Elini kuklanın göğsünde tutmaya devam ederken gözlerinin içine bakıyor ve sakin, neredeyse duyulmaz bir sesle fısıldamaya başlıyorsun. Fısıltı dudaklarından çıktığı anda zihninin derinliklerine çarpık bir uğultu çöküyor. Bu ses, normal bir ses değil, boğuk, tiz ve kalın tonların karıştığı, anlam veremediğin bir uğultunun içinde ağlayan, zırlayan, acı içinde inleyen insanlar var. Bazıları boğuluyormuş gibi kesik nefeslerle hıçkırıyor, bazıları ise dişlerini gıcırdatarak çığlık atıyor. Çığlıklar kulaklarının içini oyuyor, boğazına tırmanıyor, sanki kafatasının içinden dışarı çıkmaya çalışıyorlar. Her biri farklı bir ağızdan, farklı bir dilde, ama aynı acıyla bağırıyor. Bu ağırlık beyninin arka tarafına saplanan soğuk bir bıçak gibi ilerliyor ve dayanılmaz bir şekilde seni sıkıştırıyor.
Daha fazla devam edemeyip fısıltını kesiyorsun. Göğsün hızlı hızlı inip kalkıyor, alnından soğuk terler akıyor. Ne yaptığını tam olarak bilmiyorsun, ama yapabildiğini hissediyorsun. Kukla sende olduğu gibi bir anlığına emirle yerinde sabitlenmiş halde duruyor. Hame hemen yanına geliyor, sesinde karışık bir telaş ve sabırsızlık var. "Artık gitmemiz lazım, bir karar versen iyi olur Jin." Tam karar verecek gibi hissederken Shiho birden başını yana çeviriyor. "Bir ayak sesi duydum." diyor alçak ama keskin bir tonla. Bu sözlerden hemen sonra iki gölge uzak bir noktadan sıçrayarak önünüze kadar geliyor.
Herkes içgüdüsel olarak geriye doğru çekiliyor, arada on metre mesafe bırakıyorsunuz. Kukla da seninle birlikte aynı anda geri adım atıyor. Karşınızda duran iki shinobi, keskin silüetleriyle duruyor. Her ikisinin yüzünde mor, kıvrımlı dövmeler var, sanki boyunlarından yanaklarına, oradan da gözlerinin altına doğru akan garip bir işaret. Biri koyu, eski püskü bir savaş giysisi içinde, gözlerinin etrafı kalın sürmeyle çevrilmiş, siyah çizgiler göz kapaklarının üzerinden şakaklarına kadar uzanıyor, bakışları yoğun ve tehditkar. Diğeri ise kat kat, garip desenli bir giysi giymiş, kollarındaki kumaşlar rüzgarda hafifçe dalgalanıyor, yüzünde yarı maske gibi duran sert deri parçaları var.
Sürmeli olan, yanında durana kısa bir bakış atıyor. "Kazuha, anlaşılan aradığımızı bulduk." diyor alaycı bir gülümsemeyle. Diğeri, yani Kazuha, bir adım öne çıkıyor. "Tatsuha, bana bırak." Sürmeli olan hışımla bağırıyor. "Siksen sana bırakmam lan böyle bir şeyi!" Kazuha adımlarını sertleştirip daha da öne çıkıyor, sesinde buz gibi bir tehdit var. "Kuklayı verin, yoksa şuracıkta sikeriz alayınızı."