Eizo’nun eli hala cebinde parayı yoklar gibi bir hareket yapıyor, sonra hafifçe geriye yaslanarak atların dizginlerini gevşetiyor. "Bak, yeşil çayı denemeden dönme bu köyden. Beni bul, borç falan yaparım, orası başka!" diyor, ne dediğini sen de tam olarak anlayamıyorsun. "Haydi eyvallah!" diyerek uzaklaşmaya başlıyor.
Taş yoldan ağır adımlarla yürümeye başlıyorsun, çevrende köy hayatı kendini iyice hissettirmeye başlıyor. Yolun iki yanında saman çuvalları ve meyve sandıkları dizilmiş, birkaç çocuk sokak ortasında ip atlayarak oyun oynuyor. Aralarda köy evlerinin ahşap kapılarını, pencerelerden dışarı sarkan çamaşır iplerini fark ediyorsun. Kuş sesleri arasında bir yandan tavukların gıdaklaması duyuluyor, etrafa yayılan hafif yanık odun kokusu huzurlu bir atmosfer oluşturuyor.
Meydana yaklaştıkça, az önce fark ettiğin köylüler dikkatini çekiyor. Kadın seni fark ediyor ve bakışlarını üzerinde gezdiriyor. Ardından yanındaki yaşlı adamla kısa bir şeyler fısıldıyor ve grup, seni durdurmak üzere hızla adımlarını sana doğru yöneltiyor. Kadın ilk önce konuşuyor. Yüzünde hafif bir gülümseme olsa da gözlerindeki dikkatli ifadeyi görüyorsun. "Selam delikanlı, hoş geldin. Buradan geçmene bakılırsa yabancısın, doğru mu?" diye soruyor. Ardından elindeki sepetteki taze otları düzelterek devam ediyor. "Nereden gelirsin, nereye gidersin?"
Henüz cevap vermeden yaşlı adam bastonunu yere vurup sert bir bakış atıyor. "Şu sepetteki otlardan birini alıp koklasana." diyor, sesi yaşına göre güçlü çıkıyor. "Bizim buralarda yetişir ama herkes ayırt edemez kokusundan. Eh, bakalım köyden misin dışardan mı, ona göre konuşuruz!"
Kadın hafifçe gülümseyerek devreye giriyor. "Ah, şaka yapıyor." diyerek yaşlı adamın bastonunu hafifçe dürtüyor. "Ama insan bilmek istiyor tabii, neden buraya geldin ki? Akraba mı, iş mi, yoksa böyle rastgele mi geçiyorsun bizim topraklardan?"
Kaslı genç adam omuzlarını silkerek sana bakıyor. "Amaaan, belki de kaçak bir koca adayısındır?" diye ekliyor, hafifçe gülerek. "Bizim köyün kızları iyidir ha. Hem çalışkan hem güzeller."
Yaşlı adam bastonuyla yere bir kez daha vuruyor ve konuşmayı toparlıyor. "Tamam tamam, korkutmayın delikanlıyı. Belki yoldan geçmiş birisin, belki de işini gücünü bilir. Ama bizim çayımızı içmeden gitmezsin, öyle değil mi?" diyerek bastonunun ucuyla yakınlardaki bir evi işaret ediyor. "Bak, yeşil çayımız vardır. Kendimiz toplarız, kendimiz kuruturuz. Sen de bizle içersin, hem biraz dinleniriz."
Kadın başını sallayıp sıcak bir şekilde gülümsüyor. "Evet, hem sohbet ederiz, buranın havasını anlarsın. Yorulmuşsundur yol boyunca, gel, şöyle bizim eve geçelim." Elindeki sepeti biraz yukarı kaldırıp devam ediyor. "Hem bu otları pişirirken güzel hikayeler anlatırız sana."
Kaslı genç adam, yüzünde hafif bir alayla gözlerini kısıp sana bakıyor. "Sakın korkma, seni yemeyiz." diyerek kahkaha atıyor ve kadınla yaşlı adamın arkasından yürümeye başlıyor.
Köylülerin bu sıcak ama biraz da şüpheli davetiyle önünde yeni bir yol açılıyor: Dinlenmek ve köy hakkında daha fazla bilgi edinebileceğin bir fırsat.