Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Sislerin ortasındaydı. Göz gözü görmüyordu. Etrafta kırık ve devrilmiş kayalar olduğunu seçebiliyordu. Sisin içinde keskin bir ışıltı fark etti. Sanki ay ışığının altında parıldamıştı. Yerde anlayamadığı birtakım siluetler vardı. Sonra ışıltının kaynağını fark etti. Bir bıçak. Üstünden taze kan damlıyordu. Bıçağı tutanın kim olduğunu da, kanın kime ait olduğunu da seçemiyordu. Biraz ilerledikten sonra geniş bir mağaraya geldi. Yine mi mağara? Rutubetli mağaranın içinde yankılanan uğultuları ve damlayan suları duyabiliyordu. Bir şey onu bekliyordu. Oraya çağırıyordu. Ama neydi? Çok uğursuz bir şey gibi hissettiriyordu. O esnada odaya geri döndü. Neydi bu şimdi? Bu gerçekten Takeshi ile mi ilgiliydi yoksa tamamen başka bir şey mi görmüştü? Rahatsızlıkla midesine kramplar girdiğini hissetse de geriye dönüp diğerlerine bakacak cesareti bulamadı. Hızla kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

Dışarı çıktığında yağmur yağmaya başlamış olduğunu fark etti. Gökyüzü bulutlu da değildi üstelik öncesinde. Ani yağmurlardan birisi olmalıydı. Avuçlarını yukarı kaldırıp yağmur damlacıklarının bedeniyle bütünleşmesini hissetti. Toprakta hemen yağmur kokusu oluşmuştu. Ahh... Aoi yağmurlu havaları gerçekten çok seviyordu. Kasabanın taş yolları ıslanmıştı. Su birikintileri yoktu. O kadar şiddetli yağmıyordu. Yine de insanlar tezgahlarını kaldırıp dağılmışlardı. Saat de çok geç olmuş olmalıydı. Adım attığı anda bir şimşek çakmasıyla gökyüzü bembeyaz aydınlandı. Ve bununla da birlikte yağmur şiddetini arttırarak sağanağa dönüşmüştü. Duştan sonra daha yeni kuruyan saçları yeniden sırılsıklam olmuştu. Üzerindeki kimonosu da... Neden kimonoyla çıkmıştı ki? Pek pratik değildi. Gerçi üniformasını giyecek zamanı da olmamıştı. Neyse artık dönünce bir şekilde kuruturdu. Şimdi Takeshi'yi bulması ve bir şekilde geri dönmeye ikna etmesi gerekiyordu.

Aramaya nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu ancak görüsünde bir mağara ağzı görmüştü. Bu yüzden kasabanın dışında, ücra bölgeleri aramaya başladı. Mümkünse de bir dağ girişi arıyordu. Kasabanın dışına doğru ilerlediğinde kayalık bir yamaç olduğunu fark etti. Kırık, devrilmiş kayalar... Her şey görüsüne göre ilerliyordu. Bu iyiye işaret olamazdı. Hızla yamacı tırmanmaya başladı. Kayalığın ucuna doğru ilerlediğinde birisinin oturuyor olduğunu gördü. Biraz daha yaklaşınca bunun tanıdık birisi olduğunu fark etti. Takeshi. Onu bulmuştu. Tek başınaydı. Başını yukarı kaldırmış, yağmuru izliyor gibiydi. Düşünceli bir hali vardı. Belki pişmanlık? Yaptığı hata ona yeni dank etmiş olsa gerekti. Saya'yı üzmekle kalmamış tüm grubu kendinden çevirmişti. Üstelik Konoha'daki kız arkadaşına ihanet etmişti ve bunu herkes biliyordu. Hem ilişkisi hem de bir sürü arkadaşlığı ve potansiyel arkadaşlıkları mahvolmuştu. Tek bir hata nelere sebep olabiliyordu. Yine de... İnsanlar hatalarından ders çıkardıkları sürece geri dönebilirlerdi.

Tam o anda, yağmur taneciklerinin arasından kırmızı bir renk gördü. Kan?! Takeshi'nin kolundan aşağıya kan süzülüyordu. Ona doğru ilerlemeye başladı. Takeshi onu fark edince gülümsemişti. Acıklı bir gülümseme değildi. O her zamanki, hiçbir şeyi umursamayan gülümsemeydi. Rol mü yapıyordu yoksa bu onun gerçek kimliği miydi? Gerçekten de hiç umurunda değil miydi? "Takeshi?" Çocuğun absürt sorusunu duymazdan gelip ona doğru yaklaştı. "Koluna ne oldu? Yaralandın mı? İyi misin?" Yüzündeki ifadeden bir anlam çıkartmaya çalışıyordu. "Neden hiçbir şey söylemeden gittin?" Kolunun neden kanadığını tespit etmek için ona biraz daha yaklaşmak istedi. "Saya sana çok kırılmış. Haklı da kırılmakta. Ama hala geri dönüp özür dileyebilirsin. Senden gerçekten hoşlandığını düşünüyorum. Çabalarsan hala bir şeyleri düzeltebilirsin. O da kendi hatasının farkında."
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Yağmurun hızla şiddetlendiği kayalık yamacın ucunda Takeshi duruyor, başını gökyüzüne kaldırmış, yağmur damlalarının yüzüne çarpmasına aldırmadan izliyor. Ona doğru adım attıkça, yüzündeki o hafif gülümsemenin değişmediğini fark ediyorsun. Normalde gamsız ve kaygısız tavırları seni sinirlendirirdi ama şu an… tuhaf bir şey var. O her zamanki umursamaz gülüşü bile bir garip duruyor.

Takeshi’nin kolundan damlayan koyu kırmızı sıvıyı görüp endişeyle sorularını sıralıyorsun. Ona biraz daha yaklaşırken, yüzündeki o garip ifadeyi çözmeye çalışıyorsun.

Takeshi, hafifçe başını eğiyor, gülümsemesi silinmiyor. Sakin ve hafif bir sesle konuşuyor. "Evet, hata ettim. Baştan onunla yakınlaşmamalıydım."

Sesinde pişmanlık var mı, yok mu ayırt edemiyorsun. Ama devam ettiğinde, tonu biraz daha ağırlaşıyor. "Bizden olmaz, Aoi. Benden olmaz."

Tam o anda yüzüne odaklandığında, ağzının kenarından süzülen incecik bir kan çizgisi fark ediyorsun. İçin sıkışıyor. Kolundan akan kanı zaten görmüştün, ama bu?

Ne demek istiyor? "Bizden olmaz" ne anlama geliyor? Ağzını açıp sormak üzereyken Takeshi gözlerini tekrar gökyüzüne çeviriyor. Yağmur damlaları gözlerine düşmesine rağmen hiç kırpmadan yukarı bakıyor. Sonra, hafifçe iç çekiyor ve sesi yağmurun arasından yankılanıyor. "Bazen bir beden, taşıyamayacağı bir yükle doğar. O yük onun kaderidir. Çabalasa da kurtulamaz. Kendi yükünü taşıyamayan biri, başkalarını da batırır."

Söyledikleri kulağında tuhaf bir yankı bırakıyor. Klanından mı bahsediyor? Yoksa… kendisinden mi? Ne demek istiyor?

Takeshi sonunda gözlerini gökyüzünden ayırıyor, omuzlarını silkiyor ve dönerek sana bakıyor. "Klişe ve utanç verici, değil mi? Hadi içeri girelim."

Bunu söyler söylemez, kendini büyük bir rahatlıkla yamacı tırmanmaya başlayan biri gibi içeri yönlendiriyor. Ona ayak uydurarak peşinden yürümeye başlıyorsun. Ancak hareketleri… Rahat görünüyor, ama bir şeyler yanlış. Söylediklerinden, vücut dilinden, içini kemiren o histen kaçamıyorsun.

Bir süre sessizce ilerledikten sonra Takeshi kendi kendine konuşmaya başlıyor. "Biliyor musun, geçmişi düşününce… Konoha'nın bana insan içine çıkma izni vermesine bile şaşırıyorum." Biraz yavaşlıyorsun. "Aslında bir klanım var. Ama şimdi tek başımayım. Shindou Klanı'nın son üyesiyim." Shindou? Böyle bir klanı hiç duymamıştın. Takeshi hafifçe gülerek konuşmaya devam ediyor. "Amegakure’deydik. Oraya aittik. Ama bizim güçlerimiz… pek de hoş şeyler değildi. O yüzden pek kimse sağ kalmadı. O yüzden benden de pek bir şey olmayacak." Son cümleyi biraz daha alçak sesle söylüyor. Ama içinde hiçbir duygu yok gibi. Nostaljik bir ağırlık mı, yoksa alışkanlıktan mı böyle konuşuyor, anlayamıyorsun.

Tam ona daha fazla soru sormaya hazırlanırken, Takeshi duruyor. Sana doğru dönüyor ve gözleri… değişiyor. Gözbebeklerinin etrafında turuncu, dairesel bir desen parlıyor. Sanki gözlerinin içinde dönen bir çember varmış gibi… Farklı. Doğal olmayan bir şey. Nefesin bir an için kesiliyor. Takeshi sana doğrudan bakarak hafifçe eğiliyor ve sesi neredeyse fısıltı kadar hafif çıkıyor.

"Bundan Saya'ya bahsetme, olur mu?"

Daha cevabını bile beklemeden hızla arkasını dönüyor ve kapıdan içeri dalıyor. Kısa bir süre, öylece arkasından bakakalıyorsun. Az önce ne gördüğünü tam olarak kavrayamadan, içindeki tedirginlik büyüyor. Takeshi kimdi? Neydi? Shindou Klanı neydi?

Bu sorular beynini kemirirken başka seçeneğin olmadığını hissediyorsun. İç geçirerek otelin kapısını açıyorsun. Geri döndüğünde Toshio’yu kapının önünde beklerken buluyorsun. Odaya yeni dönmüş olmalı. Hiçbir şey söylemeden seni süzüyor, sonra başını hafifçe sallayarak kapısını açıp odasına yöneliyor. Belli ki senin de bir şey demeni beklemiyor.

Yorgun bir şekilde kendi odana giriyorsun. Saya sırtı dönük bir şekilde hala yatakta. Sabah konuşmak daha iyi olacak. Üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkartıp kuru bir şeyler giyerek yatağa uzanıyorsun. Düşüncelerini bir kenara itmeye çalışarak gözlerini kapatıyorsun. Yarın ne getirecek bilmiyorsun, ama fazla düşünmeye de halin yok.


Sabah olduğunda, hafif ışıkların camdan süzüldüğünü hissediyorsun. Uzanarak geriniyor ve gözlerini açıyorsun. Saya çoktan uyanmış, saçlarını düzeltirken aynaya bakıyor. Sana bir an için göz ucuyla bakıyor ama hiçbir şey söylemiyor.

Hızla hazırlanıyorsunuz ve birlikte odadan çıkıyorsunuz. Kapının önünde ekibin diğer üyelerini beklerken, ilk gelen Toshio oluyor. Sana yaklaşarak doğrudan soruyor.

"Takeshi nerede?"

Tam bir cevap verecekken, kafeterya kısmından gelen iki figürü fark ediyorsunuz. Hari ve Takeshi, yan yana konuşarak yaklaşıyorlar. Takeshi her zamanki gibi gülümsüyor ve çenesini hafifçe kaldırarak selam veriyor.

"Nasılsınız?"

Saya, hiç yüzüne bile bakmıyor. Hari ise bir an Takeshi’ye dönüyor, sonra size hitap ediyor.

"Heyet geldi. Şimdi görüşmeye gideceğiz."

Onun rehberliğinde otelin en üst katına çıkıyorsunuz. Çıktığınız anda geniş bir hol ile karşılaşıyorsunuz. Gözlerinizi çevirdiğinizde Iwagakure heyetinin yalnızca üç kişi olduğunu fark ediyorsun. En yaşlı görünen adam öne çıkıyor ve ağır bir ses tonuyla konuşuyor.

"Ben Tsuchiryu Ryuujin."

Hari hafifçe eğilerek kendisini tanıtıyor.

"Hari, Konohagakure Jounin komutanı."

Tam o anda, Takeshi hafifçe Toshio’ya yaklaşıyor ve kısık sesle konuşuyor.

"RyuRyu diyelim bu abiye."

Gözleri gülüyor, eğleniyor gibi. Toshio ise tek kelime etmiyor, belli ki bu yorum ilgisini hiç çekmemiş.

Ardından, Chuuninler teker teker kendilerini tanıtıyor. Önce, karşı taraftan genç bir kız öne çıkıyor.

"Ben Kamizuru Hanabi."

İsmi duyduğun anda, Toshio’ya doğru bakıyorsun. Yüzünde tanımadığın, sert bir öfke var. Kaşları çatılmış, gözlüklerinin arkasında patlamaya hazır bir şey saklı gibi. Bir adım öne çıkıyor ve sesinde hafif bir vurgu ile kendini tanıtıyor.

"Aburame Toshio."

Hanabi’nin gözleri bir anda büyüyor. O da sert bir bakışla Toshio’ya karşılık veriyor. O ikisi… birbirlerini tanıyor mu?

Sonra son Chuunin öne çıkıyor. Kısa bir sessizlik oluyor ve kısaca konuşuyor.

"Ben de Tora."

Takeshi hafifçe kafasını eğiyor ve hafif bir sırıtışla soruyor:

"Klanınız yok mu?"

Tora başını çeviriyor, kaşlarını kaldırıyor ve hiçbir duygu belirtisi olmadan cevap veriyor.

"Ayıp ediyorsunuz ama."

Ardından sessizce yerine geçiyor. Takeshi gülmemek için kendini zor tutuyor. Saya, hiçbir şey söylemeden ileriye bakıyor. Sen de kendini tanıttıktan sonra Hari hafifçe oturduğu koltuğa yerleşiyor ve sizi yanına davet ediyor.

Toshio ve Takeshi ayakta beklerken, Iwa heyetindeki üç kişi de sandalyelerine oturuyor. Hari ve Ryuujin arasında standart diplomatik giriş cümleleri geçmeye başlıyor. Hava geriliyor.

Ve görüşme… resmen başlamış oluyor.

Tsuchiryu Ryuujin
► Show Spoiler
Kamizuru Hanabi
► Show Spoiler
Tora
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Takeshi'nin gülümsemesi yüzünden hiç silinmemişti. Sanki suratına yapıştırılmıştı o kaygısız gülümseme. Ancak bir şeyler farklıydı. Aurası... Her zamanki gibi değildi. Yaydığı enerji önceki neşeli ve sıcakkanlı halindeki gibi değildi. Sanki... Bir şey için endişeliydi? Ya da hüzünlü? Omuzları çökkün duruyordu. Aoi buna neyin sebep olduğundan emin değildi ancak onun bu halini görmek öfkesini şimdilik yatıştırmıştı. Çocuğun üzerine daha fazla gitmemeye karar verdi. Takeshi hata ettiğini, ona yakınlaşmaması gerektiğini söylemişti ancak bunu çok acıklı bir şekilde söylemişti. Yakınlaşmak istemişti de bir sebepten ötürü bundan pişman olmuştu sanki. Onlardan olmayacağını söylemişti. Ancak yine, olmasını istiyor ama bir sebepten olmayacağını söylüyordu sanki.

Aoi onun ağzının kenarından akan kanı fark edince kalbi hızla atmaya başladı. Takeshi'ye ne olmuştu? Neler oluyordu? Onu kim yaralamıştı? Başını kaldırıp yukarıdan düşen yağmur damlalarını izlemeye başlamıştı yeniden. Sanki konuşan o değildi de Toshio'ydu. Bir bedenin taşıyamayacağı bir yükle doğabileceğini, çabalasa da bu yükten kurtulamayacağını söylemişti. Bu yükü taşımakta zorlanan birinin başkasını da taşıyamayacağını söylemişti. Böyle söylemişti ancak... Ağır bir yükü iki kişi daha rahat taşıyamaz mıydı? Aoi anlamıyordu. Takeshi'yi bu kadar üzen ne olmuştu? Saya ile olmak istediğini ancak bir sebepten olamadığını anlıyordu. Yureikumo sezgilerini kullanarak onda herhangi bir ölüm izi göremiyordu. O halde ne oluyordu?

Takeshi'yi takip ederek tırmandığı yamacı inmeye başladı. Her zamanki Takeshi gibi hareket ediyordu ancak aynı zamanda da değil gibiydi. İçine bir başkası girmiş de onun bedenini kullanıyor gibiydi. Otele doğru hiçbir şey söylemeden ilerledikten sonra Takeshi ona dönerek Konoha'nın ona insan içine çıkma iznini verdiğine şaşırdığını söylemişti. Bir klanı olduğunu ancak şu an tek başına olduğunu söylemişti. Shindou Klanı. Bu klanı Aoi daha önce hiç duymadığına emindi. Amegakure'de yaşadıklarını ancak klanın güçleri yüzünden kimsenin sağ kalmadığını, kendisini de aynı sonun beklediğini ima etmişti. Onları öldüren bir güç müydü? Bu kadar özel bir şeyi neden Aoi'ye açıyordu? Neden o kadar insan içinde ona güvenmeyi seçmişti? Yureikumo olduğu için miydi? Ölüm yolunda huzura kavuşmak için olsa gerekti. Ya da bir şekilde Aoi'nin iyi sır tutan birisi olduğuna inanmıştı. Takeshi'ye bunu ve daha pek çok şeyi sormak istedi ancak Takeshi duraksayarak ona döndü. Gözleri... farklıydı. Gözbebeklerinin etrafında parlak bir daire dönüyordu. Turuncu renkliydi. Aoi onun gözlerini izlerken nefesini tuttu adeta. Çok güzel ve çok ürkütücüydüler. Neydi bu? Bir çeşit göz tekniği mi? Takeshi bundan Saya'ya bahsetmemesini rica ederek arkasını dönüp gitmişti. Aoi'yi de binlerce soru işaretiyle orada bırakmıştı. Neden grupta herkesin sırlarını taşıyan kişi olmuştu ki bir anda?

Takeshi tam olarak neydi? Klan güçleri anladığı kadarıyla tehlikeliydi ve ölüme yol açmıştı. Ancak Konohagakure bundan haberdar olmasına rağmen onu görevlere gönderiyorsa ona güveniyor olmalıydılar. Kontrol edebileceğine ya da onlara bir zarar vermeyeceğine inanıyor olmalıydılar. O halde Aoi de güvenmeliydi. Hokage ve Hari muhtemelen bundan haberdardı. Shindou Klanı... Aoi çok ama çok istiyordu öğrenmeyi. Onlara bir tehdit oluşturuyor muydu? Oluştursa burada olmazdı. Üstelik Saya ile birlikte olmuştu. Saya'ya bunu göstermek de istemiyordu. Onu çok seviyor ve önemsiyor olmalıydı. Saya üzülmesin diye onu kendisinden uzaklaştırıyordu. Saya'ya söylediği şey yalandı. Muhtemelen onu en az Saya'nın onu istediği kadar istemişti. Sadece bir sebepten onunla birlikte olmaması gerektiğine inanıyordu. Aoi Saya'nın mutlu olmasını istiyordu. Onun mutluluğu için ne yapması gerektiğinden emin değildi. Takeshi'yi sevdiğini düşünüyordu. Belki de ikisinin birbirlerine olan duygularını kesinleştirip aralarındaki bu engel her neyse onu çözüme kavuşturmalıydı. Bir yolunu bulup sormalıydı Hari'ye. Belki o bilirdi.

Otel odasının önünde Toshio ile karşılaştı. Yüzünde nasıl bir ifade vardı bilmiyordu ancak hiç konuşmak istemiyordu. Toshio da sanki telepatik bir şekilde anlamıştı bu isteğini. Kapıyı açarak hiçbir şey söylemeden odasına çıkmıştı. Odaya girdiğinde Saya hala sırtı dönük bir şekilde yatıyordu. Toshio ile konuşmuşlar mıydı? Ona Takeshi konusunda ne demeliydi? Ahhh, çok yorgundu. Başı inanılmaz ağrıyordu. İyi ki bir gecenin tadını çıkartmak istemişti. Kendini yatağa attı. Sabah konuşmak daha iyi olacaktı. Ona ne söyleyeceğini bile bilmiyordu. Saya yeni sakinleşmişti onu tekrar öfkelendirmenin bir manası olmazdı. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak gözlerini kapattı ve yorgunluktan olsa gerek saniyeler içerisinde uyuyakaldı.

Gözlerini yeniden açtığında çoktan sabah olmuştu. Saya aynanın önünde saçlarını tarıyordu. Bir an göz göze gelseler de birbirlerine bir şey söylemediler. İkisi de bu sessizliğin daha iyi olacağı konusunda hemfikir görünüyordu. Aoi de hiçbir yorum yapmamaya karar verdi. Hatta mümkünse bu konuda bir daha asla konuşmak istemiyordu. Takeshi ona neden anlatmıştı ki? Omuzlarına verdiği yük ağırdı. Bu yükle ne yapacaktı? Neden ona söylemişti? Kartlarını çıkarıp hemen günlük falını baktı.
► Show Spoiler

Savaş arabası çıkmıştı. Şaşkınlıkla kartı avuçlarının arasına aldı. Yuukon ona güçlü ve iradeli olması gerektiğini söylüyordu. Zorluklar karşısında yılmamalı, dik duruşunu korumalı ve mücadeleye devam etmeliydi. Bu onu hem biraz germiş hem de motive etmişti. Karmaşık duygular içerisinde hazırlanarak hızla odadan çıktı Saya ile birlikte. Kapının önünde beklerken yanlarına ilk olarak Toshio gelmişti. Takeshi'nin nerede olduğunu sormuştu. Aoi bilmediğini, bilmek de istemediğini söylemek istese de buna gerek kalmamıştı. Hari ile birlikte Takeshi'nin kafeterya bölümünden çıkarak kendilerine yaklaşmasıyla büyük gizem çözülmüş oldu. Takeshi'nin yüzünde her zamanki gülümsemesi vardı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Saya onun yüzüne bile bakmıyordu. Aoi ise ne yapacağını bilmiyordu. Kendini gülümsemeye zorlayacak bile takati yoktu. Bu yüzden asık suratıyla hafif bir baş selamı vermekle yetindi. Hari heyetin geldiğini, görüşmenin başlayacağını söylemişti.

Böylece otelin en üst katına çıktılar. Iwagakure'nin gönderdiği heyet yalnızca üç kişiden oluşuyordu. En yaşlı adam kendini Tsuchiryu Ryuujin olarak tanıtmıştı. Hari de karşılığında kendini tanıttı. Takeshi adamın ismi konusunda Toshio ile şakalaşmıştı ancak Toshio hiç eğleniyor gibi durmuyordu. Normalde olsa Aoi bu şakaya hiç değilse biraz tebessüm ederdi ancak o da Toshio gibi mimiği oynamadan dinledi muhabbetlerini. Sonrasında sırasıyla Chuuninler kendilerini tanıttılar. Kız olan isminin Kamizuru Hanabi olduğunu söylediğinde Toshio'nun bir anda kaşları çatıldı. Toshio kendi adını söylediğinde de kızın kaşları çatıldı. Birbirlerine öfkeyle bakıyorlardı. Aburame ve Kamizuru klanları arasında bir problem mi vardı? Muhtemelen öyle bir şey vardı çünkü birbirlerini tanıyor gibi durmuyorlardı. Klan isimlerini öğrenince gerilmişlerdi. Aoi bir gerginlik daha kaldıramayacağı için bunu komple görmezden gelmeye karar verdi. Son Chuunin de isminin Tora olduğunu söylemişti. Takeshi bir klanı olup olmadığını sorunca kabalık ettiğini söyleyerek alınmıştı. Takeshi bu halinden epey eğleniyor gibi görünüyordu. Saya hiç konuşmamıştı. Takeshi'nin yanında olmak zorunda kalmak kıza acı veriyor olmalıydı. Kendini tanıtma sırası Aoi'ye geçince monoton bir ses tonuyla tekdüze konuştu. "Yureikumo Aoi."

Hari oturarak yanındaki iki boş koltuğa onları davet etmişti. Saya ile birlikte boş koltuklara geçtiler. Toshio ile Takeshi ise ayakta bekliyorlardı. Onlara koltuk getirilmemişti, ne kadar da saçmaydı. Üç kişilik Iwagakure heyeti de hemen karşılarına geçmişti. Böylece görüşme resmen başlamıştı. Aoi ne olacağını büyük bir dikkatle takip ediyordu. Görüsünden Hari'ye bahsetme fırsatı olmamıştı. Bunu en kısa zamanda onunla paylaşmalıydı. Hari ve Ryuujin'in konuşmalarını dinlerken başını kaldırıp diğer Chuuninleri inceledi ancak ağzını açıp herhangi bir yorum yapmadı. Elini Saya'nın oturduğu yere götürerek genç kızın elini tuttu manevi destek verir gibi. Ortamdaki havadan hiç hoşlanmamıştı. Göreve çıkmadan önceki akşam olduğu gibi neşeli ve canayakın oldukları zamana geri dönmek istiyordu. Sanki ekip olarak birbirlerinden kopmuşlardı ve bu kopuş görevlerini etkileyecekti.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Hari, Ryuujin’e karşı dikkatlice oturmuş, yüzünde her zamanki gibi temkinli ama kibar bir ifade taşıyor. Ryuujin’in ağır ve otoriter sesi, odanın geniş salonunda yankılanıyor.

"Konohagakure’nin bu görüşmede neyi amaçladığını tam olarak bilmek istiyorum, Hari. Daimyo'muz, barış görüşmeleri yapmamızı ve mevcut sınır düzenlemelerini gözden geçirmemizi istedi. Ancak sizin tarafınızdan ne önerildiğini hala tam olarak bilmiyoruz."

Hari hafifçe başını eğerek yanıt veriyor.

"Konohagakure, gereksiz çatışmalardan kaçınma konusunda aynı görüşte. Ancak, Iwagakure’nin son dönemdeki sınır hamleleri ve Morino’daki saldırı girişimleri konusunda ciddi endişelerimiz var. Sizin bu konuda vereceğiniz açıklamaları dinlemek isteriz."

Ryuujin hafifçe kaşlarını kaldırıyor. Gözleri, kendinden emin ama temkinli bir tavırla Hari’nin üzerinde geziniyor.

"Morino meselesinin sizin tarafınızdan nasıl yorumlandığını bilmiyorum ama, bizim açımızdan sadece yanlış anlaşılmış bir diplomatik hataydı. Oradaki birlikler bizimle alakalı insanlar değillerdi. Bununla birlikte… yanlış anlaşılmalar bazen kasıtlı olabilir, değil mi?"

Odada hafif bir gerilim oluşuyor. Hari’nin yüzündeki sakinlik bozulmasa da gözleri hafifçe kısılıyor.

"Yanlış anlaşılmalar bazen kasıtlı olur, evet. Bu yüzden buradayız, değil mi?"

Hari’nin kelimeleri havada asılı kalırken, bir anda odanın geniş camları şiddetli bir patlamayla paramparça oluyor. Cam kırıkları her yöne savruluyor, odanın içine rüzgar ve kaos doluyor. Bir anlık panik anında herkes yerinden sıçrıyor.

Toshio, Saya, Hanabi ve Tora, refleksle camdan gelen saldırıya karşı yüksek rütbelilerin önüne geçiyorlar. Hanabi’nin elleri hızla bir mühür yapıyor ve Toshio ile birlikte ellerini öne doğru kaldırıyor.

Hari’nin sesi, patlamanın yankıları arasında tok ve kesin bir emirle duyuluyor.

"RENMARU!"

Hari’nin çağırdığı isimle birlikte, Ryuujin bir anda havalanıyor ve havada süzülürken ellerini bir araya getirerek derin bir nefes alıyor. Sanki bir tekniği hazırlıyor.

Toshio ve Hanabi hızla ileri atılarak ellerini tekrar öne uzatıyorlar. İkisi de düşman saldırısını algılıyor gibi duruyorlar. Saya, cebinden hızla küçük bir tanto çıkarıyor ve savaş pozisyonu alıyor. Gözleri, etrafı hızla tarıyor.

Takeshi ise bir anda "Kapı tarafındalar!" diye bağırıyor.

Sen o tarafa en yakın olduğun için hızla dönüyorsun ve üç maskeli adamın kapıdan içeri süzüldüğünü görüyorsun. Gözlerinde hiçbir duygu yok. Hepsi neredeyse senkronize hareket ediyor ve elleriyle hızlıca bir mühür dizisi yapıyorlar.

Üçü birden "Katon: Enryuuheki!" diye bağırıyor.

Bir anda odanın üç tarafı alev duvarlarıyla çevriliyor. Sıcaklık hızla yükselirken, tek açık kalan alan cam tarafı oluyor. Kaçış yolları kapandı!

"Herkes merkeze!" diye bir emir yankılanıyor Hari’den.

Bütün ekip, alev duvarından uzaklaşıp odanın merkezine doğru toplanıyor. Tam o anda camdan iki adam daha içeri giriyor. Hızlı, çevik ve belli ki oldukça eğitimliler.

Hari, gözlerini hızla odadaki herkese çevirerek net ve kesin emirler veriyor.

"Aoi, Takeshi! Öncelikle kapı tarafındaki düşmanları durdurun. Bizi tamamen köşeye sıkıştırmalarına izin vermeyin!"

"Toshio, Saya! Bize yakından saldırırlarsa, ilk karşılayan siz olacaksınız! Saya, destek hattında kal ama herhangi bir zayıflık görürsen darbeyi indir!"

Ryuujin de hemen kendi ekibine emir veriyor.

"Hanabi, Tora! Yangını bastırmaya çalışın, binanın çökmesini istemiyoruz. Düşmanların kaçış rotasını kısıtlayın!"

Hanabi hızla başını sallayarak mühür yapmaya başlarken, Tora kılıcını çekerek gözlerini düşmanlara dikiyor.

Tam o anda, binanın duvarları yanmaya başlıyor. Alevler ahşabı hızla yiyor ve çatının yukarısında kızıl gölgeler beliriyor.

Savaş şimdi başlıyor. Ve içerisi cehenneme dönmek üzere.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Ryuujin ve Hari arasındaki diplomatik görüşme epey gergin başlamıştı. Ryuujin, Morino'da yaşananların basit bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu, oradaki birliklerin onlarla alakalı olmadıklarını savunuyordu. Üstelik yanlış anlaşılmaların kasıtlı olabileceğinin altını çizerek Konoha'yı alttan alta suçlamıştı. Sanki Iwagakure ninjalarının Morino'ya gelip onların grubuna saldırması onların suçuydu. Aoi öfkeyle dişlerini birbirine kenetledi ancak herhangi bir yorum yapmadı. Hari de sinirlenmiş görünüyordu. O da aynı şekilde imada bulunarak bunun Iwagakure tarafından kasıtlı yapılmış olabileceğini söylemişti. Aoi'nin yüzü ciddiyetle kasılmış, kaşları çatılmıştı.

Tam o anda yüksek bir ses duydu. Bulundukları odanın camları büyük bir patlamayla kırılmıştı. Cam kırıkları etrafa saçılırken herkesin gözlerinde korku ve dehşet ifadelerini fark etmişti Aoi. Iwa Chuuninlerinden ikisi kendi liderlerini, Toshio ve Saya da Hari'yi korumak için önüne atılmış ve birer jutsu yapmışlardı. O esnada Hari'nin yüksek sesle Renmaru'nun adını haykırdığını işitti. Her şey şimşek gibi bir hızla olup bitiyordu. Bir pusunun ortasında kalmışlardı. Aoi bu pusuyu görülerinde görmüş müydü? Hatırlamıyordu. Gördüğü tehdit o kadar muğlaktı ki ne zaman onları vuracağı belirsizdi. Sadece bir tehdit olduğunu biliyordu. Takeshi'nin kapı tarafında olduklarını haykırması üzerine yüzünü o tarafa döndü. Üç maskeli adamın kapı tarafından onlara yaklaştığını fark etti. Maskeli adamlar... Tıpkı ruhların onu uyardığı gibi gerçekleşiyordu her şey. Bunu önleyebilir miydi? Hari'ye daha erken anlatsaydı... Ancak heyetle burada görüşmeleri gerekecekti her türlü. Heyetin bugün burada olacağını başka kim biliyordu? Bu Iwagakure'nin altından mı çıkmıştı?

Maskeli adamlar bir katon jutsusu yaparak etraflarındaki duvarı üç tarafından ateşle çevirmişlerdi. Ahşaptan yapılmış duvarlar hızla tutuşmuş ve alev alev yanmaya başlamıştı. Yalnızca arkalarındaki cam açıktı ve tek kurtuluş seçenekleri bu olabilirdi. Hari'nin merkeze gitmeleri emri üzerine odanın ortasında toplaştılar. O esnada açık olan o camdan içeriye iki maskeli adam daha girmişti. Böylece sayıları en az beşe çıkmıştı. Hari hızla herkese emirlerini vermeye başladı. Aoi ve Takeshi kapı tarafındaki üç adamı halledeceklerdi, böylece kapıdan onları daha da sıkıştırmamalarını sağlayacaktı. Toshio ve Saya ise savunmaya geçecekti. Ryuujin de kendi ekibine emirler vermişti. Bu emirler göstermelik miydi yoksa bu saldırıdan gerçekten haberleri yok muydu? Hanabi ve Tora ismindeki shinobilerin yangını durdurmasını, binanın çökmesini engellemelerini istemişti. Aoi nedense fazla panik değildi, böyle bir anda bile sakinliğini koruyabiliyordu. Hari'nin emirlerini dinleyecekti. Fuuton: Kazekiri no Jutsu tekniğini yapmaya hazırladı kendisini. Fal kartlarını 20 adet rüzgar bıçağı haline getirip önündeki üç adamı kesecekti. Özellikle jutsu yapamamaları için ellerinden yaralamayı planlıyordu.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Odaklanarak Fuuton: Kazekiri no Jutsu’yu etkinleştiriyorsun. Avuçlarının içinde tuttuğun fal kartları hızla 20 keskin rüzgar bıçağına dönüşüyor. Kartların uçları parlakça parlıyor ve yüksek hızla önündeki üç maskeli adama fırlatıyorsun.

Kartlar tam hedeflerine ulaşıyor. Çoğu düşmanların kollarına, özellikle de mühür yapmalarını engellemek için bileklerine saplanıyor. Bıçakların rüzgar chakrası kaplı olduğu için saplandıkları yerde kesikler oluşturup düşmanların kollarını kullanamaz hale getiriyor.

Ancak bir adam… Hiç yara almamış gibi duruyor.

Alevlerin sıcaklığı ve yükselen duman görüşünü engellediği için saldırının detaylarını tam olarak göremiyorsun, ancak diğer iki adam acıyla dizlerinin üstüne çökerken üçüncüsü sapasağlam ayakta kalıyor.

Bu sırada Fuuton chakrası ile güçlendirilmiş bıçakların rüzgarı, alevleri de dağıtıyor. Alevler yükselip duvarlara ve ahşap tavana yayılmaya başlıyor. İçeriye dolan oksijenle birlikte yangın beklenmedik bir hızla büyüyor.

Tam o anda, Hanabi saldırıya geçiyor. Avuçlarını açtığında bir sürü küçük arı etrafa yayılıyor.

"Doku Ari!"

Arılar düşmanlara doğru uçarken ince bir uğultu yayılıyor. Birkaç saniye sonra, düşmanlardan bazıları sert bir şekilde dizlerinin üstüne düşüyor. Arıların soktukları yer anında morarıyor ve adamların kasları kasılıyor. Hareket etmeye çalışıyorlar, ancak vücutları yavaş yavaş felç olmaya başlıyor.

"Bunlar Konchuu-zai! Vücuda girdiğinde hareket kabiliyetini birkaç dakika içinde bitirir. Şimdi çok konuşmazsanız iyi edersiniz!" diye Hanabi sesleniyor.

Tam bu sırada, Tora bir mühür dizisi yapıyor ve sert bir şekilde ellerini yere vuruyor.

"Doton: Iwa Funshutsu!"

Bir anda zeminden keskin taş parçaları fırlayarak düşmanlara büyük bir kuvvetle çarpıyor! İçeriye dalan maskelilerden bazıları şiddetle dışarı fırlatılıyor ve birkaçı yan taraftaki kırık camdan aşağıya düşüyor.

Sen o esnada Saya’nın tantosunu havaya kaldırdığını fark ediyorsun. Tantodan bembeyaz bir chakra yayılıyor. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştin.

Saya, içeri girmeye çalışan bir adamı hızla tantosuyla savuruyor, ve tek hamlede boynundan kesiyor. Adam boğuk bir sesle inlerken, Saya ayağıyla onu camdan aşağı tekmeleyip atıyor.

Bütün bunlar olurken, Takeshi’nin gözlerinin kapıya sabitlendiğini fark ediyorsun. Kapının diğer tarafından patlama sesleri geliyor. Alt katlardan duvarların çöktüğünü duyuyorsun.

Takeshi’nin yüzündeki gerginlik artıyor.

Tam o anda, önünüzdeki üç maskeliden biri ayağa kalkıyor ve elini kaldırıp mühür yapmaya başlıyor.

"Kahretsin ya!" diye Takeshi’nin sesi duyuluyor.

Göz açıp kapayıncaya kadar Takeshi hareket ediyor. Bütün bedeni bir bulanıklık gibi hızlanıyor. Bir saniye önce yanındayken, bir saniye sonra düşmanın üzerine atlıyor. Sen sadece "Shindou-ryuu!" dediğini duyuyorsun.

Ardından... adamın koluna dişlerini geçiriyor.

Adamın korkunç bir çığlık attığını duyuyorsun. Takeshi’nin çenesi adamın bileğini tamamen ısırıp koparıyor! Takeshi’nin ağzından akan kanı ve adamın bileğinden fışkıran kanı görüyorsun. Adam dehşet içinde geri sendeleyip bağırıyor.

Ancak Takeshi durmuyor. Kendi kanından bir kılıç oluşturuyor! Kırmızı renkte parlayan bıçak, ellerinin içinde şekilleniyor. Takeshi hiç tereddüt etmeden kılıcı adamın karnına saplıyor. Adam ölümcül bir iniltiyle sendeleyerek yere yığılıyor. Takeshi yavaşça arkasına bakıyor, yüzünde hala aynı gülümseme var ama gözlerinde bir şey var… Fazla sakin. Fazla tehlikeli.

"Şimdi ne yapıyoruz?" diye soruyor sana.

Hari, Takeshi’nin yaptığını görmesine rağmen tepki vermeden hızlıca emirleri dağıtmaya başlıyor.

"Aoi! Şimdi iki seçeneğin var. Ya burada düşmanları temizlemeye devam edeceksin, ya da hemen Takeshi’yle birlikte aşağı inip alt kattaki yıkımın sebebini öğreneceksin! Alev oraya ulaşmış olamaz, orada başka düşmanlar olmalı. Sana bırakıyorum, ama çabuk karar ver! Toshio, Saya! Burası fazla ısınıyor, burayı kontrol altında tutmaya devam edin ama binanın çökmeye başlaması ihtimaline karşı dikkatli olun!"

O sırada Ryuujin de kendi tarafının emir komuta zincirini sağlıyor. "Hanabi, Tora! Dışarıya kaçanlardan birini canlı yakalayın! Bu saldırının arkasında kim olduğunu öğrenmemiz lazım!"

Hari’nin sesi sert ve net. Senin önünde ise iki seçenek var. Ya da kim bilir, belki başka bir fikrin vardır.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Aoi'nin kartları üç adamın ikisini yaralamayı başarmıştı. Kollarında kesikler oluştuğu için artık mühür yapamıyorlardı. O adamın neden yaralanmadığını dumanların etkisiyle göremiyordu. İki adamın yere düştüğünü ancak birinin ayakta kaldığını görmüştü. İşin kötüsü Fuuton tekniği kullandığı için alevler dağılmış ve yangın hızla yayılmaya başlamıştı. Burada daha fazla Fuuton kullanamayacaktı. O esnada Iwagakureli Chuuninlerin çeşitli tekniklerle arkalarındaki düşmanlara saldırdıklarını duyabiliyordu. İsminin Hanabi olduğunu hatırladığı kız avuç içlerinden arılar çıkararak düşmanlarını paralize eden bir teknik kullanmıştı. Bu her nasılsa Toshio'nun böcek tekniklerini andırıyordu. Kel olan Chuunin ise bir Doton jutsusu yaparak etrafta cam kenarında olan veya camdan içeri girmeye çalışan maskeli adamları geriye fırlatmıştı. Saya elindeki tantosunu kaldırmıştı ve etrafa beyaz bir çakra yayıldığını fark etti. Bunun ne olduğunu bilmiyordu, daha önce hiç görmemişti. İçeriye girmeye çalışan adamlardan birisinin boynunu tantoyla kestiği gibi onu camdan aşağı geriye yollamıştı.

Bir şeyler yanlış hissettiriyordu. Onlara neden burada kumpas kurulmuştu? Aoi'ye bu kumpasın zamanlaması mantıklı gelmiyordu. Bütün savaş gücünü burada harcıyor olamazdılar. Başka bir planları olmalıydı. Tek amaçları Konoha'dan veya Iwa'dan üç beş Chuunin öldürmek olmasa gerekti. Tabi iki yüksek düzey yetkili de mevcuttu aralarında ancak sırf onlar için bu kadar savaş gücü harcar mıydı şeytani emelleri olan bir örgüt? Hayır, görüsü yalnızca bunun üzerine değildi. Toshio ona zor bir anlaşmayı kabul etmek zorunda bırakabileceklerini söylemişti. O halde tüm bu yaşananlar onları bu anlaşmaya zorlayacak planın bir parçası olmalıydı. Onların özgürlüğünü kısıtlayacak, istemeyecekleri bir şey... Belki de hedeflerinde hem Konoha hem de Iwa vardı. Belki de aralarında çıkan gerginlik, birbirlerine olan güvenlerinin azalması ve Konoha'nın heyet göndermesi... Her şey onların planının bir parçasıydı. Eğer bu doğruysa... Aoi boyunu çok aşan bir politik meselenin ortasında kalmış olabilirdi.

Tüm bu düşüncelerin içerisinde boğulurken Takeshi'nin dikkatle kapı tarafına bakmakta olduğunu gördü. O esnada patlama sesleri işitti. Alt kattan geliyordu. Duvarların çöktüğünü duyabiliyordu. Çok daha kalabalık bir şekilde geliyor olmalıydılar. Amaç gerçekten onları öldürmek miydi? Yoksa öldürülmek miydi? Güçlerini mi sınıyorlardı? Neden bu kadar çok çakra kullanabilen maskeli adam vardı? Kaçaklardan oluşan bir örgüt müydü yoksa daha büyük bir plan mı dönüyordu? O esnada önlerindeki yara almamış maskeli adamın ayağa kalktığını ve mühür yapmaya hazırlandığını fark etti. Onu durdurmak zorundaydılar. Aoi elini kunaisine atarken Takeshi'nin gerginlikle bağırdığını duydu. Sonra her şey göz açıp kapama hızında gerçekleşti. Takeshi'nin bedeni, sanki bir ışık hüzmesiymiş gibi bir anda adamın yanı başında bitmişti. "Shindou-ryuu" diye bağırdığını işitmişti. Klan tekniği olsa gerekti. Ağzını kocaman açarak adamın koluna dişlerini geçirmiş ve kolunu tamamen koparmıştı. Sadece ağzıyla... Adam çığlık çığlığa yere düşerken Takeshi'nin ağzı kanlarla dolmuştu. Takeshi o esnada kendi kanını kullanarak bir kılıç oluşturmuştu. Bunu nasıl yaptığını görememişti Aoi. Kendini mi kesmişti? Zaten yaralı mıydı? Kanına nasıl erişmişti? Herhangi bir teknik adı söylediğini de duymamıştı. Ancak kılıcı kanından oluşturduğuna emindi. Sonra da adama saplamış ve hayatına son vermişti. Adamın ölü bedeninden ruhunun göğe doğru yükseldiğini hissetti Aoi.

Takeshi'ye döndü. Hala aynı gamsız gülümsemesi vardı yüzünde. Böyle kanlar içindeyken tam bir psikopata benziyordu. O aptal gülümseme yüzünden hiç silinmiyor muydu? En ürkütücü tarafı ise gülümsemenin gözlerine ulaşmıyor oluşuydu. Bu sayede sahte olduğu bariz bir şekilde belli oluyordu. Aoi omuriliğinden aşağıya akan soğuk bir ürperti hissetse de o kadar da korkmamıştı. Şaşırmış mıydı? Evet, kesinlikle. Daha önce hiç böyle bir klan gücü veya teknik ne görmüştü ne de duymuştu. Yine de... Nedense Aoi'ye korku vermiyordu bu yaşananlar. Onun bir önceki akşam hüzünlü ve boş bakışları geliyordu aklına. Sadece üzülüyordu. Ne yapacaklarını sorduğunda herhangi bir cevap veremedi. Bu olanları herkes görmüş müydü? Eğer gördülerse Takeshi ifşa olacaktı. Hari kesinlikle görmüştü ancak pek de umursuyor gibi durmuyordu. Aoi'nin tahmin ettiği gibi Takeshi'nin durumundan haberdar olsa gerekti. Ona döndüğünde gözlerindeki öfkeyi ve kaygıyı fark etti. Bir lider olarak çok zor bir durumun içindeydi. Bu operasyonda kaybedeceği her canın köye büyük bedeli olacaktı. Hari ona iki seçenek sunmuştu. Takeshi ile alt kata inip düşmanları püskürtmek veya burada kalmak. İkincisi pek mantıklı değildi. Bu kadar alevin içinde Fuuton kullanamıyordu. Ayrıca Takeshi'yi görmelerini engellemesi lazımdı. Takeshi'yi kolundan tuttuğu gibi peşinde sürüklemeye başladı. "Gidelim Takeshi!" Hızla aşağı doğru inerken Takeshi'ye dönerek bir soru sordu. "Sana nasıl yardımcı olabilirim? Güçlerimizi birleştirmemizin bir yolu var mı? Onları Genjutsu'ya alabilirim önceki gibi veya Fuuton kullanabilirim."
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Aşağı inen merdivenlerden hızla ilerlerken Takeshi’nin hafifçe sendelediğini fark ediyorsun. Yorgun mu? Yoksa yaptığı tekniklerin bir bedeli mi var? Ne olursa olsun şu anda bunu düşünmeye vaktin yok. Yangın tüm binayı sararken, alt kattan gelen şiddetli patlamalar ve çökme sesleri size bu saldırının yalnızca bir pusu değil, komple bir imha operasyonu olduğunu gösteriyor. Takeshi’ye nasıl yardımcı olabileceğini soruyorsun. O ise bakışlarını bir an için senden kaçırarak hafifçe soluklanıyor.

"Açık konuşayım mı, Aoi? Ben ninjutsu kullanamıyorum. Sadece... az önce gördüğünü kullanabiliyorum." Sesindeki boşluk hissediliyor. Ama çok da açıklama yapmak istemediği belli. "Genjutsu mu? Bilmiyorum. Daha önce hiç biriyle bir kombinasyon tekniği denemedim. Bildiğim tek şey, bu kanı kullanabildiğim sürece rakibim avantajlı olamaz." Sol elini kaldırıyor. Parmaklarının arasında kan damlaları kayıyor, ancak göz açıp kapayıncaya kadar damlalar bir anda sıvı olmaktan çıkıp keskin bir kılıç formuna dönüşüyor.

"Ama sınırım var. Fazla kullanırsam ölebilirim. O yüzden dikkatli olmalıyız." Sana bunu söylemesi, durumun ne kadar kritik olduğunu anlamanı sağlıyor. Takeshi, bir şeyleri zorladığında ölme ihtimali olan biri. Ve bu, düşündüğünden çok daha büyük bir risk oluşturuyor. Tam alt kata iniyorsunuz ki önünüzde korkunç bir sahne beliriyor.

Devasa bir yılan!

Hayır, hayır… İlk bakışta bir yılan gibi duruyor ama… Chakra ile kaplanmış devasa bir taştan yapılmış bir canavar. Yılan gibi kıvrılmış, koca koca dişleri olan bir yaratık, koridorları paramparça ediyor. Bu Doton tabanlı bir teknik gibi görünüyor. Yılanın koca çenesini açıp koridorun bir kısmını tek hamlede paramparça ettiğini görüyorsun. Ardından gerisindeki maskeli bir adam, elini havaya kaldırarak mühür yapıyor ve yılanı tekrar harekete geçiriyor.

O esnada bir şey daha fark ediyorsun. Takeshi bir adım geri çekilmiş. Gözleri yılanın üzerindeyken kasılmış gibi. "Siktir…" diye fısıldıyor. Onu ilk kez bu kadar sessiz ve tereddütlü görüyorsun. O şeyden korkuyor mu?! Ancak daha korkunç olan şey yılanın sizi fark etmesi değil, arkanızdan gelen ayak sesleri!

Hızla dönüyorsun. Arkanızda üç maskeli adam daha var. Üstelik fark ettiğin anda mühür yapmaya başlıyorlar! Şimdi iki tehditle karşı karşıyasın. Eğer Takeshi ile devasa yılanla savaşmaya kalkarsanız, arkanızdaki adamlar size doğrudan saldıracak. Eğer arkanızdaki adamlarla ilgilenmeye çalışırsanız, yılan binayı çökertmeye devam edecek. Büyük bir karar vermen gerekiyor, ne yapacaksın?
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Binanın alt katından gelen patlama ve duvar kırıklarının sesleri inanılmazdı. Birileri kesinlikle bu binadaki herkesi bugün ölü istiyor olmalıydı. Bunun için bütün güçleriyle seferber olmuşlardı. Hatta onlarca adamı kaybetmek de sorun değildi onlara. Ama neden? Onların ölümünü bu kadar önemli kılan şey neydi? Aoi'nin fazla düşünmeye vakti yoktu. Acele etmeli ve binayı çökmekten korumalıydı. Takeshi sendeliyordu ve biraz evvelkine göre çok daha soluk görünüyordu. Hafifçe soluklanmış ve Aoi'ye ninjutsu kullanamadığını itiraf etmişti. Yalnızca klan yeteneğini kullanabiliyordu. Daha önce kimseyle de koordineli çalışmadığından güçlerini birleştirebilirler miydi bilmiyordu. İlla ki bir yolu olmalıydı. Denemeye değerdi. Takeshi elini kaldırıp sızan kanları keskin bıçaklara çevirmişti. Bunu nasıl yapıyordu ki? Kendi vücudundaki kanı dışarı mı çıkarıyordu? Üstelik fazla kullanırsa öleceğini, tehlikeli olduğunu söylemişti. O halde geçen gece neden o kadar çok kanamıştı? Madem bu kadar riskliydi...

"Bir yolunu bulabiliriz." Hızlı adımlarla alt kata indiği anda gördüğü şey karşısında nutku tutuldu. Taştan yapılmış devasa bir yılan bütün kolonları, otelin tüm katını yerle bir ediyordu. Yılanın arkasında kuklacısı da vardı ancak ona ulaşmak için önce yılanı geçmek gerekecekti. Takeshi bile korkmuş gibi görünüyordu. Yüzündeki gülümseme tamamen silinmişti. Yılanla nasıl başa çıkacağına emin değil gibiydi. Belki de yılanlardan korkuyordu. Aoi buna kafa yormayı çok isterdi ancak arkasından gelen ayak seslerini duyabiliyordu. Üç maskeli adam. Hepsi de mühür yapmaya başlamışlardı. Eğer acele etmezlerse bu üç adamın saldırıları yüzünden öleceklerdi. Yılandan önce bu adamları halletmeleri gerekiyordu, yoksa geriye yılanı durduracak birisi de kalmayacaktı. Kendini hemen Fuuton: Kami Oroshi yapmaya hazırladı. "Takeshi! Kanını girdabımla birleştirerek kandan bir girdap oluşturabilir miyiz?" Adamları girdapla savuracak ve girdabı yönlendirmeyi başarabilirse yılanın kuklacısını da içine alacaktı. Üstelik bu girdap etraftaki kırık duvarların tozunu da havaya kaldıracaktı ve onlara avantaj kazandıracaktı. "Eğer yapabilirsen kanını kontrol ederek kandan girdabı kocaman bıçaktan bir girdaba da çevirebilirsin. Oluyorsa benim kanımı da kullan lütfen, sınırlarını zorlamanı istemiyorum." Takeshi'nin bunu yapması mümkün değilse normal hortumları ile devam edecekti planına. Partnerinin neyi yapıp neyi yapamadığını bilmediği için aklında bir plan oluşturması da zorlu hale geliyordu.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Takeshi'nin gözleri bir an için yılanın üzerine kayıyor, ardından arkalarındaki üç maskeli adama bakıyor. "Girdabın içinde kan olsa ne işe yarayacak ki..." diyor, biraz dalgın bir ses tonuyla. Ancak sana bakarken yüz ifadesi bir anlığına değişiyor. "…Yani keskin bıçaklar oluşturup onları girdaba katacağım, öyle mi?" Sesindeki belirsizlik yerini yavaş yavaş anlayışa bırakıyor. Bunu yapabileceğini düşünüyor. Sen tam devam edecek gibi oluyorsun ki, son söylediğin cümle onu duraksatıyor.

"Maalesef başka kimsenin kanını kullanamıyorum..." diyor hızlıca. Fakat ardından yumruklarını sıkıyor ve gözlerinde kararlı bir ifade beliriyor. "…Ama sınıra da gelsem yapacağım." Artık şüpheye yer yok. İkiniz de hazır olmak zorundasınız. Sen derin bir nefes alıyorsun ve ellerin hızla mühürleri yapmaya başlıyor. Fuuton: Kami Oroshi tekniğini gerçekleştiriyorsun! Güçlü rüzgar akımları etrafınızdaki enkaz parçalarını ve tozu hızla kaldırmaya başlıyor. Ortamdaki yangının sıcaklığıyla birleşerek iç içe dönen görünmez bıçaklar oluşturuyor.

Takeshi ise parmaklarından kan akıtarak kendi çakrasını kullanıyor. Kan damlaları havada titriyor, ardından keskin, tıpkı bir katana kadar keskin kan bıçaklarına dönüşüyor. "Tamam. Gidiyorlar." Takeshi kan bıçaklarını rüzgar girdabına bırakıyor. Sonuç? Maskeli adamların mühürleri yarıda kalıyor! Adamların çakraları dağılmaya başlıyor, gözleri şaşkınlıkla açılıyor. Ancak kaçmaları için çok geç. Kan bıçakları ve rüzgarın keskin basıncı bir anda üzerlerine çöküyor. Biri doğrudan sol göğsünden kesiliyor ve geriye savruluyor. Diğer ikisi kollarını kaldırarak korunmaya çalışıyor ama bıçakların hızına yetişemiyorlar.

Ancak…

O sırada arkalarındaki yılanın kuklacısı durumun farkına varıyor. O kadar kolay gitmeyecek. Kuklacı hızla mühür yapıyor ve taş yılanın derisi parlamaya başlıyor! Takeshi’nin attığı kan bıçakları yılanın taş derisine çarpıyor ancak Parçalanmıyorlar! Kan bıçakları yılanın derisine saplandığında, kan anında taşa emiliyor. Takeshi'nin gözleri büyüyor. "Lan?! Benim kanımı mı emiyor o?!" Bu beklenmedik bir ters köşe. Takeshi dizlerinin üzerine çöküyor, nefesi hızlanıyor. Senin de çakran giderek tükeniyor. Rüzgar bıçakların son birkaç dönüşünü yapıyor, ancak rüzgarın keskinliği zayıflıyor.
Locked