Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Eizo Amca, uzattığın beş Ryo’yu avucunun içine aldıktan sonra kısa bir kahkaha atarak avucunda çeviriyor. "Hah, sağolasın yeğen. Hayrını göreyim de zaten neyi göreyim bu yaştan sonra!" diyor ve parayı yeleğinin iç cebine tıkıştırıyor. Eliyle gösterdiğin yöne doğru başını sallıyor. "He ya, meydan o yanda. Taş yolu takip edersin, şadırvanlı yere varırsın. Oradan sonra artık yol seni götürür yeğen, kolay gelsin."

Eizo’nun eli hala cebinde parayı yoklar gibi bir hareket yapıyor, sonra hafifçe geriye yaslanarak atların dizginlerini gevşetiyor. "Bak, yeşil çayı denemeden dönme bu köyden. Beni bul, borç falan yaparım, orası başka!" diyor, ne dediğini sen de tam olarak anlayamıyorsun. "Haydi eyvallah!" diyerek uzaklaşmaya başlıyor.

Taş yoldan ağır adımlarla yürümeye başlıyorsun, çevrende köy hayatı kendini iyice hissettirmeye başlıyor. Yolun iki yanında saman çuvalları ve meyve sandıkları dizilmiş, birkaç çocuk sokak ortasında ip atlayarak oyun oynuyor. Aralarda köy evlerinin ahşap kapılarını, pencerelerden dışarı sarkan çamaşır iplerini fark ediyorsun. Kuş sesleri arasında bir yandan tavukların gıdaklaması duyuluyor, etrafa yayılan hafif yanık odun kokusu huzurlu bir atmosfer oluşturuyor.

Meydana yaklaştıkça, az önce fark ettiğin köylüler dikkatini çekiyor. Kadın seni fark ediyor ve bakışlarını üzerinde gezdiriyor. Ardından yanındaki yaşlı adamla kısa bir şeyler fısıldıyor ve grup, seni durdurmak üzere hızla adımlarını sana doğru yöneltiyor. Kadın ilk önce konuşuyor. Yüzünde hafif bir gülümseme olsa da gözlerindeki dikkatli ifadeyi görüyorsun. "Selam delikanlı, hoş geldin. Buradan geçmene bakılırsa yabancısın, doğru mu?" diye soruyor. Ardından elindeki sepetteki taze otları düzelterek devam ediyor. "Nereden gelirsin, nereye gidersin?"

Henüz cevap vermeden yaşlı adam bastonunu yere vurup sert bir bakış atıyor. "Şu sepetteki otlardan birini alıp koklasana." diyor, sesi yaşına göre güçlü çıkıyor. "Bizim buralarda yetişir ama herkes ayırt edemez kokusundan. Eh, bakalım köyden misin dışardan mı, ona göre konuşuruz!"

Kadın hafifçe gülümseyerek devreye giriyor. "Ah, şaka yapıyor." diyerek yaşlı adamın bastonunu hafifçe dürtüyor. "Ama insan bilmek istiyor tabii, neden buraya geldin ki? Akraba mı, iş mi, yoksa böyle rastgele mi geçiyorsun bizim topraklardan?"

Kaslı genç adam omuzlarını silkerek sana bakıyor. "Amaaan, belki de kaçak bir koca adayısındır?" diye ekliyor, hafifçe gülerek. "Bizim köyün kızları iyidir ha. Hem çalışkan hem güzeller."

Yaşlı adam bastonuyla yere bir kez daha vuruyor ve konuşmayı toparlıyor. "Tamam tamam, korkutmayın delikanlıyı. Belki yoldan geçmiş birisin, belki de işini gücünü bilir. Ama bizim çayımızı içmeden gitmezsin, öyle değil mi?" diyerek bastonunun ucuyla yakınlardaki bir evi işaret ediyor. "Bak, yeşil çayımız vardır. Kendimiz toplarız, kendimiz kuruturuz. Sen de bizle içersin, hem biraz dinleniriz."

Kadın başını sallayıp sıcak bir şekilde gülümsüyor. "Evet, hem sohbet ederiz, buranın havasını anlarsın. Yorulmuşsundur yol boyunca, gel, şöyle bizim eve geçelim." Elindeki sepeti biraz yukarı kaldırıp devam ediyor. "Hem bu otları pişirirken güzel hikayeler anlatırız sana."

Kaslı genç adam, yüzünde hafif bir alayla gözlerini kısıp sana bakıyor. "Sakın korkma, seni yemeyiz." diyerek kahkaha atıyor ve kadınla yaşlı adamın arkasından yürümeye başlıyor.

Köylülerin bu sıcak ama biraz da şüpheli davetiyle önünde yeni bir yol açılıyor: Dinlenmek ve köy hakkında daha fazla bilgi edinebileceğin bir fırsat.
Off Topic
Eyvallah reyis.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Nevi şahsına münhasır dayının arkasından "Ne diyor bu amına koyayım?" temalı bir el kaldırıp, birkaç saniye gidişini izledim. Ardından, köye doğru adımlamaya başlamıştım ki, çok geçmeden az önce gördüğüm grup beni durdurdu. Geçip gitmelerini bekliyorken birden kendimi aralarında ve takır takır gelmekte olan sorularına maruz kalırken bulmuştum.

"Merhabaa, merhabalar efenim." diye selam verip karşılık vermeye başladım. İçlerindeki kadın ilk konuşanlarıydı. Gevrek bir gülümseme takınmaya çalıştım az önceki sıradan insan rolüme devam etmek için. "Akraba ziyaretine geldim yenge." diye kadına cevap verdikten sonra üstümü başımı düzeltip, sanki durduk yere bir şeye gururlanmışımcasına daha da dikleştirdim sırtımı. Ardından, içlerindeki dede ani bir gürültü gibi konuşmaya en orta yerinden girdi. Kadının sepetindeki otları göstererek koklamamı istemedi, adeta emretti. Şaşkın şaşkın baktım suratına. "Otları mı kok'liyim?" diye mırıldanarak sordum kaşlarımı kaldırarak. Ne ki bu şimdi? Daha köye adım atalı iki dakika olmamış burnuma ot dayanıyor? Koklarsam ne olacak? Cart diye bayılmam heralde dimi? Bir kere bizim ormanda ağza atınca ağaçların kıvrıl kıvrıl dans etmeye başladığı mavi renkli bir çiçek bulmuştum. Sonra o çiçekten çok aradım ama bir daha bulamadım, bu da öyle bir şey mi ki? "Olur." dedim tereddütsüz bir şekilde.

"Ben pek anlamam ama." diye sırıtarak kadının sepetine uzandım. Şu an saf salak rolü yapacağım diye hayatta kalma iç güdülerimi de beynimle beraber rafa kaldırıyorum muhtemelen ama, dürüst olalım, en fazla ne olabilir ki? Köye daha adım atmaz millete aşırı tehlikeli şeyler koklatıp adam kaçırmalı raddede olaylar dönüyorsa benim gibi basit bir chuunin zaten pek bir şey yapamaz. Bu yüzden, sikerler diyip, kokladım. Anlamam manlamam da diyorum gerçi ama, o kadar ormanda büyüdük, elimi şıklatmamla ot çıkarıyorum yerden. Bilindik bir otsa kokusundan anlarım heralde.

Otların kokusunu içime çektikten sonra geri dikelerek burnumu kaşıdım. "Benim burada bir kuzenim oturuyor da. Yıllardır görmüyorum onu, bir ziyaret edip farklı bir hava göreyim istedim." Bu sırada kaslı eleman profesyonel pezevenkliğe adım atmış ve Tsuyu kızlarının marifetlerini çıtlatmıştı bana. Götüm götüm bir adım attım ona yanına sokulmak için. "Harbi mi diyo'n?" diye fısıldayarak cevap verdim. "Biz bunu bi' konuşalım bi' ara." diye devam edip, kendimi tekrar bastonlu dayıya emanet ettim. Bastonuyla evini işaret edip beni davet etmiş, hayatta kalma iç güdülerimin son damlasını da hunharca hüpletmek istemişti. Ben... Buna nasıl karşı koyabilirdim ki?

Şaka bir yana, bunlar ne ayak? Açıkçası ufak bir köyde yaşayan "sıradan" insanlar olsam köyün sınırlarında dolaşıp yabancı avına çıkmaz, evime davet etmezdim. Zaten boş boş dolaşacak vakte sahip olduğumda pek ayık olduğum da söylenemez. Hayat... Bence yabancıları tanımaya bu kadar hevesli olacak kadar neşeyle dolmaya değer değil. Bu sadece benim için geçerli değildir tahminimce. Bu yüzden, bu işte bir iş var. Fakat hemen aklımı komplo teorileri ile doldurmalı mıyım emin değilim. Dostane davranıp işlerin akışına göre davranmam en iyisi olacak gibi duruyor. Bu yüzden, önce kararsız bir "Eee.... Şey." sesi çıkardım, hemen atlamamak için.

Birkaç saniye bir yaşlı adama, bir eve, tekrar yaşlı adama tekrar eve şeklinde kararsız bakışlar atmaya devam ettim. "Aslında çayla pek aram yoktur, ama bir yandan da çok sıkıştım." diye koyverdim içimdeki sahte kararsızlığı. Ufak, utangaç bir kahkaha attım. "Tuvaletinizi kullanmış olurum hem, sonrasında da birer çay içeriz, ben de kuzeni aramaya koyulurum."
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Kadının davetinin ardından köyün içlerine doğru yürümeye başlıyorsun. Orta yaşlı kadın, bastonlu yaşlı adam ve kaslı genç adam, yan yana dizilmiş halde sana önderlik ediyor. Yolda sorular sormayı sürdürüyorlar; nereden geldiğini, kuzeninin kim olduğunu merak ediyorlar. Köyün dar sokaklarında yavaşça ilerlerken sağlı sollu evlerin küçüklüğü ve eski dokusu dikkatini çekiyor.

Kadın başını hafifçe çevirerek konuşuyor. "Kuzenin kim dedin? Biz burada çoğu insanı tanırız, belki de bir selamımız vardır kendisine." Yaşlı adam da bastonunu yolun taşlarına tık tık vurarak ekliyor. "Adını söyle, belki ben bilirim. Bu köy küçük ama her hanede bir hikaye gizlidir evlat."

Kaslı genç adam elindeki ufak bir odun parçasını yere fırlatıyor ve omzunu silkerek gülüyor. "Biraz daha kalırsan, o hikayelerden bol bol dinlersin. Bizde sürüyle hikaye, efsane var." Evlerden biri özellikle öne çıkıyor; giriş kapısının üzerindeki küçük çatı, kenarlardaki saksılar ve rengarenk çiçeklerle süslenmiş. Kadın kapıyı açarken dönüp sana bakıyor. "Buyur delikanlı, biz geldik. İçerisi ufak ama çayımızı şimdiden ocağa koyarız, sen de rahat bir nefes alırsın."

Evin içine girdiğinde basit ama sıcak bir ortam görüyorsun: Ahşap döşemeler, odanın köşesindeki ufak bir mangal, yerde serili birkaç hasır yastık. Kadın sepetteki otları hemen küçük bir mutfak bölümüne taşıyor. Kaslı genç adam da kapının yanındaki ayakkabılığın üzerine ceketini bırakıyor. Yaşlı adam ise bastonuna dayanarak yanı başında duruyor, gözleri seni izlerken bir yandan hafif bir gülümsemeye sahip.

Kadın sesleniyor. "Şimdi çayı koyuyorum, birazdan hazır olur. Evvela şu kuzenini sen bize bir anlat, belki tanırız." Bu sırada sen sıkıştığını belli ediyorsun, hafifçe utanmış gibi yaparak. Kadın ve yaşlı adam birbirlerine bakıp anlayışla başlarını sallıyorlar. "Tabii, tabii." diyor yaşlı adam. "Tuvalet arka tarafta, koridoru geçince soldaki kapı."

Kadın, mutfağın içinden sesini yükselterek ekliyor. "Bir kapı var ya, işte o. Kapı biraz gıcırdar ama idare et, çok sağlamdır aslen." Belirtilen koridordan geçerek tuvaletin kapısına ulaşıyorsun. İçeriye adımını attığında, gerçekten de kapı hafif bir gıcırdama sesiyle kapanıyor. Küçük, sade, ama temiz bir yer. Duvara asılı ufak bir ahşap rafta sabun, küçük bir havlu ve ibrik duruyor. Derin bir nefes alıp kapıyı tam olarak kapattığında, içeride biraz soluklanma fırsatı buluyorsun. Henüz çok fazla veri toplayamamış durumdasın ama köylülerin tavırlarının dostça mı, yoksa kuşkucu mu olduğunu çözmeye çalışıyorsun.

Aniden kapının dışından bir tıklama sesi duyuluyor. Yaşlı adamın tok sesi duyuluyor koridorun öbür ucundan.
"Evlat, müsait misin? Bir şey diyeceğim sana…" Adamın sesi yakından geliyor, sanki kapıyı açmaya davranmış gibi bir hafif sürtünme sesi hissediyorsun. Ne var ki, kapıyı tam olarak itmemiş olsa da açılmaya yeltenen bir güç belirgin. Elinle kapıyı iterek engellemen mümkün, henüz içeri girmedi. Kapı aralığından adamın silueti görünmüyor ama bastonun sesi epey yakın.

"Kusura bakma da, kısa bir mesele var. İçerdeysen aç hele…" Konu ne olabilir diye düşünüyorsun; bir yandan da kapıyı kapalı tutmayı sürdürebileceğini düşünüyorsun. Yaşlı adam bir şey sormak istemiş gibi duruyor, ama bu kadar aceleci davranması da oldukça garip geliyor. Görev bilincinle, durumu sakince idare etmen gerektiğini fark ediyorsun. Henüz cevap vermeden, adamın nefes alıp vermesini duyuyorsun, sanki senin ne diyeceğini bekliyor gibi.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Üçlü grubun arkasından yavru ördek misali tin tin tin yürümeye başladım. Tsuyu Köyü'nün dar sokaklarındaki bu yolculuk, bizi diğer evlere nazaran daha dikkat çekici duran bir evin önüne getirdi ve sırayla içeri girdik. "Olur yenge." diye mırıldandım içeri girerken ve sakin bir şekilde içeriyi incelemeye koyuldum.

Salonun ortasına yaklaştıkça hafiften bir gerindim her bir detayı aklıma kazırken. Çok dikkat edilesi, önem verilesi bir şey yoktu. Dümdüz evdi zannımca ve hallerinden de memnun olmalılardı. Ben eve biraz daha göz gezdirirken kadın tekrar konuştu ve konuyu yine kuzenime getirdi. Battı balık yan gider modunda bir isim uydursam artık, iyi olacaktı. "Hiroshi'yi bildiniz mi?" diye sordum neşeli bir sesle. Tabii ki de bilmeyeceklerdi, tesadüfi bir durum olmadığı sürece. Olursa da eh, sanki başta aradığım Hiroshi oymuş da konuştukça o olmadığını anlamış gibi yapabilirdim. Olmadığı senaryoyu ise, doğaçlama bir şekilde düşünürüm artık. "Böyle benim yaşlarımda, boyu şu kadar..." Bir elimi kaldırıp alnımdan biraz aşağısına hizaladım. "Benim kadar iyi değil ama tipi! Büyük amcamın torunu olur kendisi. İkinci göbek kuzenim yani. Bir hava değişikliği olsun diye ziyaret edeyim dedim. Kuruyemiş de getirdim hem. Çayın yanında yer miyiz? Size de ikram edeyim."

Bu kadarı, şimdilik yeterli olmalıydı. Sorulmadığı sürece iyice detaya girersem onlardan ziyade kendimi inandırmaya çalışıyor olurum, bu da dikkat çekebilir. Az ama öz konuşmak şimdilik en iyisi. Çakma kuzenim hakkında uydurmalarım bitince sıkışma rolümü biraz daha şiddetlendirerek özür diledim ve yönlendirdikleri tuvalete yöneldim.

Cayır gıyır eden kapıyı sahte bir acele ile açarak kendimi ufak tuvalete attım. Burası da evin kalan kısmı gibi normal, dümdüz, bu insanlara yetecek şekilde bir şeydi. Yine benimkinden iyi diyebilirim zira bende pencere niyetine ağaç oyuğu var. Fakat neyse ki tesisatımız modern. Şimdi, orman morman ayağına terk edilmedik tamam mı, Konoha bir şekilde bakıyor bize yani. Neyse. İki elimi belime götürüp şöyle bir yokladım kendimi. Şimdi o kadar rol yaptık ama, cidden çişim var mı diye bir emin oldum kendimden. Yoktu yok olmasına ama olsaydı da rahat rahat işeyemeyecektim belli ki. Bastonlu dayı daha ben kemerime el atamadan kapıda bitmiş, bir şeyler demeye başlamıştı. Bu, geçen on-on beş dakikalık sürede bu kişiler tarafından maruz kaldığım, garip mi yoksa normal mi karar veremediğim bir başka mevzu olmuştu. Kısaca, işeyen adamı ne rahatsız ediyorsun ulan!

"Buyur dayı?" diye seslendim kapının dışına doğru, hafif şaşırmış bir ton takınarak. Bu sırada hafiften kapıya yeltenmiş fakat tam anlamıyla henüz açmamıştı. Bir elimi kapıya hafifçe bastırıp, kibar bir şekilde engelledim en başta. "Bir toparlanayım hele, bir saniye, açacağım" dedim nazikçe. Durumu düşünmek için birkaç saniye kazandıracaktı bu bana. Çoğunlukla bana eziyet etmekten başka bir halta yaramayan beynimi turbo modda çalıştırdım bu süre içinde.

Sezgilerimi kullanarak durumu analiz etmeye çalışabilirim. Fakat çakra kullanabilen insanlara benzemiyorlar. Hatta, olsalar dahi, bunu bana karşı kullanacakları malum değil. Bana zarar verme gibi niyetleri olsa eve girdiğim anda da yapabilirlerdi. Belli ki, basit bir şey soracak. Belki de musluk bozuktur, onu diyecek. Bilemedim. Sezgisel yeteneklerim böyle anlarda pek bir işe yaramasa da yine de durumu okumak için kendimi odaklayacağım. Fakat bu odaklanma süresinin birkaç saniyeyi geçmesine izin vermeyeceğim. Sonunda, kafamda bir fikir oluşsa da oluşmasa da kapıyı amcaya kendim açarak "Buyur?" diye soracağım.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Tuvaletin içinde geçen birkaç saniye boyunca zihnin, durumun garipliği üzerine yoğunlaşıyor. Hiroshi'yi de tanımadıkları için senden şüphelenmiş olabilecekleri ihtimalini değerlendiriyorsun. Dışarıda bastonlu adamın nefes alıp vermesi, hafif bir sabırsızlıkla ayaklarını sürtmesi duyulabiliyor. Ses tonu, garip bir aciliyet taşıyor ama bunun bir tehdit mi yoksa yaşlılara has o bitmek bilmez muhabbet isteği mi olduğunu henüz kestiremiyorsun.

Şüpheli mi bu insanlar? Daha karar veremedin. Ama bu köyde bir şeylerin yolunda gitmediğine dair sezgilerin, beyninin arka planında sessizce fısıldaşıyor.

Kapıyı açmak için elini hafifçe kaldırıyorsun. Henüz tam açmamışken bile, karşı taraftaki varlığı hissetmeye başlıyorsun; tuhaf bir ağırlık, derinden gelen bir nefes alma sesi. Birkaç saniye içinde kararını verip kapıyı açtığında yaşlı adam doğrudan gözlerinin içine bakıyor.

Hafifçe gözlerini kısmış, dudaklarının kenarında belirsiz bir tebessüm var. Sanki aklında bir şeyler kurmuş da, sırf kendi içindeki keyfi artırmak için bekletiyormuş gibi. Birkaç saniye boyunca bakışlarını üzerinde gezdiriyor. Önce yüzüne, sonra saçlarına, sonra... Göğsüne.

Ardından hafifçe başını yana yatırıyor ve "Yeğen." diyor, bastonunu yere koyarak.

"Saçlarına, vücuduna falan baktım da şöyle..."

Ne diyor bu lan?!

Cümlesini bitiremeden, yaşlı adam kapıyı ittirerek içeri giriyor. Aradaki mesafe aniden kapanıyor. Sen daha anlamadan, adam kendini içeriye atıp kapıyı ardına kapatıyor.

Odada birdenbire garip bir sessizlik oluşuyor. Dışarıdan evin içindeki diğer köylülerin hafifçe konuşmaları duyulabiliyor, bir şeyler kaynıyor, ocaktan gelen küçük çıtırtılar var. Ama burada? Tuvaletin içinde? Zaman yavaşlamış gibi.

Yaşlı adam şimdi tam karşında.

"Fena da değilsin he..."

Ne?

Adamın gözleri, garip bir şekilde kısılmış, dudaklarının kenarı titrek bir gülümsemeyle yukarı kalkmış. Ama asıl tuhaflık, hareketi.

Beline sarılıyor.

Beline sarılıyor!

Yaşlı elleri beklediğinden çok daha hızlı hareket ediyor. Sımsıkı tutuşunu, şaşkınlığın suratına otururken bedeninde hissediyorsun. Ellerinin dokunduğu yerler, anlamaktan bile kaçındığın bir boyuta geçiyor.

Adam bir anda hafifçe başını sallayıp burnunu çekiyor.

"Kaymak gibidir ben anlarım görmeden."

...Nefesin kesiliyor.

Olay öyle hızlı, öyle absürt bir şekilde gelişiyor ki, anlık olarak beyninin sinyal göndermesi duruyor.

Şimdi, çok kritik bir noktadasın.

Tuvaletin içinde, beline sarılan bir yaşlı adamla baş başa kalmış halde, ne yapacağını şu an bulmak zorundasın.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Kapıyı açmamla beraber beni bu kararımdan pişman edecek olaylar silsilesi de başlamıştı.

Önce, yersiz ve fazlasıyla gereksiz bir iltifat aldım yaşlı adamdan. Sıcaktan erimeye başlamış gibi duran suratı bende hafif bir tiksinti yaratmış, gidişatın nereye varacağını az çok belli etmişti bana daha en başında. Yine de, ön yargılı davranmak istememiştim. Keşke isteseymişim. Söylediklerini analiz etmeye çalıştığım yarım saniyelik sürede yanımda bitiverdi adam, surat ifadesi daha da rahatsız edici bir hal alırken, bir iltifat daha etti.

"B-Ben mi?" diye mırıldanmıştım ki, nereden cesaret bulduysa belime sarıldı adam. Lavabonun dibinde biriken bulaşık artıklarına el atmışımcasına kötü bir his birden beni ele geçirdi ve beynime doğru ani bir elektrik akımı hissettim. Sanki yüzlerce iğneden oluşan bir tarakla kafamı tarıyormuşum gibi hissettirmişti. Bu ani hareketin yarattığı ruhsal tepki ise, fiziksel olanlarından daha beterdi. Rencide olmuştum nedense, sanki hiç haketmediğim bir hakarete maruz kalmış ve küçük düşürülmüştüm. Halbuki kimsenin görmediği ufacık bir odada, densiz bir kart horozun hakimiyetini kaybetmesine maruz kalmıştım alt tarafı ve muhtemelen üflesem, yok olabilirdi bile herif. Anlık bir sinirle belimdeki ellerini tutup sert bir şekilde geri ittirdim. Kafamı kafasına iyice yaklaştırıp tüm tiksintimi üzerine yansıtarak "Başlatma kaymağına şimdi." diye fısıldadım tıslarcasına. Şurada yumruğumu vursam... Dizimi kasıklarına geçirsem, tek nefeste can verecek haberi yok. Böyle tipleri tartaklamakta bir beyis görmesem de, şapşal köylü rolünü oynarken böyle tavırlara girmem gereksiz dikkat çekecektir. Üstelik şapşal halimle bile adamı itip kakalasam içeridekiler olaya inanmayabilir, suçlu birden ben olabilirim. Böyle haberler kulağıma çalınmıyor değil ne de olsa. Yani bir nevi, yapacaklarım kısıtlı durumda.

Başımın ani bir hareketi ile kapıyı işaret ettim, adama nefret ile bakmayı kesmezken. Ardından, yüksek sesle konuşmaya, bile bile rol kesmeye başladım. "Aaa! Amca, odaları mı karıştırdın?!" diye çığrındım bilerek içeridekiler de duysun diye. Sonra, kolundan tutup, sert olmayacak bir şekilde kapıya doğru yönlendirdim, bir yandan "Dur ben çıkmana yardım edeyim senin!" diye bağırışmaya devam ederken.

Eğer ters bir durum olmadan adamı def edebilirsem, çok oyalanmadan ben de çıkıp direkt olan kadının bulunduğu tarafa geçeceğim. Çay için de o kadar söz verdik fakat, özsaygımdan dolayı bu insanların sunacağı herhangi bir şeyi kabul etmesem daha iyi olacak gibi duruyor. Bu yüzden, kadından özür dileyip uğramam gereken önemli bir yer olduğunu hatırladığımı bahane ederek evden çıkacak ve meydana atılacağım.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Tuvaletin daracık alanı, yaşlı adamın varlığıyla daha da basık bir hale bürünüyor. Adamın ellerini belinde hissettiğin an tüm sinir sistemin uyanıyor. Vücudun savaşa hazır, beyninse şokta. Adamın ellerini sertçe geri ittiğinde, hafifçe sendeleyerek geri adım atıyor. Ama o gülümseme... Hala suratında. Sözlerin tıslayarak çıktığında, yaşlı adamın yüzünde anlam veremediğin bir değişim oluyor.

Tuhaf.

Sana bakıyor. Bir anlığına, gözlerinde korku mu belirdi? Yoksa yanlış bir şey yaptığını mı fark etti? Ya da belki de… onun için yanlış bir şey yoktu. Bunu düşünmeyeceksin. Senaryoyu derhal değiştiriyorsun. Aniden yüksek bir sesle bağırıyorsun. Evde birkaç saniyeliğine ölüm sessizliği oluyor. Ardından ayak sesleri. Kadın ve genç adam, aceleyle içeriye yöneliyorlar. "Ne oldu?!" Kadının sesi ciddiyetle yükselirken, genç adam kaşlarını çatıyor. Tam o anda, sen yaşlı adamı hafifçe kolundan tutup kapıya doğru yönlendiriyorsun.

Tiyatron kusursuz. Yaşlı adam, ne diyeceğini bilemeden ağzını açıp kapatırken, kadının gözleri arasında gidip geliyor. Kadın "Hay Kami! Dayı, sen ne yapıyorsun burada?" diyerek hızla yaşlı adamın kolunu kapıyor. Genç adam "Oğlum iyisin di mi?" diyerek, sana gözlerini kısıyor. Yaşlı adam "Ben... Şey... Hava değişti, tansiyonum indi... Tuvaleti mutfak sandım, eheheh..." diye garip, yamuk bir bahane uydururken, kadın adamın kolunu sıkarak "Gel bakayım şuraya sen." diyor. Genç adamın bakışları hala sende. Şüpheli mi? Yoksa sadece sinirli mi? Bununla uğraşamazsın.

Hızlı bir karar veriyorsun. Buradan defolup gideceksin. Kadın bahaneni duyunca "Ne? Ama çay içmeden mi gidiyorsun?" diyerek şaşkınca soruyor. Genç adam "Çayı mı kaldı yenge, adamı korkuttu bak!" diye yaşlıyı suçlarken, sen hızla kapıya yöneliyorsun. Kapıyı açıyorsun. "Ah, ama yeğen... Daha otları pişirmedik bile!" Kadının "Bizim çay çok güzeldir!" diye arkasından seslenmesiyle birlikte evden çıkıyorsun.

Ve... sonunda meydandasın.

Meydan oldukça hareketli. Köyün kalbi burada atıyor gibi. İnsanlar, tezgahlar, yük taşıyan adamlar, köşelerde duran çocuklar… Her şeyin ortasında duruyorsun. Meydanın batısında, taş basamaklarla çıkılan küçük bir tapınak var. Çevresinde dua eden birkaç yaşlı kadın ve dua bayrakları asılmış. Köyde yaşayanlar için manevi bir merkez gibi görünüyor. Eğer burada biraz takılırsan, köyün yaşlılarıyla konuşma fırsatın olabilir. Meydanın kuzey kısmında, küçük ama yoğun bir pazar var. Meyve, sebze, kumaş ve balık tezgahları sıralanmış. Köylüler, alışveriş yapıyor, pazarlık ediyor. Burada köy hakkında güncel haberleri öğrenebilirsin. Doğuda, taş bir binanın önünde ahşap bir tabela sallanıyor. Bir han. İçeriden gelen kahkahalar ve bardak sesleri, buranın kendi içinde bir dünyası olduğunu gösteriyor. İçeri girip biraz oturursan, köyün farklı tipleriyle karşılaşabilirsin.

Meydanın genel kalabalığı içinde, gözüne çarpan bir figür beliriyor. Buradaki insanların çoğu basit keten kıyafetler, toprak tonlarında giysiler veya hafif pamuklu kumaşlar giyerken, bu adam… çok farklı. Sırtında uzun, koyu mavi bir cübbe var. Kumaşı buradaki köylülerin giydiği kaba dokulardan çok daha kaliteli, düz ve tok duruyor. Cübbenin altından dar kesim, koyu renkli bir pantolon görünüyor. Ayaklarındaysa, köylülerin giydiği basit sandaletler yerine, sağlam ve temiz deri çizmeler var.

Adamın saçları kısa, düzgün taranmış. Sağ kulağında küçük bir metal halka küpe var, ki bu buralarda çok sık rastlanmayan bir aksesuar. Gözleri sert bakışlı, yüzündeyse hafif sakal izleri var. Ama en dikkat çekici yanı, sırtında taşıdığı deri çanta. Bu, sıradan bir seyyahın çantasına benzemiyor. Yan ceplerinde birkaç parşömen yuvarlanmış duruyor, belinde ufak bir hançer asılı.

Adam, etrafındaki insanlara dikkat etmiyor gibi görünüyor. Sanki bir şeyden çok emin, ama aynı zamanda fazla fark edilmemek için kendini zorlayan biri gibi. İnsanların arasına karışıyor, ama buraya ait değil. Gözlerinin önünden hızlı adımlarla geçip gidiyor, doğrudan köyün kuzeyine, pazarın bulunduğu tarafa yöneliyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
"Başlarım çayına şimdi..." diye mırıldanarak ardımdaki kapıyı çarptım ve kendimi tekrar sokaklara attım. Tekrar yürümeye başlamadan önce birkaç saniye olduğum yerde dikilip, burnumdan derin bir nefes aldım gözlerimi kapatarak. Kaşlarım hala çatıktı ve ellerim üzerimi düzeltmeye, silkeleme hareketleriyle adamın dokunduğu yerleri bir nevi geri "temizlemeye" çalışıyordu. Kırkından sonra teneşir mi paklar bilmiyorum ama burada Shinobi kimliğimde bulunuyor olsaydım bu hareketinden sonra o kart abazanı liğme liğme ederdim ona eminim. "Orospu çocuğuna bak..." Son bir kez üstümü başımı toparlayıp, yürümeye başladım.

Yolculuğum en az Konoha'daki kadar yaşam dolu olan meydana çıkarmıştı beni. Az önce yaşadığım tatsız hadiseyi şimdilik aklımın raflarına kaldırarak etrafı incelemeye koyuldum. Adımlarımı en başta, batıdaki tapınağa doğru yöneltsem de bu fikrimden seri bir şekilde vazgeçtim. Etrafında toplanıp dua eden insanlarla muhabbet etmek, pek dikkat çekmeden bilgi toplayabilmem için iyi bir fırsat olabilirdi fakat... Şu an bir süre herhangi bir yaşlı ile muhattap olmak istemiyorum. Köy hanı ise yaşadığım olayın üstüne bir iki kadeh bir şeyler içip rahatlamama bayağı yardımcı olabilirdi, ama bu tip yerlerde de yabancılar daha çok dikkat çekebilir. Bu yüzden kuzeye doğru yavaş, etrafı inceleyen adımlarla yöneldim. Sanki amacım alışveriş yapmakmış da tezgahları inceliyormuşum gibi bir edayla, zaman zaman da gerçekten tezgahları inceleyerek dolaşmaya başladım. Elmanın kilosu ne zaman 50 Ryo oldu yahu?!

Bir süre sonra kalabalık içerisinde, hem tavırlarıyla hem de giyim tarzıyla dikkatimi çeken bir adam fark ettim. Baştan aşağı çaktırmadan şöyle bir süzdüm adamı. Bir kaşım da havada, olayının ne olduğunu çözmeye çalıştım. Bir soylu muydu? Sanırım soylu olsaydı daha geleneksel bir tarzda giyinirdi. Bir Shinobi? Bir hançer taşıyor ama Shinobi olduğuna dair bir his alamadım. Yani, en azından şimdilik. Belki de bir elçidir. Ya da Tsuyu Köyü'ne ait bir kolluk kuvveti? Bir de, kalabalığın aksine öylesine dolaşmıyor da bir amaç doğrultusunda hareket ediyor gibi. Bir yere gidiyor olmalı.

Köyün "normal" insanlarıyla etkileşimim şu ana kadar pek iç açıcı geçmediği için, kendini köylülerden ayırabilmeyi başaran bu adamı gözüme kestirirsem belki daha çok bilgi toplayabileceğim fikri geçti aklımdan. Hatta kolluk kuvveti ya da Shinobi falan çıkarsa az önceki olayı bahane ederek adamla muhattap olma şansına bile erişebilirim. Bu yüzden hızlı adımlarla adamla aramdaki mesafeyi kapatmaya başladım. Bu sırada da adam iyice insanların arasına karışmış, pazarın daha da ilerisine doğru koyulmuştu. Ben de aynı yönde yürüdüğüm için adımlarımı hızlandırmam yetmeliydi. Bir şekilde adama daha çok yaklaşabilirsem en azından shinobi olup olmadığını hissedebilirim diye düşünüyorum. Aynı zamanda nereye gitmekte olduğuna ve amacına dair de ipuçları elde edebilirim. Adamla konuşmayı ise şimdilik düşünmüyorum. Kısa bir süre takip edeceğim önce, dikkat çekmeden.
► Show Spoiler
Image
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Pazarın yoğun kalabalığı içinde, hareket eden her şey sanki seni bir yerlere çekiyormuş gibi hissettiriyor. İnsanların alışveriş telaşı, birbiriyle yaptığı pazarlıklar, tezgah sahiplerinin bağıra çağıra müşteri çekme çabaları… Ama senin odağında sadece o adam var.

Adımları kararlı, etrafını ölçüp biçen biri gibi duruyor. Ama bu bakışlar sıradan bir gezginin, bir tüccarın ya da soylunun bakışlarından farklı. Çevreyi değerlendiren, hareketli gözleri olan herkesin ortak bir yönü vardır: Tanıdık bir duyguyu çağrıştırırlar.

Ve sen bu duyguyu iyi biliyorsun.

Şüphe. Analiz. Kendi varlığını belli etmeden gözlem yapma.

Shinobi.

Eğer bu adam, sıradan bir insan olsaydı belki hala kim olduğuna dair kararsız kalabilirdin ama çakrasına odaklanıp dikkatlice hissetmeye başladığında bir şey kesinleşiyor. Bu adam shinobi. Ama ilginç olan şey şu ki, çakrasını hissetmek beklediğin kadar kolay olmuyor. Tuhaf bir şey var. Sanki çakrasını bastırmış gibi, kendini küçük göstermeye çalışıyor. Çok belirgin bir işaret değil ama sen, bunu fark edebilecek kadar dikkatli birisin. Normal bir insanın, sıradan bir köylünün bunu fark etmesi imkansız.

Takibin sırasında adamın hareketlerine odaklanıyorsun. Belki köyde yeni olduğu için etrafa bakınıyor olabilir. Ama bir süre izleyince bu bakışların rastgele olmadığını anlıyorsun. Önce, tezgahlardan birinde duruyor. Yanında birkaç müşteri daha var. Satıcının anlattıklarını dinliyormuş gibi yapıyor ama gözleri hiç de meyve tezgahında değil. Çaktırmadan meydanın diğer tarafındaki bir grup insanı süzüyor. Sonra, biraz daha ilerliyor. Bir kuyunun yanına geliyor, suyundan içmeye yelteniyor ama tam eğilecekken duruyor. Sanki kuyunun içini kontrol ediyormuş gibi. Birkaç kez, kalabalığın içinde aniden yön değiştiriyor. Öylesine dolanıyor gibi görünmek istiyor olabilir ama bunu fazla yapıyor.

Bunlar tek başına bakıldığında garip olmayan, hatta anlam bile ifade etmeyen hareketler. Ama bir shinobi olduğun için bu tür şeylerin normal olmadığını biliyorsun. Birini takip ederken aniden yön değiştirmek, gözüne kestirdiğin belirli yerlere bakmak, rastgele alanlarda kısa süre oyalanmak... Bunlar araştırma yapan birinin hareketleri. Ve bu adamın burada neyi araştırdığını bilmiyorsun.

Ama çok geçmeden gittiği yer sana bu konuda bir ipucu veriyor.

Adam, birkaç dakika boyunca pazarda dolandıktan sonra, aniden bir binanın önünde duruyor. Bu bina, diğerlerinden farklı. Bir dükkana benzemiyor, bir han ya da kahvehane gibi de durmuyor. Ama bakımsız değil, hatta oldukça sağlam görünüyor. Dış cephesinde yeni yapılmış gibi duran koyu renkli tahta paneller var. Önünde işaret ya da isim tabelası yok. Ama kapısı ağır, sağlam ve dışarıdan kilitlenmiş gibi durmayan bir yapıya sahip.

Binanın iki penceresi var. Ve bu pencereler oldukça dar. Normal bir evin pencereleri gibi değil. İçerisi tam olarak görülmüyor ama hareket eden gölgeler fark ediliyor. Adam, etrafına son bir kez bakınıyor, çaktırmadan meydanın geri kalanını süzüyor. Sonra hiç duraksamadan kapıyı açıyor ve içeri giriyor.

Sen hala dışarıdasın ve bu adamın içeride ne yaptığı hakkında hiçbir fikrin yok. Burasının ne tür bir bina olduğu, içinde kimlerin bulunduğu ve adamın neden buraya girdiği belirsiz. Şimdi bir karar vermen gerekiyor: İçeri girip doğrudan öğrenmeyi mi deneyeceksin, yoksa önce çevredeki insanlardan bina hakkında bilgi mi toplayacaksın? Seçeneklerin açık, ancak ne yaparsan yap, burada rastgele bir şeylerin dönmediği kesin.
Post Reply