis hala dağılmıyor, koyu bir duvar gibi etrafınızda dönüp duruyor.

Shiho "Orada! Solda Jin, solda!" diye bağırıyor. Ses ve reflekslere güvenerek kılıçlı siluete dönüyorsun; ama sisin içinde o kadar hızlı yön değiştiriyor ki, tam isabet alman kolay değil. Birkaç kalp atışı süresi içinde, adam tekrar geri çekiliyor. Sis yardımıyla adeta görünmez bir gölgeye dönüşmüş durumda. Ayak sesleri sağınızda mı, solunuzda mı, karar vermek güç.

Tek bildiğiniz, bir sonraki saldırıya çok daha dikkatli hazırlanmanız gerektiği. Şu an planlı bir şekilde hepiniz sırt sırta verebilirsiniz, ya da sisin dışına çıkmanın bir yolunu bulmanız lazım. Adam bir sonraki hamlesini ne zaman yapar, kim bilir… Göğsünüzdeki tedirginlik, sisin soğukluğuyla birlikte kemiklerinize işliyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sun Nov 24, 2024 1:41 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
"Siktir..."

Ağzımdan oldukça ince bir ses halinde çıkmıştı düşüncelerim. Bunu yapmamam gerekiyordu, şuanda büyük bir stres içerisinde dahi olsam, duygularımı dışa vurmamalıydım. Ben bunun için eğitilmemiştim. Neredeyse yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlayan kalbimi sakinleştirmem gerekiyordu. Hame ve Shiho'nun kelimeleri kulağıma geldikçe içimdeki korku ve adrenalin artıyordu, ancak sakin kalmak zorunda olduğumu biliyordum. Onlara nazaran, sakinleşmem normalden daha kısa sürüyordu, aldığım eğitimler sayesinde. Bir öncelik sıralaması yapmak zorundaydım, görevimi mi öne koymalıydım, canımı mı, yoksa takım arkadaşlarımın akıbetini mi? Babam olsa ne yapmamı isterdi diye düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. Ayaklarımın altında hissettiğim bir titreşim, kafamdaki düşüncelerin birbiri ardına sıralanmasına sebep oluyordu. Düşüncelerimi susturmak benim için çok zordu ve bu olmaması gereken bir şeydi. Aldığım tüm eğitimlere tersti.

Karaltı, doğruca bize doğru atıldığında kısa kılıcın parıltısını fark etmiştim. Üçümüzde eş zamanlı bir şekilde bu saldırıdan kurtulmak için hamle yapmıştık, ancak hangi açıdan saldırdığını bilmiyorduk. Saldırı Hame'nin bulunduğu noktaya yakın bir yerden gelmişti, bu saldırıdan sonra yuvarlanarak yere kapanmıştı, en azından ölümcül bir darbe almamıştı. Adamın yanımızda olduğunu hissediyorduk, Shiho'nun solumda olduğunu söylemesiyle birlikte daha da emin olmuştum. Çok hızlı yön değiştirmiyor olsaydı, muhtemelen hızlıca hedef alabilirdim ancak imkanı yoktu. Ne yapacağımızı düşünmekten düşüncelerimi toparlayamıyordum. Yeteneklerim, bu sis duvarının içinde kullanabileceğim şeyler değildi. Derin bir nefes aldım hızlıca. Babamın bana öğrettiği sakinleşme tekniklerini kullanmalıydım. Böyle bir durumun içinde kalacağımı biliyor olmalıydı, sanırım bana bu yüzden öğretmişti tüm bu teknikleri.

Derin bir nefes...

Birkaç saniye tut...

Nefesini kesik kesik geri ver...

Ciğerlerindeki nefesi tam boşaltmadan hemen derin bir nefes daha al...

Tüm duygularından arın...

Pozitif veya negatif...

Hepsini zihninden sil...

Çektiğin derin nefesi tamamen geri ver...

Birkaç saniye bekle...

Normal bir şekilde nefes almaya başla...

Ne yapacağına karar ver...

Eiengan'a ihtiyacım olduğunu kesinleştirdikten sonra, hızlıca aktive ettim. Sadece Derin Fısıltı'yı kullanmam gerekiyordu, ancak düşman üzerinde değil. Gözlerimi hızlıca Shiho'nun gözlerine döndürdüm, sonrasında fısıldamaya başladım sessizce. O adamın duyamayacağını biliyordum, ancak Shiho'nun zihninde büyük bir yankı yaratacaktı.

"Shiho, çabuk Bunshin no Jutsu'yu kullan, sonrasında Kitamaru ile birlikte hızlıca çekil. Klonun benimle kalsın, sisten çıkmanız için bunu yapmanız gerek. Ben bu tekniği kullanamadığım için, sizin çıkmanız gerek. Yardım getirene kadar burada dayanabilirim. Kitamaru ile birlikte senseimizin yanına git."

Ona fısıldadıktan sonra, hızlıca Hame'nin gözlerine döndüm. Gözlerinin içine baktıktan sonra, Derin Fısıltı'yı tekrardan kullanmaya başladım.

"Hame, çabuk Bunshin no Jutsu'yu kullan, sonrasında Shiho'yu koruyacak pozisyonda onunla birlikte sisin dışına çık. Klonun benimle kalsın, sisten çıkmanız için bunu yapmanız gerek. Ben bu tekniği kullanamadığım için, burada kalmam gerekiyor. Yardım getirene kadar dayanabilirim. Kitamaru ve Shiho ile senseimizin yanına git ve yardım çağır. Sana güveniyorum."
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Kendini sakinleştirmeye çalışırken, ciğerlerin titreyen, kesik kesik nefeslerle dolup boşalıyor. Ormanın içinde hala hüküm süren yoğun, boğucu sis, görüş alanını neredeyse sıfıra indiriyor. Damarlarında yankılanan adrenalin, zihnindeki dağınık düşünceleri bastırmaya çabalasa da tam tersi etkiler yaratıyor. Tam o anda, babanın sana gösterdiği nefes egzersizlerini hatırlıyor, içindeki paniği dizginliyorsun. Bir, iki, üç... Derin bir nefes alıp verme ritmini yakaladıkça, düşüncelerin tekrar netleşiyor.

Ve sonra Eiengan’ı açmaya karar veriyorsun. Bir an içinde gözlerinin derinlerinde klanının kadim gücünü hissediyorsun. Eiengan’ın getirdiği o karanlık titreşimler, gözünün bebeğinde karanlıkla kırmızının iç içe girdiği bir girdap gibi beliriyor. Sanki etrafına yaydığı bir aura var, içindeki odak ve saldırgan potansiyel aynı potada kaynıyor. Şimdi Derin Fısıltı tekniğini kullanma vakti.

Eiengan’ı aktive edince, büyülü bir parıltı gibi göz bebeklerin farklı bir ışıltıyla titriyor. Sis içinde Shiho’nun nerede olduğunu sezmek kolay değil ama kısa bir an için göz göze gelebilecek kadar yakın olduğunu hissediyorsun. Yaprakların hışırtısı, köpeğin iniltisi, Hame’nin nefesi… Her şey senin için bulanık. Yine de kısık bir sesle, neredeyse fısıldayarak konuşmaya çalışıyorsun; biliyorsun ki Derin Fısıltı tekniği, göz temasını sağladığın anda hipnozvari bir etki yaratacaktır. Mühüre ya da belirgin bir jest yapmaya gerek kalmadan, sözlerin direkt olarak Shiho’nun zihninde büyük bir yankı şeklinde çınlayacaktır.

Elinle sisin içinde hafifçe dokunarak Shiho’ya yöneldiğinde göz göze gelmeyi başarıyorsun. Bir an, gözlerinin karanlık derinliğine yakalanmış gibi onun ifadesi kilitleniyor. Çevredeki uğultu sanki bıçakla kesilmişçesine duruyor; Eiengan’ın devreye girdiği o anda, ağzından çıkan fısıltı Shiho’nun kulaklarında değil, direkt zihninin içinde beliriyor.

Shiho’nun gözleri büyüyor, sanki senin sesini kulakla değil, ruhuyla işitir gibi bir ifadesi var. Boynundaki köpek hafif hırıldasa da Shiho’nun hareketlerindeki tutukluluk çözülüyor. Bir anlık zihinsel komutla, kararını vermiş gibi başını sertçe sallıyor ve ek bir şey söylemeden, sadece göz temasıyla sana geri yanıt veriyor.

Gözlerini ayırmadan, hızlıca Hame’yi arıyorsun sis içinde. O da sendeleyerek iki adım ötede, kollarını yüzüne siper etmiş halde. Küfreden, nefes nefese kalmış bir halde sisin nereye yayıldığını anlamaya çalışıyor. Onun da dikkati senin gözlerine değdiği anda, Derin Fısıltı bir kez daha aktifleşiyor; kısık sesle fısıldasan dahi, Hame’nin zihninde talimatların güçlü bir çınlamayla yankılanıyor.

Hame’nin gözlerindeki afallamayı hissediyorsun. Alnında hafif bir ter birikiyor, sanki aklında binbir itiraz ya da soru var ama Derin Fısıltı’nın hipnozumsu yönlendirmesiyle dudakları arasından hiçbir kelime çıkmıyor. Başını evet dercesine sallıyor ve bakışlarını hızla çevresine dikiyor.

Bir an sonra, Shiho ve Hame aynı anda ellerini bulabildikleri kadar minimal bir mühür formuna getiriyorlar. İkisi de Bunshin no Jutsu’yu gerçekleştirmek için gözlerini kısıyor. Sis hala etrafınızı adeta bir duvar gibi kuşatıyor ama her biri, zayıf da olsa iki ya da üçer klon çıkarmayı başarıyor. Beyaz dumanla kısa bir an görmen engelleniyor; sonra önünde, Shiho ve Hame’nin tam kopyası gibi duran, ama bakışlarından kopya oldukları anlaşılan iki sahte beden beliriyor.

"Ben çıkmaya çalışıyorum. Köpeği sağlam tutacağım… Sen de bizim klonlarla kal, Jin!"

"Sakın kendini öldürtme, aptal! Dönüp seni bulurum, merak etme."

Sisin içinde sendeleyerek ama kararlı adımlarla geri çekiliyorlar. Kucağında Kitamaru olan Shiho, her adımında köpeği sakinleştirmeye çalışıyor. Hame de yanı başında, kolundaki yaraya rağmen çevreyi kollayarak yürüyor. Onların klonları ise kısa süre sonra yanında bitiyor, nefes alıyormuş gibi davranıyorlar ama sahte oldukları belli. Yine de sayısal üstünlük gibi bir hava yaratacakları kesin.

Onlar uzaklaşmaya başlar başlamaz, sisin farklı bir köşesinden, keskin ve kararlı bir ses duyuluyor. "Katon: Goukakyuu no Jutsu!"

Kısık ve buz gibi çıkan bu sesin ardından, göz göremeyecek kadar yoğun sisin içinden alevlerin çatırtısı yükseliyor. Kulaklarında yankılanan o hışırtı, sanki ateşin havayı yararak geldiğini hissettiriyor. Sisin koyu gri bulutları arasında, aniden parlak turuncu bir ışık beliriyor. Bir ateş topu, büyüyerek sana doğru ilerliyor, çapı hızla genişleyen, çevresinden kıvılcımlar saçan bir alev kütlesi.

İki klonun refleksif şekilde senin önüne geçiyor, belki içgüdüsel bir savunma hamlesi yapacaklar, ama alevin ısısı yaklaştıkça klonların bünyesi bozuluyor. Henüz teması bile sağlanmadan, yoğun hararetle birlikte puf diye patlayıp dağılıyorlar. Sis ve illüzyon dumanı birbirine karışıyor; bir anda sanki önünde alevlerin açtığı bir koridor beliriyor. Sisin büyük bir kısmı küle dönercesine dağılırken görüşün açılıyor lakin tehlike tamamen ortadan kalkmış değil. Alev topu hala orada; yalnızca üç dört metre kadar mesafe kalmış!

Sis dağıldıkça, ateşle yüz yüze olduğunun farkına varıyorsun. Bir anda sıcaklık yüzünü kavuruyor, gözlerinde yanma hissi. Şimdi bir karar vermen gerek, ya bir hamleyle kendini kurtaracak, ya da yıkıcı alevler seni yutacak. İşte o an, her saniyenin değerli olduğunu hissediyorsun. Turun burada, alevlerin tehdidiyle son buluyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sun Nov 24, 2024 1:41 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Yaptığım planın ne kadar mantıklı olup olmadığını bilmiyorum. Özellikle böyle bir düşman karşımdayken, muhtemelen takım çalışmasına uymadığım için azar yemem de mümkün. Ancak takım arkadaşlarımı tam anlamıyla tanımıyorum, neler yapabileceklerini, yeteneklerini bilmiyorum. Bu yüzden kafamda dönen en mantıklı senaryo, onları hocamızı bulması için yollamak oldu. Zamanında yetişemezlerse ciddi bir hasar alacağımı da biliyorum. Bunun ötesinde, belki görevi tamamlayabilmek için Kitamaru'yu yollamış olmak bize övgü kazandırabilir. Aklımda dönen en kötü senaryolardan birisi, beni geride bıraktıkları için azar yemeleri olacaktı ki, en azından bunu açıklamak oldukça kolay olacaktı. Onları ailemden miras aldığım kudretle hipnoz etmiştim, bu yüzden çok yüksek ihtimalle verdikleri kararlar saf iradeleriyle aldıkları kararlar değildi. Benim onlara dayatmam sayesinde olmuştu.

Kısacası, hocamız tarafından azar yiyecek birisi varsa, o kesinlikle bendim ve grubun lideri olarak tüm sorumluluğu almaya hazırdım.

Shiho ve Hame'nin çekilmesiyle birlikte, kendimi daha da sağlama almaya çalışıyordum. Neticede tek başımaydım, üstelik sisin içerisinde yeteneklerimi kullanamayacağım bir pozisyonda kalmıştım. Klonlar ve ben, bir şeyler yapmak için veya direnmek için çaba gösterebilirdik, ta ki adamın ağzından çıkan sözcükleri duymasaydım. Üzerime doğru gelmeye başlayan alev topuna karşı klonlar önüme geçmişti, ancak bünyeleri bozulmuş ve patlayıp dağılmışlardı. Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum, üç dört metre kadar bir mesafe içerisinde kaçmak zorundaydım. Bu yüzden, en mantıklı olan sağıma doğru zıplamak olacaktı. Bombeli bir şekilde zıplamayı başarırsam, kaçmam mümkün olurdu. Alev topunun geldiği yönde ise, o adam orada olmalıydı. Bu yüzden, belimden bir kunai daha çıkartırken, bombeli bir şekilde sağıma doğru zıpladım, alev topunun geldiği yöne doğru ise kunaimi tüm gücümle fırlatacağım.

Ayaklarım zemine bastığı anda, göz teması kurabilmek için çaba sarf etmem gerekiyor. Ailemden gelen kudreti, bu adama karşı kullanmak zorundayım. Belki tam etkili olmayacak ama, denemek zorundayım.
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Alevin sıcağı, neredeyse suratında çatlayacakmış gibi yakıcı bir baskıyla üzerinize doğru gelirken vücudun tepki süresi anlık kararınla birleşiyor. İçinde kopan telaşın ortasında, zihninle bedenin aynı hizaya giriyor: Sağa doğru zıplamalısın. Derin bir diyafram nefesi çekip ayaklarını bir yay gibi geriyor, tüm gücünü kullanarak toprağı itiyorsun. Tam zamanında sıçrayınca, ateş topu sırtının yakınından geçen bir fırtına gibi sola doğru akıp gidiyor, geride kavrulmuş dal parçaları ve küllü bir duman bırakarak ormanın daha uzak bir kısmına savruluyor.

Sis, o alev hücumu ile birlikte dağılıyor; çevrenin silüetleri daha net seçilebiliyor. Ağaç gövdeleri üzerinde yayılan is, havada çürümüş kömür kokusu bırakmış. Sen ise havadayken belindeki bir kunaiyi çekiyor, hedefi gözlerinle arıyorsun. Ateş topunu gönderdiği noktaya dair kestirimini yaparak, kolunu gerip yüksek bir hızla kunaiyi savuruyorsun.

Boşlukta, metalin tiz sesi duyuluyor. Kunai, uçuş hattındaki çalıların arasını yararak kayboluyor. Ve o anda, beklenmedik bir çığlık duyuluyor, o soğukkanlı adamdan gelen acı yüklü bir inilti.

Ayakların yere temas ettiğinde, dengeni hafifçe yitirecek gibi olsan da, son anda dirseklerini ve dizlerini kırarak duruşunu toparlıyorsun. Nefesin hızlı, kalp atışların kulaklarında çınlıyor. Bir an gözlerinle etrafı tarıyorsun. Alev topunun yarattığı o dehşet verici sıcaklık hala dallarda hissediliyor, ama ortalıkta gözle görülür başka bir tehdit yok. Sis perdesi de büyük ölçüde dağılmış halde; gri dumanın kalan kalıntıları, yavaş yavaş göğe yükseliyor.

Adamı bulmak için hemen ileri atılıyor, çalıları aralayıp ihtiyatla bakıyorsun. Birkaç metre ileride, toprakta kan damlaları ve sendeleyen adım izleri görüyorsun. En çok dikkatini çeken, yerde duran parıltılı bir metal parçası oluyor. Yaklaştığında, bunun adamın sağ omzunda olduğunu tahmin ettiğin koruyucu plakanın, bir omuzluğun düşmüş hali olduğunu fark ediyorsun. Kunainin darbesiyle kopmuş olmalı. Yaralanan adam, belli ki geri çekilmiş. Onu kovalamaya hazırlanırken, etrafta hiçbir hareket yok. Boğuk ayak sesleri çoktan uzaklaşmış, ağaçların arasında tek bir hışırtı bile kalmamış.

Omuzluk parçasını eline aldığında, ağır ve sağlam bir metalden dövüldüğünü anlıyorsun. Üzerinde bir sembol kazılı ama sembolü tanımıyorsun. Daire içinde çapraz çizgiler ve ortasında ne olduğu belirsiz bir şekil var. Aklından kim bu adam sorusu geçiyor. Şimdilik cebine sokuyorsun; belki sonra araştırma fırsatın olur.

Tüm bu anların ardından, arkadan gelen seslere kulak kesiliyorsun. Bir çalı öbeğinin arkasından Shiho ve Hame görünüyor. İkisi de nefes nefese ama yüzlerinde endişeyle karışık bir rahatlama ifadesi var. Shiho kucağında hala Kitamaru’yu tutuyor; yavru köpek inlemeyi kesmiş, belli ki bu tehlikeli atmosferden sıyrıldığı için derin bir korku hissediyor ama en azından güvende. Hame’nin kolundaki kesik yüzünden okunuyor ama çok ciddi gözükmüyor.

Hame "Vay canına… Ne yaptıysan işe yaramış anlaşılan. Adam kaçmış mı?" diye soruyor.

Shiho ise hemen Kitamaru’yu yere bırakıp yanına yaklaşıyor. "Jin, yaralı mısın? İyi misin? O alev topu neredeyse seni-" derken Hame araya giriyor. "Kavuracaktı."

Tam o sırada, arkada çabuk ve pürüzsüz adımlarla yaklaşan bir gölge dikkatinizi çekiyor. Geç kalmış bir selam gibi, senseiniz Hatake Shizuri beliriyor; omuzlarındaki kimono kuşağı hafifçe dağılmış, belli ki telaşla buraya koşmuş. Hızlı ve zarif hareketlerle yanınıza yaklaşırken derin bir soluk veriyor.

Shizuri kaygılı bir şekilde etrafı süzüyor. "Hepiniz… iyisiniz, değil mi? Köpek de burada. Oh, şükür. Uzaklardan sesler duydum, biraz önceki patlama… Ateş elementi? Neler oldu, Jin? Hemen anlatır mısın?"

Shiho ve Hame, senseinin gelişiyle bir nebze rahatlamış gibi duruyor. Kitamaru ise Shizuri’ye bakıp minik bir mırıldanmayla ayaklarının etrafında dönüyor. Sen, biriken bunca duygu ve düşünce arasında derin bir nefes alıyor, bakışlarını Shizuri’ye çeviriyorsun. Senseinin ifadesi ciddileşiyor, belli ki tam bir açıklama bekliyor.

Gördüğün Sembol
► Show Spoiler
Locked