Hari, senin sözlerini sessizce dinliyor. Gözlerinde hafif bir çatık kaş, yüzünde hiçbir mimik yok. Sözlerini bölmüyor, seni izliyor sadece. Ne Toshio ne de Saya bu sessizliği bozuyor. Takeshi ise hala başını öne eğmiş, utançla ayaklarının ucuna bakıyor. Kimse, tek bir nefes sesi dışında çıt çıkarmıyor. Rüzgar kasabanın girişinde sessizce esiyor. Kumlar ara sıra eteklerinize çarpıyor. Gökyüzü artık mora yakın bir lacivert. Gecenin tüm sakinliği, içten içe patlamak üzere olan bu anı seyrediyor gibi.
Hari sonunda başını yavaşça eğip, Takeshi'ye dönüyor. Gözleri hala sert ama içinde bir yumuşama belirtisi var.
"Şükret bence." diyor kısaca. Sonra duraksayıp sana başıyla işaret ederek
"Şükret ki Aoi gibi bir arkadaşın var. Yalnız kaldığımız ilk an, bana anlatacaksın." diyor.
Takeshi sessizce başını sallıyor. Gözleri hafifçe parlıyor. Önce Hari’ye, sonra sana bakıyor. Utanmış ama minnettar. Ağzı kıpırdıyor, bir şey demek ister gibi, ama sonra yalnızca gözlerini indirip iç çekiyor. Hari, gözlerini gökyüzüne çevirip derin bir nefes alıyor.
"Aoi, diğer söylediğin şey için…" diyerek başını yeniden sana döndürüyor.
"Şu anda bize resmi bir hükümet tarafından zarar gelmesi mümkün değil. Sadece Konohagakure değil, Ateş Ülkesi de şu anda dünyada en fazla itibara sahip yer. Iwagakure’nin böyle bir hamle yapması için kıtanın geri kalanının desteğini almaları gerekiyor."
Etrafındaki herkes dikkatle onu dinliyor. Hari ellerini arkasında birleştiriyor, ceketinin arkasını rüzgar hafifçe dalgalandırıyor.
"Bu ihtimalin varlığından söz edebiliriz elbet." diyor ve gözlerini kısarak daha karanlık bir tonda devam ediyor.
"Ama dediğin tehlikenin en fazla resmi olmayan bir örgüt tarafından gerçekleştirilebileceğini düşünüyorum. Bunun da Iwa sınırları içerisinde olacağını sanmıyorum." Kısa bir duraksama. Sonra daha alçak sesle ama net bir şekilde konuşuyor.
"Götleri yiyorsa gelsinler."
Ardından çantasını sırtına atıyor ve Iwagakure heyetine doğru yürümeye başlıyor. Arkasından hepiniz tek tek ilerliyorsunuz. Konuşacak bir şey kalmamış gibi… Ya da konuşulması gerekenler artık içerde sizi bekliyormuş gibi.
Yola çıkışınızın ilk günü, dağlarla çevrili düzlüklerden geçiyorsunuz. Kimi yerde çorak araziler, kimi yerde taşlı ormanlar var. Hava sıcaklığı gece hızla düşüyor, sabahları ise taşlar hala serin. İlk konaklamanızı bir mağara ağzında yapıyorsunuz; Ryuujin'in önerisiyle, güvenli olduğuna inandığı bir yer.
İkinci gün, Toprak Ülkesi sınırlarına yaklaştığınızda yol daha dikleşiyor. Ayaklarınız artık toz değil, sert kaya yüzeyine basıyor. Havadaki mineral kokusu yoğunlaşıyor. Yer yer volkanik taş izleri görüyorsunuz. Güneş, bu taşların üstünde hafifçe yansıyor, göz alıcı bir sıcaklık yayıyor.
Toprak Ülkesi'nin doğası sert ve köşeli. Burada her şey sivri, kararlı, dayanıklı. Çorak ama onurlu. Gökyüzü çoğu zaman açık, rüzgar ise kuru.
Üçüncü günün sabahında, tepelerin arasından dar bir geçide giriyorsunuz. Geçit sonunda sizi taştan dev sütunların çevrelediği, kanyon içinde saklı bir köy karşılıyor.
Iwagakure no Sato.
Yüksek, köşeli binalar; taş bloklardan oyulmuş geniş sokaklar ve sert bakışlı insanlar. Duvarlarda tozlu bayraklar. Dış cepheleri çatlak ama sağlam. Tavanları basık. Renkler soluk ama heykeller görkemli. İnsanlar size dikkatlice bakıyor ama ses çıkarmıyorlar. Heyetle geldiğiniz için kimse soru sormuyor. Geleneklerine uygun olarak misafirperverler; ama gözleri dikkatli.
Her köşe başında küçük taş sunağı olan bir sokak görüyorsunuz. Çocuklar sokakta koşarken, yaşlılar kayalıklara dizilmiş, güneş altında sessizce oturuyor. Tam bu sırada, önünüze küçük bir çocuk dikiliyor. Üzerinde Iwagakure'nin klasik gri kıyafeti var, başında bir bandana ama alnında değil koluna takmış. Kucağında tuttuğu şey ise dikkatini hemen çekiyor.
Bir tilki heykeli. Taştan yapılmış ama o kadar özenle oyulmuş ki, kuyruğunun kıvrımı, gözlerinin badem şeklinde parlaklığı, patilerindeki detaylar… Hala sıcak gibi duruyor. Güneş vurdukça gri taşın içindeki sarı damarlar belli oluyor. Tilki sanki gülümser gibi yapılmış. Hem zarif hem oyunbaz bir havası var.
Çocuk sana bakıyor ve ince bir sesle konuşuyor.
"Iwagakure’ye hoş geldiniz!"
Tilki heykelini sana uzatıyor. Ellerindeki küçük nasırlar heykelin ağırlığını nasıl taşıdığını belli ediyor. Gözleri pırıl pırıl. Bekliyor.
Heykeli alacak mısın?