Shiho ise yumuşak bir sesle "Tamam. Sen ağaçlara çık, biz burayı kollayalım. Sessizce dairesel bir tur atacağını söyledin, aklımız orada olsun. Eğer tehlike görürsek bağıralım, anlaştık." diyor. Aranızda sessizce paylaştığınız bu son bakışın ardından, iş bölümü netleşiyor. Shiho, Hame’nin uzattığı bez torbadaki pastırmayı sabırla çıkarmaya başlıyor; kokusu ağır ve davetkar bir şekilde havaya yayılırken, sesi olabildiğince yumuşatıp Kitamaru’ya doğru yaklaşıyor. Hame ise etrafı kontrol etmek amacıyla, Shiho’dan birkaç metre öteye pozisyon alıyor, iki kolu da savunmaya hazır şekilde gövdesine yakın, gözleri arada bir ağaç tepelerine kayıyor.
Tam bu sırada sen, yakınınızdaki gür gövdeli ağaca yöneliyorsun. Tek bir güçlü zıplamayla en alt dala tutunuyor, ardından kontrollü bir şekilde yukarıya doğru tırmanmaya başlıyorsun. Etrafı mümkün olduğunca sessizce izlemen gerekiyor; ağaçların içi, gün ortasında bile gölge koridorlar gibi karanlık hissedilebiliyor.
Aşağıda Shiho, kısık bir sesle mırıldanarak pastırmayı sallıyor. "Gel, ufaklık. Tadına bakmak istersen korkma, zararsızız. Hadi yaklaşırsan doyacaksın…" Kitamaru, çalıların arasında bir an görünüp kayboluyor. Ara sıra kulaklarını dikleştirip geri adım atıyor, sonra tekrar kokuyu alıyormuş gibi öne geliyor. Gözlerinde hem merak hem de ihtiyat okunuyor. Hame, göz ucuyla onu izlerken bir yandan da etrafı kolaçan ediyor.
Sen ise dallar arasında, neredeyse kuşbakışı bir rota izleyerek dairesel biçimde ilerlemeye koyuluyorsun. Yaptığın her adımda kuru yaprakların hışırdamasından kaçınmaya çalışıyorsun. Birkaç ağacı aşarken, az önceki ıslık sesinin geldiği yönü tespit etmek için kulaklarını dört açmış durumdasın. Nihayet, biri diğerlerine nazaran daha sık yapraklı bir ağacın tepesine çıkıp oradan etrafı taradığında sanki gözünün ucuyla bir hareket yakalıyorsun. Bir dalın ötesinde, karaltı gibi bir siluet… Çabucak bakışınla o noktayı netleştirmeye çalışıyorsun ama yaprakların yoğunluğu işini zorlaştırıyor. Derin bir nefes alıp dalların üstünde pozisyon değiştiriyorsun.
Bu sırada, aşağıdan küçük bir sesleniş duyuluyor; Shiho hafif bir coşkuyla fısıldıyor. "Kitamaru! Yakaladım, az kaldı!" Gerçekten de Kitamaru, pastırmanın kokusuna iyice yaklaşmış. Göğüs hizasında, Shiho’nun eline uzanır gibi dururken, bir an düşmanlık ya da tedirginlik göstermeden oturuyor. Tam o an Shiho’nun diğer eliyle tasmaya benzer bir bağlama girişiminde bulunduğunu görüyorsun; köpek pek memnun değil ama yine de hareketleri engellenmiş değil. Hame, hazırda bekliyor, olası bir kaçış ya da saldırı durumunda atılmak için. Tam her şey yoluna girdi, köpeği gerçekten yakalayıp görevi sonlandırabilecek misiniz diye düşünürken siluetin konumu hakkında daha fazla fikir edinmek için gözlerinle dalların arasını taramaya devam ediyorsun.
Birden, tam da sen ağaç gövdesinin öbür yanına geçerken ensende bir tüy gibi hafif esinti hissediyorsun. Parmaklarının arasında, gerilmiş bir çelik telin sesi gibi neredeyse duyulmaz bir vızıltı. Geri dönme refleksiyle başını çevirirken, hiçbir şey göremiyorsun ama yaprakların kımıldadığını fark ediyorsun. Biri olağanüstü bir çeviklikle daldan dala atlayıp senden uzaklaşıyor gibi. Belki de ıslık çalan kişi? Aniden aşağıdan bir patırtı daha duyuluyor.
Hame "Hey! Sen de kimsin?!" diye bağırıyor. Bir anda gözlerini aşağıya indiriyorsun. Shiho, Kitamaru’yu kollarına almaya çalışırken, Hame ise karşısında beliren, neredeyse ağaç gölgelerinin içinden çıkmış bir yabancıyla yüz yüze. Onun durduğu yer, birkaç adım ötesinde. Duruşu sakin, ama bakışları tehditkar. Üzerinde koyu renkli, uzun kollu, basit ama sağlam kumaştan yapılma bir giysi var; belindeki kemere asılı iki kısa kılıç kını göze çarpıyor. Yüzünü yarı kapatan bir siperlik veya bandana benzeri bir şey taşıyor, sadece soğuk bakan kahverengi gözleri görünüyor. Saçlarının rengi belki kumral, belki kestane, tam seçemiyorsun.
Adam, belki ıslık çalan siluetin kendisi, belki de aynı ekibin başka bir üyesi… Fakat yüzünde hiç de dostça olmayan bir ifade seziliyor. Sesinde alaycı bir sertlik var. "Köpeği bana verin. Yoksa öleceksiniz."
Shiho, kollarına aldığı Kitamaru’ya bakıyor; köpek de adamın yönüne doğru bakarken tüylerini kabartmış gibi. Pastırmanın kokusunu hala hissediyor ama en az onun kadar bu yabancıya karşı ürkmüş olduğu da belli. Hame, saldırı pozisyonuna geçer gibi bir adım öne çıkarıyor. "Ne demek köpeği verin! Sen kimsin, hangi hakla?"
Adamın dudak kıvrımı sakince yukarı doğru kalkıyor, bir tehdit ifadesi. Tekrar konuştuğunda hepiniz buz kesiyorsunuz. "Hak mı? Bu köpek benim. Bana teslim etmezseniz, hepiniz ölüme teslim olursunuz. Seçin."
Ağacın üstünden tüm bunları görüyorsun. Adamın çevresine yaydığı aura, bir tehlike sinyali gibi. Hame ve Shiho henüz tam neyle karşı karşıya olduklarını anlamış değil fakat bu işin basit bir kaybolan köpek görevi olmadığı kesin. Şu an, ekibin lideri olarak bir hamle yapmalı, ekibini koruyup Kitamaru’yu güvenli tutmalısın. Adam, belki çok güçlü değildir, belki sadece gözü pek bir serseri ya da yasa dışı işlere bulaşmış bir shinobi. Ama tehditkar sözleri, görevinizin seyrini anında değiştiriyor. Karşınızda, gölgelerden çıkmış bu soğuk yüzlü yabancı duruyor.