Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sat Nov 30, 2024 7:23 pm
Rütbe:  
  Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Dönence

Post by Uchiha Izane »

Beni tanıyanlar, ki bu sayı oldukça azdır ve onların benimle olan ilişkisini gerçekten tanımak olarak adlandırmak ne kadar doğru buna dair derin şüphelerim var. Neyse, beni 'tanıyanlar' benim pek gamsız, pek düşüncesiz biri olduğumu iddia ederler. Bunda bir doğruluk payı olduğunu kabul etmekle birlikte tamamen doğru olduğunu kesinlikle reddediyorum. Olması muhtemel şeyler yaşandı diye kendimi kahretmenin bir mantığını göremiyorum. Bu, eskidende böyleydi şimdide böyle. Kendime üç gündür söylediğim şey bu en azından. O akademinin kapısından adım attığımız anda kelle koltukta yaşamayı ve gerekirse o kelleyi köyümüz uğruna feda etmeyi kabul ediyoruz. Bunu bilen, hatta bu inançla yaşayan ben şu an neden attığım her adımda öfkeden çığlıklar atmamak için kendimi zor tutuyorum bilmiyorum. Neye kızgınım, bunun hakkında da en ufak bir fikrim yok. Hatta nereye yürüdüğümü bile bilmiyorum. Mezarlıkta daha fazla kalacak yüzü kendimde bulamadım. Özellikle o küçük çocuğun defin işlemleri için yetkililer gelmişken hiç duramam. Acaba aileye haber vermişler midir? Bunları düşünmek sağlıklı değil. Kafamı yukarı kaldırdım. Bulutlar toparlanıyor, belki yağmur yağacak. Yağmur yağarken defin işlemleri ne kadar sağlıklı oluyor acaba? Bunları düşünmemeliyim. Ayaklarımda biriktiriyorum çakrayı bu kısa süren işlem kendimi bir anda ileriye doğru fırlatmamla sonuçlanıyor. Buradan uzaklaşmak bunları düşünmemek kendim için yapabileceğim en sağlıklı şey. Kafamın içinde bir soru yankılanıyor, kendi sesim mi değil mi onu bile bilmiyorum ama sorduğu soru şu an bedenimde izi olan yaralardan daha derin bir yerleri kesiyor? 'O çocuğun peşinden de kendin için mi gitmedin?' Cevap vermekte duraksıyorum. Boğazımda düğümleniyor kelimeler. Dudaklarımı açıp konuşmama gerek yok cevap vermek için bunun bilincindeyim lakin yinede cevap veremiyorum. Gerçeği biliyorum, gerçek bu rahatsız istilacının söylediği gibi değil. Bir yaralım vardı ve onu kurtarmak zorundaydım. Hayati durumu kritikti. Gerçek bu, biliyorum. 'Yada kendine söylediğin ve inandığın yalanlardan sadece bir tanesi bu.'

Yürüyorum, bulutların altında yürümek çoğu zaman beni sakinleştiren bir uğraş. Fakat bugün iyi bir seçenek olmadığına ikna olmuş durumdayım. Yürümek düşünceleri toparlamak ve onları sakinleştirmek için yapılan bir eylem, en azından benim için. Fakat benim düşüncelerim şu an toparlanmak için fazla şiddetli. Sanki bir fırtına gibi, karanlık bulutlarla çevrili şimşeklerin cirit attığı soğuk bir fırtına. Ortasında ben varım, görebildiğim tek şey o çocuğun cansız bedeni, kırılmış parmaklar ve kanla ıslanmış çimler. Uzaklardan bir çığlık duyabiliyorum, adımı haykırıyor yardım için. Ben ise sırtımı dönmüşüm. 'Dönmek zorundaydım.' Gerçekten öyle miydi? Belkide vakit vardı, peşlerine düşüp diğer ufaklığı da alıp gelecek kadar vakit vardı. Riskliydi. Bir hayatı kurtarmak için öbüründen vazgeçmemi gerektirecek bir kumardı bu. Bana dağıtılan eli oynamış ve her şekilde kaybetmiştim.

Kendimi bir ara sokağa attım. Karanlık ve dar bir sokak burası. Birazda rutubetli. Unutulmuş ve izbe bir yer. Çatlakların arasına doluşmuş su birikintileri ve bir sürü çöpün merhametine bırakılmış bir sokak. Bu aslında iyi bir haber, zira bu tür sokakların yakınlarında yerleşkeler pek seyrek olur. Bu da demektir ki kimsenin ailesiyle kazarada olsa karşılaşamam. Kendimi soyutlamanın ve kaçmanın çözüm olmadığını biliyorum ama şu an gerçek çözümü arayıp bulacak ve bunu uygulayacak iradeye sahip olduğum söylenemez. Benim bir şekilde bu günü kurtarmam lazım. Kafamdaki boşluğu dolduran düşüncelerden, kalbimi sarıp sarmalayan korkunç duygulardan kendimi sıyırıp bir şekilde yarını görmeliyim. Peki hak ediyor muyum işte bundan emin değilim.

Bu iş böyle boş boş yürümekle olacak değil. Benim bir şeylerle uğraşmam lazım. Dedem söylerdi, bu tür zamanlarda kendisine bir eşgale oluştururmuş. Devriye yada başka bir şey yaparmış. Sanırım bende öyle yapacağım. Mezardan bile bana destek oluyor, büyük adam. Ayaklarım ilk önce yönetim binasına doğru götürüyor beni. Fakat yarı yolda bunun aslında pek doğru bir karar olmadığını anlıyorum. Yaşananların üzerine bir çok soru sormak isteyen, benimle 'konuşup' benim ruh halimi yukarıya çekmek isteyen insanlarla dolu olacak. Bu, şu anda istediğim en son şey. Bu yüzden gittiğim yerin yönünü değiştiriyorum. Karakola doğru gidiyorum. Normalde gidilenden daha farklı bir yoldan yürüyüp olabildiğince insan kontağından kaçınıyorum. Hareketlerim şüpheli mi? Kesinlikle. Fakat bizim mesleği yapan kaç kişinin hareketleri normal ki zaten? Umarım Tsuna-san oradadır. Onunla bu konuyu konuşup tavsiyesini isteyeceğimden değil, ki aslında bunu yapmam pek akıllıca olurdu. Ben Tsuna-san'dan bana oyalanacak bir şeyler vermesini isteyeceğim. Belki akşam devriyesinde adam eksiği vardır, belki başka bir şey. En olmadı oturur politika konuşuruz, hiç anlamadığımı düşününce bu muhabbetin pek uzun süreceğini düşünmüyorum ama neyse. Karakola vardığımda ilk işim onu sormak olacak eğer onu bulamazsam yetkili birilerini ararım herhalde.
Off Topic
Şimdi ben bu Uchiha Karakol binası nasıl çalışıyor bilmiyorum, içeri girip s.a ben Tsuna-san'ı görmek istiyorum deniyor mu yoksa ne bileyim akşam devriyesi için adam lazım mı ehjuheuhe gibi konuşmalar yapılıyor mu bilmiyorum. Yada elimizi kolumuzu sallayarak girebiliyor muyuz onuda bilmiyorum. O yüzden girdiğimi yazmadım ve herhangi bir NPC ile konuşmadım. Fakat yaptıklarımda bir sorun yoksa karakterim içeri girip Tsuna-san'ın meşgul olup olmadığını sorup kendisiyle görüşmek isteyecek, sayın GM buna göre ilerleyebiliriz anladınız siz işte.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Re: Dönence

Post by GM - Shinsei »

Nasıl oluyor da sevgi hem bir kut hem de bir lanet olabiliyor? Nasıl oluyor da duygularımız bizi hem aydınlığa hem de karanlığa çıkarabiliyor? İnsan olmak nasıl da zor ve karmaşık bir serüven böyle? Sen ki bir o kadar güzel, bir o kadar da güçlü ancak ne olursa olsun bir insan ve bir Uchiha. Kanın sana hem bir artı hem de bir eksi. Sevgi ile dolup taştığın gibi hüzün ile batıp boğulabiliyorsun. Duyguların iki ucu keskin bir kılıç. Neresinden tutarsan tut, canın acıyor ve kanın akıyor. Açılan yara ise kolay kolay kapanmıyor. Zor, çok zor! Belki bu yaşamdaki en büyük sınavın budur. Kim bilir? Yine de ileriye doğru gidiyorsun. Yine de vazgeçmeden ilerliyorsun. Yine de senden ne isteseler yapıyorsun. Yine de görevlerini başarıyla tamamlıyorsun. İnsanlar seni takdir ediyor, sana güveniyor ve sende umut buluyor ancak sen kendini takdir etmiyor, kendine güvenmiyor ve kendine umutla bakmıyorsun. Galiba bu yüzden kaçınıyorsun. Özgür iradenle karanlığa adım atarsan seni nasıl aydınlıkta tutacağız? Şükürler olsun ki, düşmene engel olacak bir yere gidiyorsun. İyi yapıyorsun. Belki de seni en iyi anlayabilecek olanlar yine senden olanlar. Her ne kadar oralı olmamak için çaba göstersen de.

Karakola vardığında içeri girip girmeme arasında kararsız kalıyorsun. İçeri girmesen, ne diye geldin bunca yolu? Girsen, ne diyeceksin hedefine ulaşmak için? Bu ikilemin ve önceki düşüncelerinin ne kadar gereksiz olduğunu kandaşların kanıtlıyor sana.

"Ne diye orada dikiliyorsun sen? Girsene içeri."

Polislerden biri gülümseyerek içeri davet ediyor seni. Sen de içeri giriyorsun pek tabii. Herkes işinde gücünde. Herkes önündeki ile ilgileniyor. Onlara sorsan, diğerleriyle bir ilgileri yok ama dışarıdan bakıldığında aynı makinenin işleyen çarklarından farksızlar. Onlardan gelen mükemmel bütünlük hissi seni doldururken, seni içeri davet etmiş ve senle yürümekte olan polis neden veya kime geldiğini soruyor. Fırsat bu fırsat Tsuna'nın adını veriyorsun. Seni onun ofisine götürürken açıklama yapıyor eşlikçin.

"Tsuna Hanım son günlerde başını işten kaldıramıyor. Herkes ona güveniyor ve bel bağlıyor. Her zaman böyle idi ancak son günlerde bambaşka bir sorumluluk ve aşk ile çalışıyor. Her şeye yetişmeyi ve her şeye kendi başına yetmeyi görev bellemiş gibi. Hepimiz onu yürekten seviyor ve içten sayıyoruz. Ona yardım etmek istiyoruz ama kabul ettirmekte zorlanıyoruz. Bugün hepimizi yokladıktan sonra yapması gereken bir şey olduğunu söyleyip çıktı. Geri geleceğini de söyledi. Saatler oldu gideli ancak içinden bir ses yakında geleceğini söylüyor. Varlığını sezebiliyoruz. İstesek de istemesek de. Sen onun ofisinde otur. Yakında burada olur."

Ofise varıyor ve içeri geçiyorsun. Eşlikçin de seni terk ediyor. Saniyeler dakika, dakikalar saat gibi geliyor sana. Çok geçmeden bakışların kapıya dönüyor ve orada kalıyor. Öyle doğal ki, sonradan fark ediyorsun kapıya bakıyor olduğunu. Ayak seslerini duymaya başlıyorsun. Anlaşılmaz konuşma sesleri ve odaya canlı bir alev giriyor! Olgun ama gençlik ateşi ile dolu! Ne var ki, masasına geçip oturduktan sonra senin orada olduğunu anlıyor. Seni görünce yumuşuyor ve gülümsüyor. Hemen ardından dosyaların sayfalarını karışlamaya ve senle konuşmaya başlıyor.

"Sana kocaman bir sarılıp öpmek isterdim ancak o lüksüm yok şu an ama kulağım sende. Lütfen, anlat."
Off Topic
RP'ye hoşgeldiniz! Durağanlık süreniz üç gün olarak belirlenmiştir. İyi RPler!
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sat Nov 30, 2024 7:23 pm
Rütbe:  
  Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: Dönence

Post by Uchiha Izane »

Simsiyah gecenin zifiri koynunda, yapayalnız ve sersefil bir hâlde, kandaşlarımla dolu bu muazzam binanın önünde dikilmişim. Karşımda duran bu kudretli yapı karşısında acz içinde büzülmüş bir çocuk misali hissediyorum kendimi. Ruhum, kararsızlıkların dehlizinde debelenmekte; önümde uzanan yollara bakmak, seçenekleri görmek ne mümkün! Peşimdeki albızlardan kurtulmaya mecalim yok; her biri zihin denen uçsuz bucaksız meydanda cirit atarken, ben kendimi koca bir boşlukta kaybolmuş hissediyorum. Bu binanın azameti, her bir taşında saklı olan kudretiyle, zaten yerle yeksan olmuş nefsimi daha da küçültüyor. Bugün yaşanan hadiseleri de nazara alınca, o devasa kapılardan içeriye girmeye lâyık olup olmadığımı sorguluyorum. Bu köyün muhafazasından mesul olan shinobilerin karşısına dikilip, titreyen bir sesle, “Ben, bana emanet edilen evlâtları koruyamadım. Birinin kanı elimde; bir başkası, bir daha ayağa kalkabilecek mi, bilmiyorum. Ve diğerini ise... şu an kim bilir nerede, ne hâldedir?” diyebilecek bir yüzüm, bir mecalim yok. Bu hakikati söylemek, sırtımdaki yükü daha da ağırlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz gibi geliyor.

Belki de geri dönmeliyim. Geldiğim yollardan usulca geçip, buhranlı düşüncelerimin içinde kaybolmalı ve kendi hâneme çekilmeliyim. Vaktiyle olsa, bunu tereddütsüz yapardım. Dedemin hikmet dolu sözlerine kulak verir, onun telkinleriyle ruhumu dinginliğe erdirirdim. Fakat bu artık benim için bir ihtimal olmaktan çıkmıştır. Zira bugün yaşananlar, ne huzur bırakmıştır ne de geri çekilme fırsatı.

Ayaklarımın altında serili yol, beni hem maziye hem de meçhule götürürcesine titreşiyor. Hangi yöne dönsem, bir tarafım yara alacak. Ya kendi benliğime ya da bana güvenenlere ihanet etmiş olacağım. Zihnimde yankılanan o susmak bilmez sesler, beni adeta bir yargılayıcı gibi sorguya çekiyor: “Neden daha metin olamadın? Neden emanete sahip çıkamadın? ” Bu sualler ruhumda zehirli bir sarmaşık gibi dolaşıyor; her bir cevapsız soru, vicdanımı sıkıp eziyor.

Bu devasa yapının gölgesinde, karanlık ve soğuk bir rüzgârın ortasında dikilip duruyorum. Gecenin sessizliği bile içimde bir yankı uyandırıyor; sanki bu sessizlik, yapmam gereken seçimi bana fısıldıyor. Bir yanım, her şeyi ardımda bırakıp kaçmayı, kendi mahremiyetimde kaybolmayı arzuluyor. Fakat diğer yanım, kalıp bu yükü taşımam gerektiğini haykırıyor. Eğer şimdi geri dönersem, yalnızca kendimi değil, onurumla birlikte içimdeki ışığı da yitireceğim. Kapıları ardında neyin beni beklediğini bilmiyorum. Ancak burada durup hiçbir şey yapmamak, buhranlar içinde çırpınarak kendi içimde kaybolmak, bir seçenek olamaz. Belki de asıl metanet, tüm korkulara, suçluluklara ve pişmanlıklara rağmen ileriye doğru bir adım atmaktır. Belki bu zifiri karanlık, içimde bir ışık arayışı için bir vesiledir. Ve kim bilir, o ışık, bu binanın ardında saklanıyordur; benimse yapmam gereken tek şey, adım atmaktır.

Seçim yapma iradesine nail olamadan, karanlıklar kuyusunda çaresizce debelenirken bir ses, içime düğümlenen korkuyu delip geçiyor. O ses, beni düşmekte olduğum o dipsiz kuyudan çekip çıkartıyor ve karakolun içine davet ediyor. Sıcak bir gülümsemeyle buyur ediliyorum; gülümsemenin sahibini ise tanımıyorum. Çehresi bana bilindik gelse de, onun hakkında hafızamda bir başka malumat mevcut değil. Sanki geçmişte bir yerlerde yolumuz kesişmiş, fakat bu kesişmenin izleri zamanın sisleri arasında silinmiş gibi. Adımlarımı tereddütle atarak içeri giriyorum. Gözlerim etrafa alışmaya çalışırken, beni karşılayan ilk şey meşguliyet oluyor. İnsanların tüm düşüncelerden arınmışçasına, yalnızca vazifelerine odaklanmış hâlleri, şu anda ruhumun erişmek istediği bir mertebe gibi görünüyor. O dingin hâller, zihnimin karmaşasını daha da görünür kılıyor. Zira onlar, bu dişlinin işleyişine kusursuz bir ahenkle katılmışken, ben hâlâ kendi içimdeki yankılarla boğuşuyorum. Oysa bir an olsun, bu çarkların bir dişlisi olabilsem, her şeyden uzaklaşıp düşüncelerimin yükünü bu kargaşada eritsem...

Bu hayalden sıyrılırken, yanımdaki shinobinin soruları kulağıma çalınıyor. Her biri basit, sıradan sorular. Fakat bunları cevaplarken içimde kopan fırtınaları dışarı vurmamak için her kelimemi özenle seçiyor, olağan bir vakarın maskesini takınıyorum. Zira beni eğitenler, böyle anlarda duyguları kontrol altında tutmanın bir lütuf değil, bir zorunluluk olduğunu tembih etmişlerdi. Gözlerimdeki bulanıklığı, sesimdeki titremeyi gizlemek zorundayım. Her kelimem, içimdeki karmaşayı ele vermesin diye iğneyle kuyu kazarcasına seçiliyor.

Shinobi, Tsuna-san’ın burada olmadığını söylediğinde, kalbimin ritmi aniden tökezliyor. Sanki içimdeki düzensizlik bir anda dışa vuracakmış gibi hissediyorum. Fakat cümlelerinin devamı, bir nebze de olsa gönlüme su serpip bu telaşı hafifletiyor. Sözlerinin ardından aklıma yeni sorular üşüşse de, bunların cevaplarını öğrenmeye cesaret edemediğim için suskun kalmayı yeğliyorum. Kendi içimde kurduğum fırtınalı mahkemeyi bir nebze olsun sakinleştirebilmek adına sessizce nefes alıp veriyorum.

Beni buraya kadar getiren shinobi, vazifesini tamamlamış olmanın verdiği rahatlıkla, beni yalnızlığın merhametine terk ediyor. Ofisteki bir köşeye ilişip beklemeye koyuluyorum. Zihnim, dış dünyadan uzaklaşarak kendi karanlık dehlizlerine çekiliyor. Çevremdeki meşguliyetin gürültüsü, içimdeki sessizliği bozamıyor. İnsanlar gelip geçiyor, sesler birbirine karışıyor, ama ben bu âlemde kendimi bir yabancı gibi hissediyorum.

O köşede otururken, her saniye üzerime bir ağırlık gibi çöküyor. İçimde bir yandan geçmişin hayaletleri cirit atarken, diğer yandan gelecek kaygısı yeni korkular doğuruyor. Gözlerimi sabit bir noktaya dikmiş, kendi içimde derinlere dalıyorum. Dışarıdan bakıldığında sakin, belki biraz dalgın görünüyorum. Ama ruhumda kopan fırtınaları, yüzüme vurmayı bırak, kıyısından dahi belli etmiyorum. İnsanların yüzlerinde gördüğüm dinginlik, kendi kaosumla karşılaştırıldığında bir alay gibi geliyor.

Odanın her köşesinde yankılanan saat tik takları, zamanın akışını hatırlatıyor. Ama o akış, benim için bir mahpus gibi ağır ve sancılı ilerliyor. İçimden bir ses, buradan kalkıp gitmem gerektiğini haykırıyor; bir başka ses ise kalmamı söylüyor. Bu zıtlıkların girdabında boğulurken, Tsuna-san içeriye adım atıyor. Kadın içeriye girdiğinde, aramızdaki farkı idrak etmem uzun sürmüyor. O, yaşama şevkiyle harmanlanmış, coşkun bir alev misali ışıldarken; ben, sönmeye yüz tutmuş bir kıvılcımın ürkek yansıması gibiyim. Hareketlerindeki canlılık ve yüzündeki sıcak tebessüm, benden ziyade hayata tutunmuş bir insanın simgesini andırıyor. Belki meşguliyetinin izlerini saklayamıyor, lakin bu, onun mesleki vazifesindeki birisi için gayet makul bir durum. Çehresindeki yorgunluk izleri bile ona ayrı bir vakur katıyor, sanki taşıdığı yüklerle yücelmiş bir şahsiyet gibi görünüyor.

Beni fark edince yüzüne sımsıcak bir tebessüm konuyor. Parmakları zarif bir maharetle dosyaların arasında gezinirken, nazik kelimelerle varlığımı teyit ediyor. O an, içimde bir durgunluk hâsıl oluyor. Ne diyeceğimi, nasıl başlayacağımı kestiremiyorum. Kalbimdeki tereddütle donakalmış, ona bir talepte bulunmanın ne derece doğru olduğunu sorguluyorum. Şimdi burada, bu kadının karşısına dikilmiş hâlde, "Bana iş ver" demek... Bu, evvelden düşünüp taşınılarak yapılmış bir eylem değil, aksine kendimden kaçışın çaresiz bir tezahürü gibi. Ve tüm bu farkındalık, beni daha az aptal hissettirmiyor.

İçimdeki kavgayı henüz bastıramamışken, kelimeler birer birer ağzımdan dökülmeye başlıyor. İlk başta titrek, fakat her bir hecede kendine güvenen bir tona bürünüyor; “Biliyorum” diyorum, “yardım istemiyorsunuz ve buna lüzum görmediğinizi ifade ederken eminim haklı gerekçeleriniz vardır. Ancak bugün size yardım etme talebim, esasında benim size uzattığım bir yardım çığlığından öte bir şey değildir.”

Sözlerim havada asılı kalıyor; fazla dürüst, fazla çıplak geliyor kulağıma. Ama onun karşısında hakikati saklamanın ne anlamı var ki? Bu dürüstlük, ona karşı taşıdığım itimadın bir tezahürü belki de. “Uzun zamandır buradan uzağım,” diye devam ediyorum, “ve açıkçası zihnen hâlâ geri dönebildiğimi iddia edemem. Lâkin şunu biliyorum ki, burada yapılması gereken bir iş mutlaka vardır. Eğer müsaade ederseniz, sizin sırtınızdaki yükü biraz olsun hafifleteyim, siz de benim gönlümdeki ağırlığı azaltın.”

Söyleyeceklerimi tamamladığım vakit, onun vereceği karşılığa dair kalbimde bir huzursuzluk kol geziyor. Tsuna-san’ın durup beni süzmesi, bir anlık sessizliği bile, o kadar ağır geliyor ki, bu kısa vakit bile asırlar gibi uzuyor zihnimde.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Re: Dönence

Post by GM - Shinsei »

Tılsımlı bir dinginlikle dolu ofis ortamında, Tsuna Hanım’ın sesini dinlerken zamanın akışı yavaşlıyormuş gibi geliyor. Etrafında hâlâ dosyalar, kayıtlar ve notlar cirit atsa da onun bakışları ve sözcükleri seni merkezinde tutuyor. Az önceki kararsızlığın, içindeki bataklığa saplanmış, çırpındıkça dibe çekilen o ağırlık, bir nebze olsun hafifliyor. Tsuna, yüzündeki o bilgelik dolu ifade ile seni süzüyor, gözlerinde bir Uchiha’ya özgü o keskin alevler titriyor. Sonra yeniden konuşmaya başlıyor, biraz daha kararlılıkla, biraz daha tane tane.

"Çok uzun zamandır böyle bir talep duymamıştım." diyor sakin bir gülümsemeyle. "Geldiğin günden beri adının hakkını vermek için çabalıyorsun, biliyorum. Ve şimdi her ne kadar bunu dillendirmesen de bir sınavın eşiğinde olduğunu görüyorum. Sana bir iş verebilirim, elbette." Sanki yıllar boyunca yapılmış sayısız sorgudan sonra edindiği durulukla, her kelimeyi dikkatle tartıyor.

Bir an, masanın üstündeki birkaç dosyayı kenara itiyor, ellerini önünde birleştiriyor. Bakışları senin üzerine sabitleniyor. "Son günlerde köyümüzde garip bazı durumlar yaşanıyor. Konoha Polis Teşkilatı olarak, köklerimize, toprağımıza, insanımıza gölge düşüren her olayda olduğu gibi bunda da tetikteyiz. Yakın zamanda köy sınırlarımızda, alın bandı olmayan, nereden geldikleri belli olmayan bazı tipler görüldü. Onlardan birini yakalayıp sorguladık. Sorgu boyunca pek çok saçmalık savurduysa da içlerinden bir isim çıktı: Yamaki."

O ismi söyleyince odada sanki kısa bir sessizlik hüküm sürüyor. Tsuna başını hafifçe yana eğip devam ediyor. "Belki ismini duymuşsundur. Önceden ANBU’ya hizmet etmiş, fakat yıllar önce emekliliğe ayrılmış bir adam. Vasatı pek aşmayan bir suikastçıydı; ne çok ünlü, ne çok yetenekli ancak hâlâ hakkında azımsanmayacak kadar bilgi sahibi olduğumuzu söylemek gerekir. Yamaki, yıllar önce köyün hemen kıyısında, bir yamacın üstünde, kendi hâlinde bir yaşam sürmek üzere geri çekilmişti. Gölgelerden elini eteğini çektiğini varsayıyorduk. Ancak onu böylesine şüpheli olayların ortasında tekrar duyunca, elbette rahat olamıyoruz."

Tsuna derin bir nefes alıyor, sanki kelimelerin ardında, oluşan yeni düğümleri bir çırpıda çözmeye hazırlanıyor. "Benim senden istediğim basit gibi görünebilir ama pek de öyle olmayabilir. Yamaki ile konuşmanı, ondan bu köye sızan, alın bantsız yabancılar hakkında bilgi almanı istiyorum. Yüzleş, sorgula ve onu gerekirse buraya getir. Yalanı, gerçeği ayırt etmek senin sezgilerine düşüyor. Ona karşı temkinli ol. Her ne kadar yaşını almış olsa da bir zamanlar ANBU’nun disiplinini tatmış birisi sonuçta. Güvenlik önlemini ihmal etme."

Bu sözlerin ardından Tsuna, masanın etrafından dolanıp sana yaklaşıyor. Oradaki dosyalar, raporlar, her biri şimdi sadece birer fısıltı kadar geri planda. Bedeninin yanında duruyor, gözlerinde yumuşak bir parıltı var. Sana doğru uzanıyor, önce bir an duraksıyor, sanki "Yapmalı mıyım?" diye düşünürcesine, ama sonra hafifçe, tereddütsüz bir şefkatle sana sarılıyor. O an, omuzlarına çökmüş o ağır yük bir an olsun hafifliyor. Bu dokunuş, sözlerle tarif edilemeyecek bir güç aktarımı sağlıyor. Bu güçte hüzün de var, anlayış da, bir nevi anne şefkati de. Yorgunluğunun, suçluluk duygunun, kararsızlığının ucuna ilişmiş bir küçük ışık huzmesi...

Sarılmayı bozmadan, neredeyse fısıltıyla konuşuyor. "Uzun bir iş farkındayım. Zihnin karanlık, yüreğin yorgun. Bu görevi alıp, Yamaki’nin peşine düşebilir misin? Bu köye sızanların neyin nesi olduğunu öğrenebilir misin? Eğer evet dersen, ben buradayım. Seni burada bekleyeceğim. Bu topraklara ve bu topluma özenle bakan her birey gibi sana güveneceğim. Vereceğin her kararda arkamda duracağım. Yüreğinin nasıl çarpacağını, adımlarının nasıl titreyeceğini anlayabiliyorum. Ama yine de soruyorum. Hazır mısın?"

Ve o anda, kısa bir an, belki iki nefes arası kadar, ofisi dolduran sessizliğin ortasında sadece ikiniz varsınız. Sen ve Tsuna. Görev ve onur. Korku ve cesaret. Bu toprakların geçmişi ve geleceği. Şimdi söylenecek söz, o uzun yolda yürüyecek ayaklar kadar değerli. Her şey, senin cevabına kilitleniyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sat Nov 30, 2024 7:23 pm
Rütbe:  
  Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: Dönence

Post by Uchiha Izane »

Bu ofisin ortasında, etrafımı saran onca eşyanın, hareket hâlindeki insanların, hışırtılı evrakların arasında bile, kendimi dipsiz bir boşlukta, sonsuz bir sessizliğin içinde hapsolmuş gibi hissediyorum. Etrafımda akan zaman, bana temas etmeden akıp gidiyor; mekânın bağları ise üzerimde gevşek bir ip gibi duruyor, hiçbir şekilde varlığımı sarıp sarmalayamıyor. O an, varlığım bu dünyaya ait değilmiş gibi bir his kaplıyor içimi. Kelimeler dudaklarımdan dökülüyor, yankılanıyor; fakat sanki bir hayalî uçurumun kenarında duruyormuşum gibi, karşı tarafa bir türlü ulaşamıyorlar. Sözcüklerimin asıl hedefi olan kadına varamaması, benim içimde yankılanan boşluğu daha da derinleştiriyor.

Tsuna-san, o her zamanki sakin ve huzur dolu duruşuyla, bakışlarını üzerime sabitliyor. Gözlerindeki dinginlik ve yüzündeki sıcak tebessüm, bir an olsun içimdeki karmaşayı yatıştırıyor. O, doğası gereği bir denge unsuru gibi görünüyor; ben ise o dengenin çok uzağında, kendi kaosumun içine çekilmiş bir haldeyim. O konuşmaya başladığında, sesindeki ahenk ve sözlerindeki itina beni biraz olsun bulunduğum kuyudan çekip çıkarıyor gibi. Kelimeleri yavaş, ölçülü ve dikkatle seçilmiş şekilde dökülüyor. Ama ben onun söylediği her bir kelimeyi anlamaya çalışırken, zihnimin derinliklerinden yeni sorular fışkırıyor.

“Henüz olanları duymamış mı?” diye geçiyor aklımdan. Bu, zihnimde beliren ilk soru oluyor. Görevimle ilgili rapor, köydeki dedikodular, tüm o trajik detaylar, onun kulağına henüz erişmemiş olabilir mi? Yoksa her şeyi duyduğu hâlde bilmiyormuş gibi mi davranıyor? Bu iki ihtimal arasında gidip gelirken, içimdeki huzursuzluk, düşüncelerimin girdabını daha da derinleştiriyor. Onun bu kadar sakin ve soğukkanlı duruşuna anlam vermeye çalışıyorum, ama bu arayış yalnızca kendi kendimi yıpratmakla sonuçlanıyor.

O an fark ediyorum ki, bu sorularla vakit kaybetmek ve zihnimi harap etmek beni hiçbir yere götürmeyecek. Burada bulunmamın sebebi bu değil. Amacım, içimde biriken ağırlığı atmak, ruhumu bu kasvetli yükten azat etmek. İşte tam o anda, Tsuna-san’ın nazik sesi, zihnimin karanlık köşelerine bir ışık gibi vuruyor. Sözleri, içinde bulunduğum belirsizlik denizine bir çıkış yolu çiziyor.

Söyledikleri zihnimde yankılanıyor. Görevin detayları bir bir açığa çıktıkça, o karmaşanın içinde bir düzen, bir anlam bulmaya başlıyorum. Köyümüze sinsice sızmaya çalışan yabancılar, geçmişin ağır yüklerini taşıyan emekli shinobiler, eski dostlukların gölgesinde saklanan tehditler... Bu vazife, sıradan bir görevden çok daha fazlasını vaat ediyor. Her ayrıntısı, üzerimdeki uyuşukluğu silip süpürürken, içimde bir kıvılcım uyanıyor.

Sonra Tsuna-san bana yaklaşıyor. Onun nazik, kendinden emin hâli içinde anlık bir tereddüt görüyorum. Bu kısa süreli tereddüt, beni şaşırtıyor. Bu kadar güçlü bir kadının gözlerinde beliren bu kararsızlık, hem onu insanlaştırıyor hem de ona olan hayranlığımı artırıyor. Ona cesaret vermek istiyorum; fakat nasıl yapacağımı bilemiyorum. Bu düşünceyle doluyken, onun buna ihtiyacı olmadığını fark ediyorum. Tsuna-san, o kısa anlık tereddüdün ardından yeniden kendini toparlıyor.

Hiç beklemediğim bir şekilde, bana doğru eğilip sarılıyor. İlk anda bu hareketin üzerimde bir etkisi olmayacağını sanıyorum; fakat yanıldığımı anlıyorum. Bu kucaklaşmanın sıcaklığı, içimdeki boşluğu dolduruyor. Yorgun bedenim ve zihnim, o an kendini bırakmak, rahatlamak ve huzur bulmak istiyor. Günlerdir hissetmediğim bir rahatlama duygusu, bir anlığına tüm bedenimi sarıyor. Fakat biliyorum, bu hisse kendimi kaptırmak için henüz çok erken. Daha yapmam gerekenler var.

Onun fısıltıyla söylediği sözler, ruhuma işliyor. “Sana güveniyorum,” diyor. Bu kelimeler, yüreğime uzun zamandır duyumsamadığım bir sıcaklık yayıyor. Birinin bana yeniden inanması, birinin yeniden yanımda olması... Bu his, içimdeki karanlık denizde bir ferahlık yaratıyor. Yavaşça kollarımı kaldırıyorum. Ona karşılık vermek, ona şefkat göstermek istiyorum; ama benim çabalarım, onunki kadar doğal ve güçlü değil. Yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. O konuşmasını tamamladığında, aramızda kısa bir sessizlik doğuyor. O an, içimde bir kararlılık doğuyor. Dudaklarımdan dökülen kelimeler, karanlığın içinde yankılanıyor:

“Hazırım. Her zaman.”
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Re: Dönence

Post by GM - Shinsei »

Tsuna, senin bu yeni bulunmuş kararlılığınla verdiğin yanıttan memnun kalıyor. Sönmekte olan bir alevi kurtarmayı başarmışçasına, kıvılcımı yakabilmişçesine, kamp ateşini nefesi ile yelpaze ile körükleyip sabit kılmışçasına bir gülümsemeyle bakıyor sana. Ardından seni uğurlama aşamasına geçiyor. Onunla beraber önce ofisinden sonra karakoldan çıkmaya başlıyorsunuz.

"Her şeyden önce senin can sağlığının geldiğini unutma. İletişime geçmeni istediğimiz kişi her ne kadar elini ayağını çekmiş olsa da onun gibiler doğru düzgün paslanmazlar ve eğer korktuğumuz gerçek ise asla bu işi bırakmammış demektir. Seni oraya bir rakibi alt etmen veya bir düşmanı öldürmen için yollamıyorum. Seni oraya bilgi alman, teyit etmen ve sağ salim dönmen için yolluyorum. Başarılar!"

Sen dışarı çıkıp uzaklaşırken arkandan kollarını kavuşturmuş ve başını eğerek yolcu ediyor seni. Sen gittikten sonra da derin bir nefes alıp başını eğiyor. İçeri girerken nefesini düşünceli şekilde veriyor ve ofisine çıkarken herkesi uyarıyor.

"O buradayken dilinize hakim olmayı becerdiğiniz için teşekkür ederim. Duygu ve düşüncelerinizi aynı bu biçim kendinize saklayın. Anlaşıldı mı?"

Bütün karakol hep bir ağızdan "Anlaşıldı!" diye gürlüyor. Tsuna ofisine çekildikten sonra bazıları dayanamayıp aralarında kısa kısa konuşuyor.

"Şimdi de adımıza leke sürenleri mi koruyoruz?
"Tsuna Hanım ne derse o. Fazla düşünme derim ben."

"Birisi ona cezasını vermeliydi bence."
"Biz klan olarak adalet dağıtmaya kalkarsak, Hokage buna sessiz kalır mı sanıyorsun?"

"Bence klandan atılmalıydı. Onunla aynı havayı dahi solumak istemiyorum."
"Tabii canım, hadi travma geçirmiş bir Uchiha'ya daha da büyük bir travma yaşatalım. En kötü ne olabilir ki? Gözlerini açacak değil ya! Bu kadar gerizekalı olduğun için rütbe atlayamıyorsun, haberin olsun."

İçinde yanan yumuşak alev sana yaşam verirken yeni görevini layığıyla yerine getirmek üzere yolunu hızla kat ediyorsun. Yer, duvar, ağaç, demeden hepsinden geçiyorsun. Koşuyorsun, atlayıp zıplıyorsun, gerekirse çakran ile düz duvara tırmanıyorsun. Söz konusu yamaca yaklaştıkça yavaşlıyorsun ve alevini beynine yakıt olarak kullanmaya başlıyorsun. Hedefine yaklaştın. Kulübeyi uzak da olsa seçebiliyorsun. Gelelim ilk ve belki de en önemli soruya.

Nasıl yaklaşacaksın?
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sat Nov 30, 2024 7:23 pm
Rütbe:  
  Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: Dönence

Post by Uchiha Izane »

Karakol binasından adımımı dışarı atar atmaz, zihnimde dolaşan düşünceler bir sel gibi coştu. Kadının tavırları, belki de gerektiğinden fazla müşfik, fazla anlayışlıydı. Bu, içimde bir huzursuzluk yaratıyordu. Sanki bir shinobi değil de, savaşın tozuna dahi bulaşmamış genç bir genin ile muhatap olmuş gibiydi. Elbette bu kibarlığın sebebini kestirebilirdim; yaşananlar duyulmuştu. Evet, böylesi hadiselerin saklı kalması beklenemezdi; lâkin bu kadar çabuk duyulmuş olması hoşnutluğumu kazanmaktan çok uzaktı. Oysa yine de, bana gösterdiği destek için ona teşekkür borçluydum. Fakat teşekkür etmek, yahut herhangi bir sevgi gösterisinde bulunmak, benim için öteden beri meçhul bir sanat gibi kalmıştı. Belki Kenta’ya danışırım, diye geçirdim içimden. O, bu meselelerde benden daha mahir, daha zarif davranmayı bilir.

Bir anlık bu düşünce, rüzgârın serin nefesiyle savrulup giderken, esintinin yumuşak kolları saçlarımı taramaya başlamıştı. Ruhum, birkaç saat öncesinin karmaşasından arınmış gibi görünüyordu; zihnim artık daha berrak, daha odaklıydı. Sanırım, yaşananları böyle adım adım arkamda bırakabileceğime dair kendime bir ümit doğdu. Derin bir nefes alıp rüzgâra bıraktım; onunla birlikte dağılıp gitti nefesim, yüküm biraz daha hafifledi sanki.

Kendimi yolun akışına kaptırdım, bir çatının üstünden süzülüp yola indim. Tozlu yolun sonu ağaçların gölgelerine varıyor, gölgeler de beni kendi mahremiyetine çağırıyordu. Arada sırada arkama dönüp bakıyor, yolumun üzerinde yahut arkasında olağanın dışında bir şey varsa hafızama not ediyordum. Her shinobi gibi, tetikte olmak benim de tabiatımın ayrılmaz bir parçasıydı.

Şimdiki vazifemin merkezinde eski bir ANBU üyesi vardı. Bu düşünce, beni eski hayallerime sürükledi. Bir zamanlar, ANBU’nun gölgelerinde bir yer edinmeyi ne kadar da istemiştim! Akademiden yeni mezun olduğum günlerde, bir gün o efsanevi maskelerden birini takacağımı düşlerdim. Ne var ki, o hayallerin yerini zamanla daha ağır sorumluluklar, daha gerçekçi hedefler aldı. Dedemin, geçmişte bir ANBU üyesi olduğuna hep inanırdım. Kendisi bunu her seferinde reddetmiş, sorularımı ya geçiştirmiş ya da büsbütün suskunlukla karşılamıştı. Fakat annemin anlattığı bazı hikâyeler, onun gölgelerde iz bırakan biri olduğuna işaret eder gibiydi.

O an zihnimde beliren bu hatıra, içimi ılık bir meltem gibi sardı. Dedemle ilgili bu anılar, karmaşanın içinde bir sığınak, bir tür huzur vesilesiydi. Onun gölgelerle olan muhtemel bağını hiçbir zaman çözemedim; lakin bu belirsizlik, anılarımı daha değerli kılardı. Geçmişin sisleri arasında dolaşırken, ayaklarım beni istemsizce ilerletiyordu. Ağaçların arasında zıplıyor, dalların gölgelerinden süzülerek yoluma devam ediyordum. Bu yolculuk geçmişin hayalleriyle şimdiye dair gerçeklik arasında bir köprü gibiydi. Bir zamanlar imrendiğim o gölgelerin şimdi peşine düşmek, kendi içimde hem bir hayal kırıklığı hem de garip bir huzur doğuruyordu. Belki de dedemin ayak izlerinde yürüyerek, onunla olan bağımı bir şekilde yeniden kuruyordum. Ama bu bağ, geçmişin onurunu taşırken, aynı zamanda şimdinin yükünü de artırıyordu.

Ağaçların seyrekleşip düzlüğün başladığı noktaya vardığımda, yeniden etrafımı taradım. Boşluk, her zaman olduğu gibi sessiz ve mahcup bir bilgelikle çevrelenmişti. Bir an durup her bir köşeyi gözlerimle işledim; zira insanoğlunun gafleti, genelde göz ardı ettiği bu boşluklarda gizlenen tehlikelerden neşet eder. Yolum hâlâ önümde uzanıyordu ve tuhaf bir biçimde, bu beni rahatsız etmiyordu. Bilakis, yolda olmak, kalbime huzur veriyor, zihnime bir dinginlik serpiyordu. Her adım, bana bir anlam yüklenmiş gibi geliyordu. Yolda olmak bazen bir varıştan, bir son duraktan daha kıymetlidir.

Düşüncelerim dalgalanırken, zihnimde kaybolmuş ruhların siluetleri belirdi. Bilirsiniz, bu tür ruhlar her köyde, her toplumda vardır. Kendi kaderinin izini süremeyen, kendi yönünü çizemeyen kimselerdir onlar. Onlar için her gün, bir diğerinin aynası gibidir; her sabah, bir öncekinin tekrarından ibarettir. Bir amaçları yoktur, sadece var olmak için var olurlar. Ancak bu varoluş, bir süre sonra kendi çelişkisiyle yüzleşir. Çünkü gün gelir, macera olarak adlandırdıkları her yeni günün, aslında bir diğerinin tekrarı olduğunu anlarlar. İşte o farkındalık, ruhlarının kıyameti olur. Anlamsızlık, onları bir tokat gibi sarsar; ne yaptıkları işler ne de geçirdikleri zaman bir iz bırakır.

Oysa yolda olmak... Yolda olmak bambaşka bir neşedir. Varılacak bir menzil vardır, her adımın getirdiği bir mana, her dönemeçte saklanan bir sır vardır. Yol, yalnızca bir geçit değil, aynı zamanda bir keşif ve imtihandır. Her ağacın arkasında bilinmeyen bir ihtimal, her derenin kıyısında bir sır, her patikada bir yeni ufuk saklanır. İnsan, bu yolculuklarda kendini yeniden inşa eder; her keşifte biraz daha zenginleşir, her adımda biraz daha özgürleşir. Yolda olmak, insanın içindeki esir ruhu azat eden bir eylemdir. Yolda olmanın büyüsüne kapılanlar, bir daha asla düzen ve rutinin cenderesine sığmazlar. Onlar için sabit bir yaşam, zincirlenmekten farksızdır. Çünkü yolun kendisi bir amaçtır artık, her yeni adım bir varış olur. Amaçsız değildir bu yürüyüş; lakin amacı, belirli bir hedefte değil, o hedefe giden süreçtedir. Yolda olan kişi bilir ki, varılacak noktadan ziyade, o noktaya nasıl ulaştığıdır asıl mesele. Yolda olmanın getirdiği bu meçhulî zevk, her türlü monotonluğun ilacıdır. Çünkü insan, yolda kendini bulur, yolda kendine ayna tutar ve ben, şu anda bu yolda olmaktan başka hiçbir şeyi istemezdim. Çünkü bu yol, beni hem geçmişimden hem de geleceğimden alıp şimdinin kollarına teslim ediyordu. Bu andaki her nefes, her adım, bana bir varoluş şarkısı gibi geliyordu. Yol bitmesin istiyordum; zira biten bir yol, insanı tamamlanmaya mahkûm eder. Oysa yolun sonsuzluğu, insanı özgür kılar.

Rüzgârın ıssızlığa karıştığı ovanın nihayetinde, Tsuna-san’ın söz ettiği kulübeyi seçebiliyorum. Uzaktan bir hayalet misali beliren bu yapı, hem sade hem de şüphe çekici bir görünüme sahip. Zihnimdeki çarklar, her ihtimali göz önünde bulundurarak dönmeye başlıyor. Yolun bu kısmında bir hata, sadece beni değil, ardımdaki köyün de güvenliğini tehlikeye atabilir. Bu düşünce, hareketlerime daha fazla dikkat etmem gerektiğini hatırlatıyor. İlk işim, gözlerimi içimde yanan o kadim güce teslim etmek oluyor. Sharingan’ımın kan kırmızısı bakışı, çevredeki her ayrıntıyı, her gölgeyi, her rüzgârın taşıdığı yaprağı daha berrak kılıyor. Süzüyorum etrafı, her detayı zihin defterime işleyerek. İzleniyor muyum? Peşimde bir gölge var mı? Bu soruların cevabını kesin olarak alana dek, bir sonraki adıma geçmeyeceğim. Etrafta herhangi bir tehdit işareti olmadığından emin olunca, kulübenin çevresinde olası saklanma noktalarını gözleyeceğim. Gizlenmenin inceliklerini öğrenmek, bir shinobi için varoluşun bir parçasıdır. Bu yüzden en güvenli, gözlerden en uzak bir noktayı seçerek oraya yerleşeceğim. Bundan sonra, ikinci adım için hazırım.

Başarılı bir şekilde yerleşmem durumunda ellerim hızlıca mühürlere kavuşacak. Kage Bunshin no Jutsu’nun enerjisi içimde yankılanırken, yanımda bir suretim belirecek. Klonum, benden aldığı emirle hemen harekete geçecek. Temkinli ve sessiz adımlarla kulübeye doğru ilerleyecek. Ayak seslerinin yok denecek kadar az olmasını sağlamak, klonumun en önemli görevlerinden biri. Çünkü olası bir düşman, ilk önce sesle bizi fark edebilir. Kulübenin duvarlarındaki çatlaklar, zemine saplanmış eğreti taşlar, hatta rüzgârın eğip bükerek dans ettirdiği otlar bile benim için birer ipucu. Eğer burada bir tuzak varsa, onu fark etmek zorundayım. Rüzgar estikçe, içimde bir gerilim filizleniyor. Fakat bu gerginlik, paniğin değil, odaklanmanın getirdiği bir tür yükseklik. Shinobi olmanın doğası bu: Tehlikede huzur bulmak, bilinmezlikte düzen aramak.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Re: Dönence

Post by GM - Shinsei »

Tsuna'nın yelpaze salladığı harlanmış ateşinle dış dünyada yol aldığın gibi, iç dünyanda da yol alıyorsun. Dış dünyada attığın bir adım, iç dünyada on adım oluyor. Beynin harıl hurul çalışırken artık yaklaşma biçimini seçme anın geliyor ve kafandaki planı yürürlüğe koyuyorsun. Oluşturmuş olduğun gölge klonun senin mükemmel yansıman olarak hareket ediyor. Sen de klona saldıracak veya onunla iletişime geçecek birisinin ensesine inecek bir konumdan izliyorsun. Sonuçta en iyi saldırı yukarıdan yapılır çünkü insan her zaman yukarı bakmayı unutur. Ninjalar bile. Klonun, varlığını yokluğa katarcasına ilerlemeyi sürdürüyor. Kulübeye iyice yaklaştığında ise klonunun tüylerinin diken diken olduğunu ve ona titreme geldiğini görüyorsun. O anda klonun dimdik durmaya başlıyor. Bacakları birbirine, kolları gövdesine yapışmış biçimde hareketsiz kalıyor. Ne olduğunu gün ışığının zor denk gelerek anlık parlamalarla belirttiği telleri seçince anlıyorsun. Kulübeden bağımsız bir konumdan hedefim beliriyor. Klonunu yakaladığı tellerin kaynağı olan elini kafasına kadar çekmiş birkaç adım öne çıkıyor. "Kendini açıkla yoksa seni parçalarım."

Yamaki
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Sat Nov 30, 2024 7:23 pm
Rütbe:  
  Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: Dönence

Post by Uchiha Izane »

Zihnimde yankılanan bir soru, bir çentik gibi derinleşiyor; varlığını ilk hissettiğimde yalnızca bir kıymık kadar küçük olan düşünce, şimdi içimde kök salarak dallarını her tarafa uzatıyor. Aslında bu sorunun bu zamana dek aklıma gelmemiş olması, kendi yetersizliğimin ve dalgınlığımın bir alameti. Lakin, bu bir daha tekrarlanmayacak. Amatörce dedim ya kendi kendime, bir shinobinin zihni berrak olmalı, düşünceleri bulanıklıktan azade... Yoksa her karar bir bataklığa dönüşür ve insan, farkına varmadan o bataklıkta gömülür.

Şimdi durup düşünüyorum: Yamaki... Evet, bu isim köyde neredeyse fısıltıdan ibaret bir yankıydı; ne tam bir efsane ne de bir adi vakaydı. O zatın varlığı, köyün gölgesinde bir iz bırakmış olmalıydı, fakat bu izler neden dikkatlerden böylesine saklanmıştı? Neden köyün kalbinde değil de, böylesine ıssız, böylesine unutuşa mahkûm bir coğrafyada yaşamayı seçmişti? Yoksa bu bir seçimden ziyade bir dayatma mıydı? Ve daha mühimi, köyün yetkilileri nasıl olur da bu duruma göz yumardı? Bu sorular, benim zihnimde birbiri ardına çınlıyor; her bir soru, bir diğerini doğuruyor ve her cevap arayışı, derinleşen bir kuyu misali beni içine çekiyor.

Yamaki'nin bir kaçak olmadığını biliyorum. Eğer kaçak olsaydı, böyle bir ıssızlıkta saklanmazdı; böylesine apaçık bir yerde iz bırakmazdı. Fakat yine de bu kadar uzaklara yerleşmiş olması, açık bir itiraf gibi duruyor: Ya bir şeyden kaçıyordu ya da bir şeyi koruyordu. Emeklilik dedikleri şey, belki sadece bir örtüydü; belki de tozlu bir perde arkasına saklanmış bir gerçeğin çürük kokan sisi... Shinobi dünyasında emeklilik, çoğu zaman aldatmacadan başka bir şey değildir zaten. Kılıcını kınına koyanların hikâyesi, çoğu zaman bitmiş sayılmaz; sadece başka bir biçimde, başka bir sahnede devam eder. Köyün en karanlık sırlarını bilen bir adamı, böylesine başıboş bırakmak... Hayır, bu ihtimal akla ziyandır. Köyün yetkilileri, en azından böyle bir adamın nefes alışını bile takip ederler. Yamaki’nin burada, köyün hududundan böylesine uzakta bulunması, düpedüz bir hiyerarşik hesap işidir. Ona verilmiş bir vazife olmalı... Gözlerden ırak, ama bir o kadar önemli bir misyon. Yahut belki o, kendi rızasıyla bir inzivaya çekilmiş, fakat hâlâ köyle, köyün kalbinde atan damarlarla derinden bağlıdır. Böyle bir ihtimal bile, bu durumun aslında göründüğünden çok daha karmaşık olduğunu anlatıyor. Yamaki'nin bu kulübeyi seçmesinin ardında bir sır perdesi olduğu su götürmez bir hakikat. Kulübenin köhne görünümlü, basit yapısı dahi bu gerçeği saklamak için ustaca yerleştirilmiş bir aldatmaca olabilir. Öyle ya, en büyük sırlar, gözün en küçümseyeceği yerlere saklanır. Birkaç tahtadan ibaret, yıkılmaya yüz tutmuş bir yapı gibi görünse de, buranın içinde saklanan her ne ise, buraya yüklenen anlam, zihinlerdeki bu basitliğin aksine muhakkak derindir. Belki köyü gözleyen bir nöbetçi misali buraya yerleştirildi, belki de geçmişinin izlerini silmek için inzivaya çekildi. Ama bu, basit bir inziva değil; bana öyle geliyor ki bu kulübe, bir mahkeme salonu gibi... Yargılanmamış, fakat kendi suçunun ağırlığıyla cezalandırılmış birinin hapishanesi...

Yolun bu kısmında Yamaki'nin niyeti ve geçmişi, artık benim çözmem gereken bilmeceye dönüşüyor. İçimde bir yerlerde, Yamaki’nin buraya kendiliğinden çekilmediğini, birilerinin ona bu yolu gösterdiğini seziyorum. Tüm bu meselenin içine karışan politik entrikalar mı var, yoksa Yamaki’nin köye ve dünyaya küsmüş bir adamdan başka bir şey olmadığını mı göreceğim? Bilinmez. Ama shinobi dünyasında hiçbir şey yalnızca göründüğü kadar değildir. Ve eğer bu görev bana verilmişse, bu yalnızca bir eski shinobinin izini sürmekle ilgili değildir. Bu görev, benim gibi köye sadakat yemini etmişlerin, gölgelerin ardındaki hakikati arama ve her ne pahasına olursa olsun ortaya çıkarma mükellefiyetidir.

Rüzgârın beni itekleyerek götürdüğü bu ovada ilerlerken, zihnimdeki düşünceler çığ gibi büyüyor. Yamaki’ye ulaşmak, yalnızca bir adamı bulmak değil; bir devrin, bir sırrın perdesini aralamak demek. Ve Yamaki denen zat, eğer bu sırrın düğüm noktasıysa, bu düğümü çözmek benim vazifemdir.

Klonum bir anda donup kalıyor, onun hissettiği korkuyu görebiliyorum uzaktan bedeninin yavaşça bağlanmasını ve Yamaki tarafından tuzağa düşürülmesini izliyorum, tehditkar sözlerini dinliyorum. Yamaki sonunda kendini açığa çıkartıyor.

Adamın yüzü, zamanın ve yaşanmışlıkların bıraktığı izlerle dolu. Alnında ve yanaklarında derin çizgiler, hayatın ona tattırdığı her anıyı sessizce haykırıyor. Sol gözünün altından başlayıp yanağına doğru uzanan derin yara izi, onun savaş meydanlarında yahut kaderin keskin kıyısında çokça sınandığını gösteriyor. Bu yara, yalnızca fiziksel bir iz değil; aynı zamanda, görenlere “buradaydım, savaştım ve hâlâ ayaktayım” diyen bir nişane.

Adamın saçları uzun ve dağınık; yılların ağırlığı altında beyazlamış ama hâlâ gür ve inatla varlığını koruyor. Dalgalı saç tutamları, başı hafifçe eğik duruşunda rüzgârla oynaşan birer gölge gibi yüzünü çerçeveliyor. Saçının beyazı, bu adamın yaşını ve tecrübelerini bir kez daha gözler önüne sererken, yüz hatlarındaki keskinlik onun hâlâ dimdik ayakta olduğunu fısıldıyor.

Gözleri... İşte en etkileyici yanlarından biri. Gözleri, derinliklerinde saklanan bir karanlıkla beraber delip geçen bir keskinliğe sahip. Yorgun ama yılmamış, geçmişin yükünü taşıyan ama gelecekten kopmamış bir bakış bu. Gözlerinin rengi, gölgelerin altına gizlenmiş soğuk bir gri ya da donuk bir kahverengi gibi duruyor. Bakışında tehditkâr bir sakinlik, fırtına öncesi bir dinginlik var. İnsana, bu gözlerin ardında nice hikâye, nice yıkım ve belki de nice pişmanlık yattığını düşündürüyor.

Kimonosu koyu yeşil ve gri tonlarının bir ahengi içinde. Üzerinde solgun çiçek desenleri var, bu desenler neredeyse silinmiş gibi duruyor; tıpkı onun bir zamanlar sahip olduğu naif duyguların yerini alan katı gerçeklik gibi. Giysisi eski, fakat üzerinde taşıdığı vakar ve özen, bu adamın görünüşüne bir asalet katıyor. Kimononun geniş yakası boynunun kenarlarını ve göğüs kemiğinin hafifçe ortaya çıkan keskin hatlarını vurguluyor.

Omuzları geniş, dik duruşu her ne kadar yaşının ağırlığını belli etse de onun hâlâ korkutucu bir güce sahip olduğunu gösteriyor. Göğsü ileri, sırtı düz; bu adamı bir kez gören, onun savaş meydanlarının kurdu, hayatın sert rüzgârlarına meydan okuyan bir fırtına adamı olduğunu hemen anlar.

Klonum, temkinli hareketlerle başını adamın yönüne doğru çevirmeye çalışırken beden diliyle itidalli bir duruş sergilemeye gayret ediyordu. Omuzları hafifçe düşmüş, elleri yavaşça havaya kaldırmaya çalışıyordu. Adımlarının sesi bile toprağın bağrında yankılanmasın diye adeta rüzgârın akışına karışıyordu. Öyle ki, insanın bu sessiz anlarda kalp atışını duyacağı kadar sakin ve kaygısız bir tavır takınıyordu. Nihayet kelimeler dudaklarından döküldü; titizce seçilmiş ve saygının ince kumaşıyla sarılmış kelimeler.

"Yamaki-san. Yurdumuzdan geliyorum. Dikkatinizi arz eden durumlar var, habersiz gelip böyle bir karşılaşmaya sebebiyet verdiğim için bağışlayın fakat durum bunu gerektiriyordu."

Klonumun sesi rüzgârın uğultusuna karışırken, gözlerinin ifadesi samimiyet ve tevazu taşıyordu. Yamaki’nin o keskin, sanki zamanı yontmuş gibi duran bakışları klonumun her hareketini ince ince süzüyordu. Öyle ki, adamın gözlerinin derinliklerinde bir şeylerin hesaplandığını, her kelimenin ve her jestin tartıldığını hissediyordum. Hâlâ hareketsizdi; bir kayanın sarsılmazlığı, bir ulu çınarın kadim dinginliği gibi duruyordu orada.

Klonumun nefesi, bu belirsiz ortamda buz gibi havaya karışırken, sözlerim uzayıp gitti. Her kelimenin ardında saygı kadar ihtiyat da vardı. "Biliyorum, inzivanızı bölmek, elinizdeki huzuru ve yalnızlığı bozmak benim haddime değil, fakat emin olun ki buraya gelmeden evvel bu yolu bin kez düşündüm. Bu yolun, sizinle konuşmanın zaruretini bizzat hissettim. Köyümüz bir tehdidin gölgesinde; sizin bir zamanlar koruduğunuz ve emek verdiğiniz bu toprakların üzerinde kara bulutlar dolaşıyor."

Derin bir nefes.

"Yıllarınızı bu toprağa adadığınızı biliyorum," diye devam ettim, klonumun sesi daha da yumuşayarak, sanki o anda adamın yükünü omuzlarımdan almak istermişçesine. "Köyün bu denli uzağında birini yada bir şeyi mi koruyor yahut bir tehlikeyi mi göğüslüyorsunuz, bunu bilemem. Ama bilirim ki sizin gibi ulu bir zat, boş yere burada değildir. Emekliliğinizin arkasında yatan hakikatin ne olduğunu öğrenmek için değil, bu köyün eski bir neferi olarak, sizinle omuz omuza vererek tehlikeleri defetmek için geldim. Bunu kabul buyurmanız, benim için şeref olur."

Klonumun ağzından dökülen sözler, bir yemin misali havada asılı kalırken Yamaki-san hâlâ sessizdi. Ancak bu sessizlik, bir fırtına öncesinin sessizliği gibiydi. Elini kaldırıp kaldırmayacağı, bir söz söyleyip söylemeyeceği, belirsizdi. Bir yanıt alıp almayacağımı bilmiyordum; ancak sözlerim, amacımın samimiyetini ve kararlılığımı yeterince dile getirmişti. Zaman, tüm haşmetiyle durmuş gibi geldi bana. Kulübenin ardında esen rüzgâr bile sesini kısarak bu iki varlığın arasında hüküm süren sessizliğe eşlik ediyordu.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Re: Dönence

Post by GM - Shinsei »

Ağzın gerçekten çok iyi edebiyat yapıyor ve sanki canını kurtarmak adına kendini açıklamıyorsun da serenat yapıyorsun. Ne var ki, ilan-ı aşk tadındaki yağlayıp ballaman Yamaki'nin suratını ekşitiyor. Sen konuşmayı sürdürdükçe işkence görüyormuş gibi büzüşüyor suratı. Bıkkınlıkla telleri gevşetip gerçek olduğunu sandığı klonunu serbest bırakıyor.

"Lütfen kapa çeneni. Hokage'ye bile bu kadar yalakalık yapılmıyor. Kendimden tiksineceğim neredeyse."

Telleri hızla topluyor ve adım adım klonunun yanına geliyor. Kafasını kaşıdıktan sonra seni süzüyor ve konuşmaya devam ediyor.

"Adımı bildiğine ve Konoha ninjası olduğuna göre seni dost sayabilirim. En azından şimdilik. Bana köyü ilgilendiren sorunlarla geliyorsun ama ben bir ninja değilim. Biraz geç kaldın yani. Böldüğün inzivama çekilmeyi yeğlerim. Emekli olduğumdan beri düzenli olarak beni gözetleyen ninjalar yettmezmiş gibi bir de senle uğraşamam. Seni kim gönderdi ve neden gönderdi bilmiyorum. Ayrıntıları da istemiyorum. Zararsız olduğumu ve yaşamımın son demlerini insancıl bir şekilde tüketmek istediğimi söyle üstüne. Köy için feda edecek hiçbir şeyim kalmadı benim."

Yamaki sözlerini bitirip kulübesine doğru yöneliyor. Sözlerindeki üzüntü, sinir, harcanmışlık ve kendisine yapıldığına inandığı saygısızlık ise olduğu yerde duruyor. Çetin ceviz çıktı kendisi ama sanılan kişi olmadığı vurgusu mevzu bahis. Geri mi döneceksin yoksa inat mı edeceksin, elbette sana kalmış.
Post Reply