Yağmurun hızla şiddetlendiği kayalık yamacın ucunda Takeshi duruyor, başını gökyüzüne kaldırmış, yağmur damlalarının yüzüne çarpmasına aldırmadan izliyor. Ona doğru adım attıkça, yüzündeki o hafif gülümsemenin değişmediğini fark ediyorsun. Normalde gamsız ve kaygısız tavırları seni sinirlendirirdi ama şu an… tuhaf bir şey var. O her zamanki umursamaz gülüşü bile bir garip duruyor.
Takeshi’nin kolundan damlayan koyu kırmızı sıvıyı görüp endişeyle sorularını sıralıyorsun. Ona biraz daha yaklaşırken, yüzündeki o garip ifadeyi çözmeye çalışıyorsun.
Takeshi, hafifçe başını eğiyor, gülümsemesi silinmiyor. Sakin ve hafif bir sesle konuşuyor.
"Evet, hata ettim. Baştan onunla yakınlaşmamalıydım."
Sesinde pişmanlık var mı, yok mu ayırt edemiyorsun. Ama devam ettiğinde, tonu biraz daha ağırlaşıyor.
"Bizden olmaz, Aoi. Benden olmaz."
Tam o anda yüzüne odaklandığında, ağzının kenarından süzülen incecik bir kan çizgisi fark ediyorsun. İçin sıkışıyor. Kolundan akan kanı zaten görmüştün, ama bu?
Ne demek istiyor? "Bizden olmaz" ne anlama geliyor? Ağzını açıp sormak üzereyken Takeshi gözlerini tekrar gökyüzüne çeviriyor. Yağmur damlaları gözlerine düşmesine rağmen hiç kırpmadan yukarı bakıyor. Sonra, hafifçe iç çekiyor ve sesi yağmurun arasından yankılanıyor.
"Bazen bir beden, taşıyamayacağı bir yükle doğar. O yük onun kaderidir. Çabalasa da kurtulamaz. Kendi yükünü taşıyamayan biri, başkalarını da batırır."
Söyledikleri kulağında tuhaf bir yankı bırakıyor. Klanından mı bahsediyor? Yoksa… kendisinden mi? Ne demek istiyor?
Takeshi sonunda gözlerini gökyüzünden ayırıyor, omuzlarını silkiyor ve dönerek sana bakıyor.
"Klişe ve utanç verici, değil mi? Hadi içeri girelim."
Bunu söyler söylemez, kendini büyük bir rahatlıkla yamacı tırmanmaya başlayan biri gibi içeri yönlendiriyor. Ona ayak uydurarak peşinden yürümeye başlıyorsun. Ancak hareketleri… Rahat görünüyor, ama bir şeyler yanlış. Söylediklerinden, vücut dilinden, içini kemiren o histen kaçamıyorsun.
Bir süre sessizce ilerledikten sonra Takeshi kendi kendine konuşmaya başlıyor.
"Biliyor musun, geçmişi düşününce… Konoha'nın bana insan içine çıkma izni vermesine bile şaşırıyorum." Biraz yavaşlıyorsun.
"Aslında bir klanım var. Ama şimdi tek başımayım. Shindou Klanı'nın son üyesiyim." Shindou? Böyle bir klanı hiç duymamıştın. Takeshi hafifçe gülerek konuşmaya devam ediyor.
"Amegakure’deydik. Oraya aittik. Ama bizim güçlerimiz… pek de hoş şeyler değildi. O yüzden pek kimse sağ kalmadı. O yüzden benden de pek bir şey olmayacak." Son cümleyi biraz daha alçak sesle söylüyor. Ama içinde hiçbir duygu yok gibi. Nostaljik bir ağırlık mı, yoksa alışkanlıktan mı böyle konuşuyor, anlayamıyorsun.
Tam ona daha fazla soru sormaya hazırlanırken, Takeshi duruyor. Sana doğru dönüyor ve gözleri… değişiyor. Gözbebeklerinin etrafında turuncu, dairesel bir desen parlıyor. Sanki gözlerinin içinde dönen bir çember varmış gibi… Farklı. Doğal olmayan bir şey. Nefesin bir an için kesiliyor. Takeshi sana doğrudan bakarak hafifçe eğiliyor ve sesi neredeyse fısıltı kadar hafif çıkıyor.
"Bundan Saya'ya bahsetme, olur mu?"
Daha cevabını bile beklemeden hızla arkasını dönüyor ve kapıdan içeri dalıyor. Kısa bir süre, öylece arkasından bakakalıyorsun. Az önce ne gördüğünü tam olarak kavrayamadan, içindeki tedirginlik büyüyor. Takeshi kimdi? Neydi? Shindou Klanı neydi?
Bu sorular beynini kemirirken başka seçeneğin olmadığını hissediyorsun. İç geçirerek otelin kapısını açıyorsun. Geri döndüğünde Toshio’yu kapının önünde beklerken buluyorsun. Odaya yeni dönmüş olmalı. Hiçbir şey söylemeden seni süzüyor, sonra başını hafifçe sallayarak kapısını açıp odasına yöneliyor. Belli ki senin de bir şey demeni beklemiyor.
Yorgun bir şekilde kendi odana giriyorsun. Saya sırtı dönük bir şekilde hala yatakta. Sabah konuşmak daha iyi olacak. Üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkartıp kuru bir şeyler giyerek yatağa uzanıyorsun. Düşüncelerini bir kenara itmeye çalışarak gözlerini kapatıyorsun. Yarın ne getirecek bilmiyorsun, ama fazla düşünmeye de halin yok.
Sabah olduğunda, hafif ışıkların camdan süzüldüğünü hissediyorsun. Uzanarak geriniyor ve gözlerini açıyorsun. Saya çoktan uyanmış, saçlarını düzeltirken aynaya bakıyor. Sana bir an için göz ucuyla bakıyor ama hiçbir şey söylemiyor.
Hızla hazırlanıyorsunuz ve birlikte odadan çıkıyorsunuz. Kapının önünde ekibin diğer üyelerini beklerken, ilk gelen Toshio oluyor. Sana yaklaşarak doğrudan soruyor.
"Takeshi nerede?"
Tam bir cevap verecekken, kafeterya kısmından gelen iki figürü fark ediyorsunuz. Hari ve Takeshi, yan yana konuşarak yaklaşıyorlar. Takeshi her zamanki gibi gülümsüyor ve çenesini hafifçe kaldırarak selam veriyor.
"Nasılsınız?"
Saya, hiç yüzüne bile bakmıyor. Hari ise bir an Takeshi’ye dönüyor, sonra size hitap ediyor.
"Heyet geldi. Şimdi görüşmeye gideceğiz."
Onun rehberliğinde otelin en üst katına çıkıyorsunuz. Çıktığınız anda geniş bir hol ile karşılaşıyorsunuz. Gözlerinizi çevirdiğinizde Iwagakure heyetinin yalnızca üç kişi olduğunu fark ediyorsun. En yaşlı görünen adam öne çıkıyor ve ağır bir ses tonuyla konuşuyor.
"Ben Tsuchiryu Ryuujin."
Hari hafifçe eğilerek kendisini tanıtıyor.
"Hari, Konohagakure Jounin komutanı."
Tam o anda, Takeshi hafifçe Toshio’ya yaklaşıyor ve kısık sesle konuşuyor.
"RyuRyu diyelim bu abiye."
Gözleri gülüyor, eğleniyor gibi. Toshio ise tek kelime etmiyor, belli ki bu yorum ilgisini hiç çekmemiş.
Ardından, Chuuninler teker teker kendilerini tanıtıyor. Önce, karşı taraftan genç bir kız öne çıkıyor.
"Ben Kamizuru Hanabi."
İsmi duyduğun anda, Toshio’ya doğru bakıyorsun. Yüzünde tanımadığın, sert bir öfke var. Kaşları çatılmış, gözlüklerinin arkasında patlamaya hazır bir şey saklı gibi. Bir adım öne çıkıyor ve sesinde hafif bir vurgu ile kendini tanıtıyor.
"Aburame Toshio."
Hanabi’nin gözleri bir anda büyüyor. O da sert bir bakışla Toshio’ya karşılık veriyor. O ikisi… birbirlerini tanıyor mu?
Sonra son Chuunin öne çıkıyor. Kısa bir sessizlik oluyor ve kısaca konuşuyor.
"Ben de Tora."
Takeshi hafifçe kafasını eğiyor ve hafif bir sırıtışla soruyor:
"Klanınız yok mu?"
Tora başını çeviriyor, kaşlarını kaldırıyor ve hiçbir duygu belirtisi olmadan cevap veriyor.
"Ayıp ediyorsunuz ama."
Ardından sessizce yerine geçiyor. Takeshi gülmemek için kendini zor tutuyor. Saya, hiçbir şey söylemeden ileriye bakıyor. Sen de kendini tanıttıktan sonra Hari hafifçe oturduğu koltuğa yerleşiyor ve sizi yanına davet ediyor.
Toshio ve Takeshi ayakta beklerken, Iwa heyetindeki üç kişi de sandalyelerine oturuyor. Hari ve Ryuujin arasında standart diplomatik giriş cümleleri geçmeye başlıyor. Hava geriliyor.
Ve görüşme… resmen başlamış oluyor.