Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Konoha'da parlak, sakin bir sabaha uyanıyorsun. Köy her zamanki canlılığıyla uğulduyor, tezgahlarını açan tüccarların gevezelikleri, akademide oynayan çocukların kahkahaları ve hafif esintide yaprakların yumuşak hışırtısı. Ilık güneş ışığı köyün ağaçlarının arasından süzülerek hareketli sokaklar boyunca benekli desenler oluşturuyor. Köylüler günlük rutinlerine devam ederken, Shinobi'ler bir amaç uğruna hareket ediyor, alın bantları ışıkta parlıyor.

Köyün kalbinde, Hokage anıtlarının altına tünemiş olan Hokage'nin ofisi bir güç ve liderlik sembolü olarak duruyor. Önceki Hokage'lerin heykelleri binanın önünde beliriyor, sessiz bir dikkatle köyü izliyorlar. Ofisin içindeki hava sabit ve resmi, parşömen ve mürekkep kokusu Hokage'nin masasında bıraktığı çayın hafif aromasına karışıyor.

Hokage Sarutobi Shigure, büyük ahşap masasının arkasında oturmuş, keskin gözleriyle önündeki parşömeni tarıyor. Genç görünümüne rağmen, Shigure pozisyonunun ağırlığını dingin bir otoriteyle taşıyor. Kısa saçları öne doğru taranmış ve Hokage'nin resmi cübbesi figürüne bir asalet havası katıyor. Hafifçe arkasına yaslanıyor, Ateş Ülkesi'nin dış mahalleleri yakınlarındaki son haydut faaliyeti raporunu düşünürken yüz ifadesi dalgın.

Kapının hafifçe vurulması Hokage'nin düşüncelerini bölüyor. Shigure başını kaldırmadan "Girin." diye sesleniyor.


Şafağın tatlı ışıltısı odanın pirinç kağıdından yapılmış perdelerinden sızarak saçlarını yansıtan lavanta tonlarına dönüşüyor. Ailenin yerleşkesinin dışındaki derenin nazik sesi havayı dolduruyor, sabit, sakin bir melodi. Konoha'nın kenarında yer alan Yureikumo klanının mahallesi, sisle kaplı dolambaçlı patikalar, koi havuzlarının üzerinde zarifçe yaylanan köprüler ve kutsal ağacın yapraklarının uğultusu ile kendi tenha dünyası gibi hissettiriyor.

Battaniyenin altında kıpırdanıyor, duyuların önündeki gün için netleşirken uykulu bir şekilde gözlerini kırpıştırıyorsun. Önceki akşamın anıları hızla geri geliyor. Kritik bir görev, bir şifacı kervanına eşlik etmek. C-rank bir görev, ama Hokage Sarutobi Shigure ile erken bir toplantı gerektirecek kadar önemli bir görev. Hatırlatma içinde bir beklenti titreşimi yaratıyor.

Yatağından süzülerek, sabah ritüeline başlıyorsun. Bir çubuk yakıp atalarınıza adanmış küçük tapınağın önünde diz çökerken, tütsü kokusu odanın içinde dolaşıyor. İsimlerini taşıyan narin parşömenlerle temsil edilen varlıkları sizi sabitliyor gibi görünüyor. Sessiz bir meditasyon anından sonra, shinobi kıyafetlerinizi giyiyorsunuz. Taşıdığınız sorumluluğun sessiz bir hatırlatıcısı olan çelik yeleğin ağırlığı tanıdık ve topraklayıcı.

Dışarı adım attığında, mahallenin dinginliğini içine çekiyorsun. Üzerinde parlayan koruyucu mühürler bulunan ahşap kemerler gözüne çarpıyor, soluk ışıltıları huzur veriyor. Sis hala devam ediyor ve sabahın serin havası tenine değiyor. Uzaktan gelen kuş cıvıltıları da bu dinginliğe katkıda bulunuyor. Klanının yerleşim bölgesinin dışına açılan kapıları geçerken, bir gurur kıpırtısı hissetmekten kendini alamıyorsun. Hokage'nin ofisine çağrılmak hafife aldığın bir şey değil.

Ana köye girdiğinde Konoha sokakları yeni yeni hareketlenmeye başlıyor. Dükkan sahipleri kepenklerini kaldırıyor, çocuklar akademiye koşuyor ve shinobiler sakince hareket ediyor. Tüm bunların ortasında, Hokage'nin ofisi, önündeki geçmiş liderlerin yontulmuş heykelleriyle çevrili bir otorite feneri olarak duruyor.

Ofise çıkan merdivenleri tırmanırken düşüncelerine odaklanıyorsun ve sana verilen görevin detaylarını tekrar gözden geçiriyorsun. Hokage'nin kendisi bu görev için sana güvenirken hataya yer olmadığını biliyorsun. Sorumluluğun ağırlığı omuzlarınıza sıkıca yerleşiyor ama aynı zamanda azmini de körüklüyor.

Tepedeki büyük çift kapıya ulaşınca duraksıyorsun. Kendini toparlamak için keskin bir nefes alarak elini kaldırıyor ve hafifçe vuruyorsun.

"Girin." diyor Hokage'nin sakin ama buyurgan sesi içeriden.

Kapıyı kaydırarak açıyor, içeri adım atıyor ve saygıyla eğiliyorsun. Oda tam da hayal ettiğin gibi, geniş ama titizlikle düzenlenmiş, parşömenler ve haritalar Hokage'nin masasının üzerine özenle yerleştirilmiş. Sarutobi Shigure bir parşömenden başını kaldırıyor, keskin bakışları seninkilerle buluşuyor. Arkasındaki pencereden süzülen güneş ışığı yüz hatlarını vurguluyor, hafif bir hale benzeri parıltı yayıyor.

Selamlamak için başını eğiyor, ifadesi sıcak ama ölçülü. Hazırolda duruyorsun, sözlerini duymaya hazırsın, anın ciddiyeti üzerinde baskı yapıyor. Bu sıradan bir görev değil ve sonuna kadar gitmeye kararlısın. Sarutobi Shigure, hafifçe gülümsüyor ve konuşmaya başlıyor. "Zamanında geldin Aoi, yanında gelecek olan Chuunin arkadaşından haberin var mı?" Bahsettiği kişiyi tanımıyorsun bile, dün bir önceki görevini teslim ederken sana bu göreve atandığını haber veren Jounin de görevde bir başkası olacağını söylememişti. Shigure, derin bir nefes alıyor ve tam başlayacakken kapı sertçe açılıyor.

"GELDİM! YETİŞTİM! EBEM-"

Nerede, ne konumda olduğunun farkına çok geç varan genç adam sakinleşip seninle aynı hizaya gelecek şekilde yürüyor. Hokage'yi sertçe selamladıktan sonra "Efendim, bu benim Chuunin olarak ilk görevim. Çok mutluyum!" diyor. Hokage gülümsüyor ve "Tebrik ederim. Neyse ki yanında 2 yıl deneyimi olan bir arkadaşımız var. Yureikumo Aoi ile tanış." diyor. Çocuk sana dönüyor ve "Hatırlıyorum galiba seni, bizden iki üst sınıftın. Ben Keita! Senju Keita." diyerek elini uzatıyor. Tanışmanız bittiğinde Sarutobi Shigure "İsterseniz şu görevin üstünden geçelim, sonra da sizi göndereyim." diyor.

"Takagi Ryuu liderliğindeki bir şifalı bitki kervanı, Ateş Ülkesi'nin dış ormanlarından Konoha'ya, hastane için nadir bulunan bir grup şifalı bitki getirmek üzere yola çıktı. Neyse ki sorunsuz bir şekilde buraya kadar gelebildiler. Bu şifalı bitkiler, yakınlardaki köylere yayılan son hastalık dalgasının tedavisi için elzemdir. Yolculuk şimdi Ryuu'nun evi Morino Köyü'ne doğru ilerleyecek ve ormanlık patikalardan ve küçük kırsal alanlardan geçerek yaklaşık iki gün sürecek. Son raporlar haydutların tüccarları ve aktarları hedef alarak mallarını karaborsada satmaya çalıştığını gösteriyor. Bu haydutlar yüksek eğitimli olmamakla birlikte organize oldukları için sivillere karşı tehdit oluşturabilirler. Görev, kervana Morino Köyü'ne kadar güvenli bir şekilde eşlik etmeyi gerektiriyor. Shinobiler, pusu veya tuzaklara karşı tetikte olurken müşterilerin ve yüklerinin güvenliğini sağlamalıdır."

Shigure, anlayıp anlamadığınızı ölçmek için bir süre yüzünüze bakıyor ve sonunda "Yani özetleyecek olursak, Konoha'dan Morino Köyü'ne giden şifacı kervanına eşlik edin. Bitkilerin sağlam kaldığından ve güvenli bir şekilde teslim edildiğinden emin olun. Yol boyunca herhangi bir haydut tehdidini etkisiz hale getirin veya caydırın. Şifacılar savaş becerisi olmayan sivillerdir ve korunmaları için tamamen shinobilere güveneceklerdir. Müşterilerin Morino Köyü'ne kadar eşlik edilmesiyle birlikte Konoha'ya güvenli bir şekilde dönmek, savaştan geri çekilmek anlamına gelse bile önceliklidir. Bitkiler çalınır veya zarar görürse, görev başarısız sayılacaktır." diyerek özetliyor. Keita gülümsüyor ve "Hallederiz efendim, bize bırakın. Çünkü Senju olmak bunu gerektirir." diyor. Hokage yine sakinliğini koruyor, gülümsüyor ve sana dönüyor. "Normalde bir Jounin'in de size eşlik etmesi gerekiyor ama bu özel bir durum olduğu için seni kaptan yapıyorum. Görevi tamamlaman durumunda 40.000 Ryo kazanacaksın. Umarım makuldur." Hokage, son detayları veriyor. "Takagi Ryuu sizi köyün kapısında bekliyor olmalı. Gidip kendisiyle tanışın, bir iki lafın belini kırın. Sakın kabalık etmeyin kendisine." Hokage, sizi göndermeden hemen önce sana sesleniyor.

"Bu arada Aoi, nasıl gidiyor?"

Bu sorunun üstü kapalı bir şekilde klanınla ilgili olduğunu anlayabiliyorsun. Klanın ile çok fazla iletişim kurulmadığı için Hokage en azından sayende arada bir durumların nasıl olduğunu senin aracılığınla kontrol edebiliyor. Kendisine cevap vermeye hazırlanıyorsun.

Senju Keita
► Show Spoiler
Off Topic
RP'ye hoş geldiniz! İlk konumuz hayırlı olsun. Pasiflik süresi üç gündür. İyi RP'ler!
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
Göz kapaklarını zorlukla hareket ettirdi. Kurbağa Deresi'nin sesleri her zamanki gibi odasının içini dolduruyordu. Aoi bir gün bu derenin sesi yüzünden yatağına işeyeceğinden korkuyordu. Ona Kurbağa Deresi ismini o vermişti. Sebebi oldukça basitti, o derede hep kurbağalar olurdu. Özellikle çiftleşme mevsimleri geldiğinde epey bir gürültü çıkarırlardı. Aoi sık sık o dereye ayaklarını sokar ve günün bütün stresini bırakırdı. Her seferinde de ulu tanrı Yuukon'a, onları böyle güzel ve ferahlatıcı derelerle nimetlendirdiği için teşekkür ederdi.

Klan yerleşkesi köy merkezinin dışında, ücra bir bölgedeydi. Ağaçlarla, patikalarla ve derelerle ödüllendirilmişti. Konoha'dan uzakta, adeta kendi içinde bir yaşam alanındaydı. Bu biraz zorunluluktan, biraz da klan üyelerinin isteklerinden böyle gelişmişti. Tabi bunlar Aoi'nin karışacağı işler değildi. O yalnızca bu hayata doğmuştu. Onları kucaklayan ağaçların en görkemlisi, yerleşkenin ortasında bulunan Antik Ağaç'tı. Daha birkaç gece önce burada sonsuz dengenin korunması adına bir ritüel gerçekleştirmişlerdi ve tüm klan üyeleri ruhlarını kötülüklerden arındırmıştı. Sıcak battaniyesinin altında kıpraşıp gerinleşirken bacağına kramp girecek gibi olunca yerinden sıçradı. Hep yapıyordu bu saçma hareketi. Bir önceki gece C-Rank bir görev aldığı için bu sabah erkenden Hokage'nin odasına toplantı için çağrılmıştı. Görevin rankı yüksek olmasa bile kritik bir görevdi. Özellikle Aoi için çok daha fazla önemliydi. Evet, her shinobi gibi köyünü yüz üstü bırakmamak ve elinden gelen her göreve koşmak istiyordu. Ancak bu görevde bir şifacı kervanına eşlik edecekti. Bu onun dini değerleri için de oldukça önem teşkil ediyordu.

Hemen sabah meditasyonunu yapmak üzere yatağından kalktı. Odasında, tanrısına ve atalarına adanmış minik bir tapınak bulunuyordu. Bu neredeyse her klan üyesinin odasında bulunurdu. Tütsü yakıp gününün güzel geçmesi için, görevinde başarılı olmak için, parlak bir gelecek için, kimsenin aç kalmaması için, iyi işler için çabalayan ruhların hepsinin öldüklerinde kolay bir yolculuk geçirmeleri için, ailesi ve klanı için dua etti. Bu onun her sabah muhakkak yaptığı bir eylemdi. Biliyordu ki tanrı Yuukon'u unutmadığı müddetçe Yuukon da onu unutmazdı. Shinobi kıyafetlerini giyindikten sonra dışarı çıkmadan önce yapması gereken son bir işlem kalmıştı. Günlük falına bakmak. Bu Aoi için atlanamaz bir ritüeldi. Hele ki böyle önemli bir göreve çıktığı günün sabahında falına bakılması zorunluluktu. Hemen kartlarını ters bir şekilde karıştırıp önüne dizdikten sonra derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp rastgele bir kart seçti. "Bugünüm nasıl geçecek?" Çevirip açtı.
► Show Spoiler
Şeytan kartı çıkmıştı. Dudaklarını büzüştürdü. Şeytan kartı arzular, zevk ve bağımlılıklar ile özdeşleştirilen bir karttı. Kişinin bugün onu sınayacak birtakım dünyevi zevklerle veya onu zorlayacak kötü bir enerji ile karşılaşabileceğine işaret ediyordu. Bir zorlukla karşılaşacaktı ancak aynı zamanda kendisiyle yüzleşmesi için bir fırsat doğabilirdi bugün. Şeytan kartı her ne kadar çok iyi anlam ifade etmese de kişinin kendisini bulması ve öz-farkındalığını arttırması bir uyarıydı da. Kartlarını dizip destesine geri koyduktan sonra hemen evden dışarı çıktı. Hava serindi ve sabahın sisi henüz dağılmamıştı. Sisli havaların mistik enerjisinden hoşlanırdı Aoi. Sanki öbür tarafta yolculuğunu tamamlamış bilge ruhlar onlara rehberlik etmek için yanı başlarında bitiyordu. Klan yerleşkesinden dışarı sakin adımlarla çıkarken gideceği konumun Hokage'nin yanı olmasının kıpırtısını hissetti. Belki de bugün öyle bir şey yapacaktı ki insanlar artık onu Yureikumo olarak değil Aoi olarak görmeye başlayacaklardı. Hokage'nin ofisine çağrılmıştı sonuçta, boru değildi.

Köye girdiğinde hayatın yeni yeni başladığını fark etti. Dükkan kepenkleri açılıyor, shinobiler görev yerlerine geçiyor, çocuklar da akademiye ilerliyordu. Gecenin ölüm uykusundan sonra sabah olmasını ve hayatın yeniden başlamasını hep çok alegorik bulurdu Aoi. Sanki tanrı Yuukon onlara gece ve gündüz sirkülasyonunu bahşederek bir nevi hayat ve ölüm provası yaptırıyordu. Onları gerçek olana, ebedi olana alıştırıyordu. Herkesin bu hayata fazla bağlanmadan sonsuz saygı içerisinde sarılmasını emrediyordu oldukça incelikli bir şekilde. Aoi de sorumluluk sahibi bir shinobi olarak ona yüklenen bir görevi layıkıyla yerine getirmeliydi. Ofisin basamaklarını çıkıp Hokage ofisine ilerlerken zihninden sorumluluk duygusu ve şükranla çınlayan notalar duyuluyordu.

Derin bir soluk alarak iki kere hafifçe vurdu kapıya. Hokage'nin tanıdık sesini de kapının diğer ucunda hemen işitti. Kapıyı açıp içeri girdi ve saygıyla eğildi. Hokage'nin odasının temizliği işine gösterdiği özeni gösteriyordu. Onu içten içe takdir etti. Gözleri temas kurduğunda Sarutobi Shigure sıcak bir ifadeyle onu selamlamıştı. Aoi hazırol pozisyonunda emirlerini beklemeye başladı. Hokage ona yanında gelecek olan Chuunin arkadaşından haberi olup olmadığını sorunca duraksadı. "Efendim?" Böyle bir şeyden haberi yoktu. Zihniyle dün geceye gitmiş ve ona haber veren Jounin'in böyle bir detayı verip vermediğini hatırlamaya çalışmıştı ancak nafileydi. Aoi bu görevde tek başına olacağını sanıyordu. Tam bu esnada kapı büyük bir gümbürtüyle açılmıştı ve coşkulu bir ses tüm odayı kaplamıştı.

Aoi, içeri giren çocuğun tepkisine gülmemeye çalışırken gözlerini hafifçe yana kayırdı. Hayır gülemezdi, gülemezdi. Yanlış anlarlardı. Daha tanışmadan dalga geçmiş gibi olurdu. Zaten iyi olmayan şöhretini daha da kötüye götürürdü. Çocuk, Aoi'nin yanına gelerek bunun onun ilk Chuunin görevi olduğunu ve çok mutlu olduğunu söylemişti. Aoi şefkatle gülümsedi. Kendi ilk Chuunin görevi aklına gelmişti. Nasıl da heyecan ve coşku dolu bir gündü! Hokage gülümseyerek onu takdim etmişti. Çocuk onu ilginç bir şekilde hatırlıyordu. Aoi ise karşısındaki shinobinin kim olduğuna dair en ufak bir fikre sahip değildi. Soyadının Senju olduğunu duyunca bir anlık şaşırdı ancak sonra gülümseyerek cevap verdi. "Memnun oldum." dedi nezaket ve ölçü dolu bir ses tonuyla çocuğun elini sıkarken. Senju klanı köyün kurucu klanları arasındaydı ve oldukça güçlü olmalarıyla tanınırlardı. Böyle bir Chuunin ile ilk görevine çıkıyor olmak belki de iyi bir işaretti. Yine de evden çıkmadan baktığı fal yüzünden içinde sıkıntılı bir his vardı.

Hokage görevlerinin ne olduğunu onlara kısaca özetlemişti. Morino Köyü'ne gitmekte olan bir şifacı kervanına eşlik edeceklerdi. Şifalı bitkilerin gidecekleri yere sağ salim ulaşmaları önemliydi. Kervanda yolculuk eden diğer şifacılar savaş becerileri olmayan sivillerdi. Senju Keita ile birlikte bu kervanı korumak onlara bağlıydı. Hokage ona dönerek normalde bu görev için bir Jounin atanması gerektiğini ancak bu özel durumda kendisinin kaptanlık edeceğini söylemişti. Başarılı olursa da 40.000 Ryo kazanacaktı. Aoi'nin gözleri paranın miktarını duyunca heyecanla ışıldadı. Bu parayı köyün ve klanın hayrına kullanacaktı elbette. Yureikumo Klanı için para, mal, mülk, şöhret büyük resim karşısında önemi olmayan şeylerdi. Gerçek olan tek şey ölümdü ve ruhun yolculuğuydu. Önemli olan kişinin edindiği mal mülk ile hayattayken neler yaptığı, ruhunu nasıl iyileştirdiğiydi. "Teşekkürler." dedi Aoi yine aynı ölçü ve nezaket ile.

Hokage, Takagi Ryuu ile tanışmaları için onları yollamadan önce kendisine dönerek nasıl olduğunu sormuştu. Sorunun muğlaklığı ve yuvarlaklığından aslen klanı sorduğunu anlamıştı Aoi. Köyle çok fazla iletişimi olmayan bu klanı Hokage merak mı ediyordu, kontrol mu etmek istiyordu, denetlemek mi istiyordu emin değildi. Onun da diğer herkes gibi onları birer ucube olarak gördüğüne emindi. Klan, hırslarından arınmış insanlardan meydana geldiği için kimsenin kötü şöhretini düzeltmek için bir şey yaptığı yoktu. Onlar görevlerinin, onları anlamadan yargılayan ruhların çok üstünde, çok daha kutsal olduğuna inanıyor ve herkesi bu sebeple hoş görüp affediyorlardı. Ancak Aoi bunu değiştirmek istiyordu. Klan tarihinde bu kaderi değiştirecek ilk kişi olabilirdi. Yıllar sonra hikayeleri anlatılan kişi olabilirdi. Ölüler Dünyası'nda tüm yolculukta olan ruhlara rehberlik sağlayıcı olarak büyük bir göreve getirilebilirdi. Aoi, köy için çok yararlı olduklarını; hatta sadece köy değil tüm insanlık için çok yararlı işler yaptıklarını kanıtlayabilirdi. "Yüce tanrımız Yuukon'un rehberliğinde görevlerimizi yerine getiriyor, tüm insanlığa ışık ve rehber olmaya çalışıyoruz. Ruhlarımızı arındırıyor ve köyümüzün bekası için diğer yolculuğu başlamış ruhlara rehberlik ediyoruz. Shinmei'miz uzun zamandır fenaya yorduğu bir görü ile karşılaşmadı. İnsanlığın huzuru ve iyiliği için çabalıyor ve hiçbir illet amaca hizmet etmiyoruz. Sonsuz Denge Sahibi'nin kurduğu ve bizlere emanet ettiği dengeyi koruyoruz. Kimsenin bu dengeyi bozmasına izin vermiyoruz. Ruhlar Dünyası ve Yaşayanlar Dünyası arasındaki huzuru koruyoruz. Uzun süredir Ruhlar Dünyası'nda bir karmaşa veya huzursuzluk ile karşılaşmadık. İşimizi iyi yapıyoruz efendim. Bugünkü falımda Şeytan çıktı ama bu her zaman kötü anlama gelmek zorunda değil. Tanrı Yuukon bana kendimi sınamam ve olduğumdan daha iyi bir insan olabilmem için bir sınav yollayacak olabilir. Onun dışında... her şey stabil ve sakin..." Kendini biraz fazla açıkladığından utanarak başıyla son bir kez selam verdi ve alelacele odadan çıkmak için hareket etmeye başladı. Hep böyle yaptığı için hiç arkadaşı yoktu.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
"Falını lütfen çok kafaya takma. Sana yazılan kaderi değiştirebilecek kadar güçlüsün sen." Hokage Sarutobi Shigure, sana ve Keita’ya son bir kez bakarak dingin ama otoriter bir sesle "Unutmayın." diyor. Gözleri bir an için yüzünde, ardından Keita’da dolaşıyor. "Görev, sadece bitkileri korumak değil. O kervandaki insanlar size emanet. İnsan hayatının değerini unutan bir shinobi, asla gerçek bir shinobi olamaz." Sözlerinin ağırlığı odada yankılanıyor, kelimeler adeta derine işliyor. Keita ise bu ciddi atmosferi yüzünde coşkulu bir gülümsemeyle karşılıyor. Shigure, kısa bir duraklamanın ardından "Haydi, artık gidin. Takagi Ryuu sizi bekliyor olmalı." diyor ve konuşmasını tamamlıyor.

Son bir kez saygıyla eğiliyorsun ve Keita ile birlikte ofisten ayrılıyorsun. Ağır ahşap kapıyı açıp dışarı çıktığınızda, koridorun soğuk ve sessiz havası sizi karşılıyor. Hokage’nin odasından taşan ciddiyet ve sorumluluk hissi hala üzerinizde. Taş merdivenlerden aşağı inmeye başladığınızda, sabahın altın ışıkları köyün üzerinde parıldıyor. Konoha sokakları, hafif esintilerle salınan bayraklar ve dükkanlarını yeni açan tüccarlarla dolup taşarken, köyün ritmi her zamanki gibi canlılık kazanıyor.

Yanındaki Keita, ilk görev heyecanıyla durmaksızın konuşuyor. "Düşünsene. Bir Senju olarak ilk görevim bu kadar önemli bir şey! Çok iyi iş çıkaracağım, değil mi?" Cevap beklercesine sana bakıyor ama sen, onun bu coşkulu halini biraz mesafeli bir tebessümle geçiştiriyorsun. Düşüncelerin halen Hokage’nin son sözlerinde ve az sonra karşılaşacağın görevde.

Köyün kapısına doğru ilerlerken, sokakların tanıdık sesi ve görüntüsü sana eşlik ediyor. Akademi bahçesinden gelen çocuk kahkahaları, esnafın tezgah kurarken çıkardığı sesler ve uzaklarda duyulan bir shinobi grubunun adımları... Tüm bunlar, Konoha’nın sabah ritüelinin bir parçası. Ancak senin düşüncelerin bu gürültüyü geride bırakıyor. Görevin ciddiyeti, kervan ve şifacıların güvenliği, bir lider olarak sorumlulukların… Bunlar her adımında daha da somutlaşıyor. Sonuçta bu ilk kaptanlık deneyimin, başarısız olmamalısın.

Köyün kapısına vardığınızda, biraz ileride üç kişilik bir grup dikkatini çekiyor. Aralarından biri, gri sakalları ve sağlam duruşuyla hemen göze çarpıyor. Takagi Ryuu olmalı bu, Hokage’nin bahsettiği lider. Üzerindeki koyu yeşil şifacı cübbesi, orman desenli bir kumaştan yapılmış gibi görünüyor. Omuzlarına atılmış geniş bir atkı, yaşına rağmen çevik ve kararlı duruşuna ciddi bir hava katıyor. Elinde taşıdığı bambudan yapılma baston ise, zarif detaylarla süslenmiş. Diğer iki kişi ise daha genç, biri ince yapılı, diğeri biraz daha iri. İkisinin de üzerindeki kıyafetler, şifacılara özgü sade ama fonksiyonel bir tasarıma sahip.

Ryuu, sizi fark eder etmez yerinden doğruluyor ve yüzünde samimi ama ölçülü bir gülümsemeyle size doğru yaklaşıyor. "Ah, Konoha’nın değerli shinobileri. Geldiğiniz için teşekkür ederim." diyor, sesi derin ve yumuşak bir tını taşıyor. Elleriyle sizi selamlıyor, ardından kısa bir eğilme ile saygısını gösteriyor. "Ben Takagi Ryuu. Bu şifacıların lideriyim. Yanımda iki öğrencim var; Haru ve Emi. Hep birlikte, bu nadir bitkileri Morino Köyü’ne güvenle ulaştırmayı amaçlıyoruz."

Ryuu’nun sözleri, ciddi ama samimi bir tonda yankılanıyor. Sana ve Keita’ya güvenen bakışları, bu görevdeki önemini bir kez daha hatırlatıyor. Keita, Ryuu’nun konuşmasını büyük bir heyecanla dinlerken, sen de sessizce adamın detaylı anlatımını analiz ediyorsun. Bu yolculuğun kolay olmayacağı kesin; ancak görev kutsal bir anlam taşıyor ve başarının önemini her adımda hissediyorsun. Keita, saygıdan ötürü önce senin selam vermeni bekliyor.

Takagi Ryuu
► Show Spoiler
Haru
► Show Spoiler
Emi
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
Hokage'nin sözlerini duyunca şaşkınlıkla bakakaldı. Bu kadar normal bir tepki beklemiyordu. Hatta... bu kadar destekleyici bir tepki beklemiyordu. Hokage onu yalnızca yüreklendirmemiş, ayrıca kendine yazılan kaderi değiştirebilecek güçte olduğunu dillendirmişti. Sesli bir şekilde. Yüzüne. Aoi cevap vermek için doğru kelimeleri ararken gözlerindeki şaşkın ifadeyi saklamakta zorluk çekiyordu. Hokage ona klanının kötü şöhreti ile ilgili kaderlerini değiştirebilecek gücü sahip olduğu imasında mı bulunmuştu? Aoi bu jeste herhangi bir yanıt veremezken Hokage onlara son bir öğütte bulunmuştu. Kervandaki sadece bitkiler değil, insan hayatı da onlara emanetti. Bunu unutan bir shinobi asla gerçek bir shinobi olamazdı. Aoi'nin gözleri kararlılıkla ışıldadı. Tanrı Yuukon tüm ruhları Yureikumo Klanı'na emanet etmişti. Tüm canların güvenliğini korumak özellikle onların sorumluluğuydu. Bunu asla unutmazdı.

Hokage'ye son bir kez selam verip odadan çıktıktan sonra ofis binasından dışarı çıkana değin Hokage'nin söylediklerini düşünmüştü. Keita ona bir Senju olarak ilk göreviyle ne kadar gurur duyduğunu ifade ediyordu ancak çocuğun görevin ciddiyetini ve mahiyetini anladığından emin değildi. Onun enerjisini takdir eder şekilde hafifçe gülümsemekle yetindi. Bu çocuk da ona emanet edilmişti. O bir kaptandı. Köyünü, Hokage'sini, tanrısı Yuukon'u yüz üstü bırakamazdı. Bu sorumluluğun ardındaki gerçeklik onu vurduğunda hafifçe endişelenmekten geri duramadı. Ancak Yuukon'un onu ne olursa olsun destekleyeceğini biliyordu. Onun gücüne sahip oldukça herkesi koruyabilirdi. Köy yolu boyunca ilerlerken bunu düşünüyor ve köyün sabah rutininde koşuşturmacada olan dingin ruhları seyrediyordu.

Köyün kapısında bir şeyi bekliyormuş gibi duran üç kişilik bir kervan gözüne çarptı. Ağarmış saçı ve sakalı, duruşu ve üzerindeki şifacı kıyafetiyle Takagi Ryuu ismindeki şahıs bu olmalıydı. Yanında birisi daha küçük ve zayıf, diğeri biraz daha büyük gibi duran ve daha iri iki genç çocuk vardı. Adam onları görür görmez hoşça selamlamış ve kendisini tanıtmıştı. Yanındaki genç çocukların öğrencileri olduğunu söyleyerek isimlerini takdim etmişti. Adamın hemen ardından Aoi, büyük bir saygıyla eğilerek kendini tanıttı. "Çok memnun oldum saygıdeğer şifacılarımız. Ben Yureikumo Aoi. Size bu yolculukta eşlik edecek olan shinobilerden birisiyim. Burada yaptığınız iş çok kutsal ve sizlere, insanlığa olan katkılarınızdan ötürü ne kadar minnet duysak azdır. Güvenliğiniz için elimizden gelen her çabayı sonuna dek göstereceğiz. Sonsuz Denge Sahibi, en yüce en muktedir olandır. O bizi şifalı bitkilerle ve onların ilmini çözüp şifa dağıtanlarla nimetlendirmiştir. Bize de bunların değerini bilip onları gözümüz gibi korumak düşer." dedikten sonra Keita'ya dönerek kendisini tanıtması için zaman verdi.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Takagi Ryuu, senin saygı dolu sözlerini dinlerken yüzünde ölçülü bir tebessüm oluşuyor. Ancak gözlerindeki hafif dalgalanma, söylediklerinin onun için biraz fazla soyut kaçtığını ele veriyor. Yine de kibar bir şekilde başını eğerek cevap veriyor. "Sözleriniz için teşekkür ederim, Aoi hanım. Gerçekten minnettarlık duydum. Hep birlikte bu yolculuğu güvenle tamamlayacağımıza inanıyorum." Sesinde bir nezaket var, ancak ardından hemen yanındaki iki genç şifacıya dönüyor ve ses tonu biraz daha yumuşuyor. "Haru, Emi, siz de kendinizi tanıtın bakalım. Daha resmi bir tanışma olmadı."

Haru, ince yapılı, sessiz bir genç. Adeta zoraki bir şekilde öne çıkıyor, gözleri yere bakıyor ve neredeyse fısıldar bir tonda konuşuyor. "Ben Haru... Şey... Ryuu öğretmenin çırağıyım. Bitkilerle çalışmayı seviyorum. Çok iyi bir ekip olacağımızı düşünüyorum." Sesi çekingen bir şekilde kesilirken, bir adım geriye çekiliyor. Yanında duran Emi ise tam tersi bir enerjiyle öne çıkıyor, yüzünde sıcacık bir gülümseme var. "Ben Emi! Haru’nun tam aksine konuşmayı ve yeni insanlarla tanışmayı seviyorum!" diyor. Ryuu kafasına hafifçe vuruyor ve "Öyle denir mi lan dangalak!" diyor. Emi gülerek devam ediyor. "Bu görevi birlikte yapacağımız için çok mutluyum. Ryuu hocam genelde çok ciddi görünür ama çok eğlenceli hikayeleri vardır, yolda anlatır, değil mi hocam?" Hafifçe Ryuu’ya doğru eğiliyor ve bir an için Haru’nun mahcubiyetini gölgeleyen bir sıcaklık yayıyor.

Ryuu, Emi’nin enerjisini hoşgörülü bir ifadeyle karşılıyor. Ancak kısa bir bakışıyla, bu çocukların ciddiyetlerini korumaları gerektiğini onlara hatırlatıyor gibi. Bu sırada Keita, kendine has enerjisiyle öne çıkıyor, göğsünü gururla kabartarak konuşmaya başlıyor. "Ben Senju Keita! Köyün gelecekteki en büyük shinobisi olacağım. Sizi korumak bizim için bir onur! Bitkileriniz emin ellerde." diyerek gülümsüyor. Sözlerindeki iddialı ton, Ryuu’nun kaşlarının kısa bir an yukarı kalkmasına neden oluyor ama adam bunu yalnızca hafif bir tebessümle geçiştiriyor.

Tanışmalar tamamlandıktan sonra Ryuu grubu hareket etmeye davet ediyor. "Hadi, vakit kaybetmeden yola çıkalım. Önümüzde uzun bir yol var." Ryuu, grubun önüne geçerek onlara rehberlik ediyor. Köyün büyük ahşap kapılarından geçerken, sabahın sisleri hala yer yer yol kenarlarında süzülüyor. Sıcak güneş ışığı, buğulu manzarayı delinmiş bir ipek gibi aydınlatıyor.

Ryuu, yolun başında grubun dikkatini çekmek için hafif bir el hareketi yapıyor. "Konoha’dan Morino Köyü’ne doğru gideceğiz. Yol genelde ormanlık patikalardan ve birkaç küçük köyden geçiyor. İki gün sürecek, geceyi ormanın kıyısında bulunan bir kaplıca köyünde geçireceğiz. Ancak dikkatli olmalıyız; haydutların bu bölgelerde dolaştığını biliyoruz. Organizeler ama deneyimsizler. Genelde pusular kurmayı tercih ederler. En ufak bir işarete karşı tetikte olun."

Bir an durup grubun suratlarını kontrol ediyor. Herkes dikkatle dinliyor. Ardından, sesine biraz daha hafif bir ton ekliyor. "Tabii bazen yolun tehlikeleri haydutlardan ibaret olmuyor. Konoha’ya gelirken bir grup sincap, taşıdığımız kutuların birinden içeri girip neredeyse bütün otları kemiriyordu. Şimdi düşününce komik tabii ama o sırada panikle onlarla dans ettik resmen." Emi bu hikayeye gülümseyerek karşılık veriyor, Haru ise sessizce kıkırdıyor.

Köyün dışına adım atıldığında coğrafya yavaşça değişmeye başlıyor. Geniş, açık alanlar yerini sık bir orman örtüsüne bırakıyor. Yol kenarlarında yaban çiçekleri ve eğrelti otları süzülüyor. Uzaktaki ağaçların arasında arada bir kuş sesleri duyuluyor. Hafif esintiler, yaprakların arasında yumuşak bir hışırtı oluşturuyor. Toprak yol, zaman zaman köklerle kesilmiş ve üzeri yosunlarla kaplanmış, eski bir patikaya dönüşüyor. Güneş ışınları, sık ağaçların arasından süzülerek zeminde mozaik desenler oluşturuyor.

Yolun ilk on dakikasında ortamın dinginliği herkesi sakinleştiriyor gibi. Ancak bu dinginlik, aynı zamanda tetikte olmayı da gerektiriyor. Ryuu ara ara yol boyunca gördüğü bitkilerden bahsediyor, kimi zaman Haru’ya sorular soruyor, kimi zaman Emi’yi övüyor. Yolculuk, böyle bir uyum içerisinde devam ederken, grubun ilerleyişi patikanın derinliklerine doğru ağır ağır ilerliyor.

Keita, yürüyüş sırasında yoldan biraz saparak yerdeki kuru dallardan birini fark ediyor. Eğilip dalı alıyor ve sanki eski, kadim bir kılıcı bulmuş gibi havaya kaldırıyor. "İşte bu! Aradığım şey tam olarak buydu!" diyerek heyecanla bağırıyor. Diğerleri dönüp ona bakarken, Keita dalı bir kez iki yana sallıyor ve kahramanca bir poz alıyor. "Bu dal ile her şeyi yapabilirim! Düşmanları püskürtebilir, yolu gösterebilir, hatta... hmmm... belki yemek bile pişirebilirim!" diyerek kahkahalar atıyor.

Haru, Keita’nın bu coşkusuna önce biraz şaşkın bir ifadeyle bakıyor, ardından merakla yanına yaklaşıyor. "Bu... şey... dalı nasıl kullanacaksın ki? Sadece bir dal değil mi?" diyor, kafasını eğip dalı daha yakından inceleyerek.

Keita, Haru’nun sorusunu büyük bir ciddiyetle karşılıyor. Dalı iki eliyle kavrayıp sanki bir kılıç ustasıymış gibi bir duruş sergiliyor. "Hayır, Haru! Bu sadece bir dal değil. Bu... kaderimin bir uzantısı! Bir shinobi, elindeki her şeyi bir silah ya da bir araç olarak kullanabilir. Bak şimdi!" diyerek dalı sallar gibi yapıp yere vuruyor. "Bununla tuzaklar yapabiliriz. Düşmanın dikkatini dağıtabiliriz. Veya... belki bir yangını körüklemek için bile kullanabiliriz!" Keita’nın gözleri coşkuyla parlıyor. Haru ise kafasını yana eğerek bu açıklamayı sindirmeye çalışıyor.

Bu sırada Emi, biraz geride yürüyen Ryuu’ya yaklaşıyor ve hafifçe gülümseyerek "Bakın, Ryuu hocam, Haru sosyalleşiyor!" diyor. Eliyle Haru ve Keita’yı işaret ediyor. Ryuu, Emi’nin bu gözlemini memnuniyetle karşılıyor, yüzünde kısa bir tebessüm beliriyor. "Haru için iyi bir gelişme. Bazen işin içinde biraz da eğlence olması gerekir. Gençken kendimize böyle fırsatlar yaratmalıyız." Ryuu’nun bu sözleri, Emi’yi de daha da cesaretlendiriyor gibi görünüyor.

Emi, bu konuşmadan sonra sana doğru yöneliyor. Yanına geldiğinde sıcak bir gülümsemeyle soruyor. "Peki ya sizin hikayeniz ne, Aoi hanım? Nasıl güçleriniz var? Shinobilerle her zaman çok ilgilenmişimdir. Bence hem çok güçlü hem de çok... hmmm... gizemlisiniz." Gözleri ilgiyle sana bakarken, elini çenesine koyup hafifçe başını yana eğiyor. Anlatacaklarını büyük bir merakla bekler gibi bir hali var.

Etrafınızdaki manzara, bu sıcak etkileşimlerin bir parçası gibi görünüyor. Yolun kenarındaki ağaçlar arasında bir kuş cıvıldıyor, güneş ışığı yaprakların arasından süzülerek Emi’nin yüzüne vuruyor. Keita, Haru’ya dalın ne kadar "muhteşem" olduğunu anlatırken, Ryuu biraz geriden onları izliyor. Ormanın sessizliği ve ekibin uyumu, yolculuğun başlangıcını huzurlu ve bir o kadar da ilginç kılıyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
Aoi kendini tanıttıktan sonra, şifacı yanındaki iki oğlanı da kendilerini tanıtmaları için cesaretlendirmişti. Küçük olan Haru, çekingen bir edayla kendini tanıttıktan sonra büyük olan Emi enerjik ve coşkulu bir giriş yapmıştı. İki ruh birbirinin taban tabana zıttı gibiydi. Ryuu Hocalarıyla aralarındaki şakalaşmaya Aoi hafif bir tebessümle karşılık verdi. Son olarak Keita kendini tanıtmıştı. Onunla ilk karşılaştığı andaki gibi sesi gür ve kendinden emin çıkıyordu. Gelecekte köyün en büyük shinobisi olacağını söylemişti. Çocuğun yaşına rağmen cesareti takdir edilesiydi. Daha şimdiden geleceğine ve hayallerine karar vermiş olması da imrenilesi bir durumdu. Aoi ona şimdiden saygı duymaya başlamıştı. Bir Senju olarak iyi şeyler başaracağına inanıyordu.

Tanışma faslından sonra Ryuu bir an önce yola çıkmaları gerektiğini, önlerindeki yolun uzun ve zorlu olacağını anlatmıştı. İki gün sürecekti ve geceyi kaplıca köyünde geçireceklerdi. Aoi'nin içi yeniden kıpır kıpır olmuştu. Bu her ne kadar bir görev de olsa, köyden bir süre uzaklaşmanın ruhu için yenileyici ve dinlendirici olacağına inanıyordu. Üstelik yolculuk arkadaşlarından ona ucubeymiş gibi bakan kimse de olmamıştı şimdiye kadar. Bu da itibarını yükseltmek ve muhabbet kurmak için iki koca günü olduğu anlamına geliyordu. Tüm bunları yaparken bir yandan da haydutlara karşı dikkatli olmalıydı. Ryuu tek tehlikenin haydutlar olmadığını, bir keresinde sincapların da arabalarına girip bitkileri yemeye çalıştıklarını anlatınca Aoi hafifçe kıkırdadı. Doğa, dengesini korumak için her türlü yolu buluyordu.

Böylece harekete geçtiler. Hafif bir rüzgar yüzlerini yalayarak geçiyordu. Uzaktaki ağaçlık alanlardan çeşitli kuş sesleri duyuluyordu. Güneş gökte yükselmeye başlamış, yeryüzünü selamlayarak ışınlarını gönderiyordu. Köyünü seviyordu Aoi. Ruhu dinginleştiren bir doğası vardı. Yemyeşil, nispeten sakin... Güzel bir doğası vardı. İnsan kendini bulmak istediğinde inzivaya çekilebileceği pek çok yer bulabiliyordu. Patikada sakin sakin yol alıyorlardı. Aoi pek konuşmasa da konuşulanları dinliyordu. Şifacılardan öğrenmesi gereken şeyler vardı. Yuukon onu bu göreve boşuna göndermemişti. Bu kesinlikle kendini geliştirmesi gereken, öğrenebileceği her türlü bilgiyi öğrenmesini gerektiğini gösteren bir işaretti. Ryuu onlara bitkilerden ve bitkilerin çeşitli tedavi edici özelliklerinden bahsediyordu. Aoi bu konuda kendini kesinlikle daha fazla geliştirmek istiyordu. İyileşmek bir doğa mucizesiydi. Tanrı Yuukon, dengeyi koruyabilmek adına "iyileşme" sürecini doğaya bahşetmişti. Onun bu şifa şifrelerini çözmek onların göreviydi.

Keita yolda giderken rastgele bir kuru dal görmüş ve sanki nihai aydınlığa ermiş gibi sevinmişti. Dalı bir kılıç gibi kullanıp poz vermiş ve bu dalla her şeyi yapabileceğini iddia etmişti. Aoi çocuğun hevesini kırmak istemiyordu ancak o yalnızca bir ağaç dalıydı. Yine de merak ve takdir dolu bir ifadeyle izledi. Klanından öğrendiği bir şey çocukların heveslerini ve hayal dünyalarını yıkmamak gerektiğiydi. Bu onlara öğrenmiş çaresizlik yaşatır ve hayatta başarılı olmalarını engellerdi. Çekingen Haru, merakla Keita'ya yaklaşıp dalı nasıl kullanacağını sormuştu. Yolculuk başından beridir Haru ilk kez kendi isteğiyle bir şeyler soruyordu. Kabuğundan dışarı çıkıyor olmalıydı. Üstelik bu Keita'nın dalı sayesinde olmuştu. Keita, ona soru sorulmasından gelen bilgiç bir hazla dalla yapabileceği şeyleri saydığında Aoi onu hafifçe alkışladı. "Harikasın Keita. Böyle öngörülü olman ne kadar iyi bir shinobi olacağını kanıtlıyor."

Bu esnada Emi, Ryuu'ya dönerek Haru'nun davranışından ne kadar mutlu olduğunu dile getirmişti. Aoi, Haru ve Keita'nın iyi anlaşabileceklerini hissediyordu. Kişilikleri birbirini tamamlıyor gibiydi. Aoi kendi zihninde düşünceler içerisindeyken Emi samimi bir gülümsemeyle yanına gelerek onun hikayesinin ne olduğunu sormuştu. Aoi bir an için duraksadı. Bu soruya nasıl bir cevap vermesi gerektiğinden emin değildi. Daha önce karşılaştığı türden bir soru değildi. Güneş ışınları ağaçlarından arasından süzülerek Emi'nin yüzünde süzülüyordu. O sırada güneşe ne kadar çok benzediğindi düşündü. Parlak bakışlar, ışık saçan bir gülümseme... "Benim klanım..." diye söze girdi sakince. "...ruhlarla bir çeşit bağlantısı olan bir klan. Ölmüşlere rehberlik ediyor, onların rehberliğinden faydalanıyor ve öbür taraftaki ebedi istirahatlerinde huzurlu olmalarını sağlıyoruz. İki dünya arasında köprü görevi görüyoruz bir nevi. Onlar da bizi bazen geleceğe yönelik kehanetlerle kutsuyorlar." Çocuğun gözlerinde korku, şüphe, hayal kırıklığı arar gibi gezinmeye başladı. "Ölüm ve hayat arasındaki hassas dengeyi korumaya çalışıyoruz. Her türlü ruha ve canlıya sonsuz saygı gösterilmesi gerektiğini öğretmeye çalışıyoruz. Tanrımız Yuukon bizi böyle görevlerle onurlandırdı. Bu yüzden yaptığınız işe çok büyük saygı duyuyorum. Onun nimetlerini ve doğaya bıraktığı şifaların şifrelerini çözüp insanlığa katkı sağlamak... Çok onurlu bir iş. Ben de bu konuda daha çok şey öğrenmek isterdim. Tanrı sizi her iki tarafta da iyiliklerle ve merhametle karşılaştırsın." Ne dediğini anlamadıkları kısım burada başlayacaktı herhalde. Aoi'nin iki günlük muhabbet planı yıkılmıştı. Emi'nin gülümsemesi sönecek, tuhaf bir bakış atarak yanından uzaklaşacak ve bir daha da yolculuk boyunca kimse onunla konuşmayacaktı. Neyse ki Aoi için bir şey değişmiyordu. Buna çoktan alışmıştı. Kendi kendine fal bakardı.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
Yolculuk, hafif esen rüzgarın taşıdığı kuş cıvıltıları ve ormanın sakin uğultusuyla ilerliyor. Emi, yüzünde hiç eksilmeyen samimi gülümsemesiyle yanına sokulmuş, sözlerini dikkatle dinliyor. "Gerçekten büyüleyici bir şeyden bahsediyorsunuz." diyor, hayranlığını gizlemeye gerek görmeden. "Ruhlarla bir tür bağ kurmak... İnanılmaz bir şey! Peki, bu bağlantıyı kurmak nasıl bir his? Onları gerçekten hissedebiliyor musunuz? Yoksa sadece işaretler mi alıyorsunuz?" Emi’nin merakı ve ilgisi samimi, hatta yüzü de heyecanla parıldıyor. Karşında böyle bir tepki görünce kısa bir an duraksıyorsun. Emi’nin soruları, diğer insanların genelde gösterdiği korku veya şüpheyle dolu bakışlardan çok farklı.

Önde yürüyen Keita, dalını hala bir kılıç edasıyla savuruyor. Haru, önceki çekingenliğini geride bırakmış gibi, Keita’nın yanından yürüyerek dalın "gizli özellikleri"ni öğrenmeye çalışıyor. Keita kendinden emin bir tonla konuşuyor. "Mesela bunu şöyle toprağa saplayınca, bir tuzak gibi kullanabiliriz!" Haru, bu fikri biraz şüpheyle karşılıyor ama yine de gözlerinde ince bir merak kıvılcımı parlıyor. İkisi birlikte dalları birleştirerek daha sağlam bir düzeneğe dönüştürmeye uğraşıyor, bazen ufak tefek şakalar yapıyorlar. Haru giderek daha az çekingen görünüyor, Keita’nın özgüveniyle beslenen bir güven çemberine dahil oluyormuş gibi.

Ryuu, grubun gerisinden ilerliyor, arada bir omzunun üzerinden etrafa bakıyor. Ormanın dokusu değişiyor gibi. Ağaçların sıklığı aynı kalsa da, zemindeki otlar daha da ezilmiş, bazı dallar kırılmış görünüyor. Ryuu, alnında beliren ince bir çizgiyle etrafı dikkatlice tarıyor. Sanki az önceye kadar sakin görünen orman zemininde bir iz, bir işaret bulmuş gibi duraklıyor. Hafifçe sendeleyerek duruyor, eli belindeki ufak çantasına gidiyor. Sessizlik, hafif bir tedirginlik gibi havaya asılı kalıyor. Emi, hala sorduğu soruların cevabını beklerken, bakışlarındaki merak değişmiyor; ama Ryuu’nun tavrındaki ani ciddiyet, duymak istediği cevapların gölgesinde kalıyor. Sen, Emi’nin yüzündeki endişeli ifadeyi fark ediyorsun. Keita ve Haru ise dal ile uğraşmayı bırakarak uyarılmış avcılar misali dikkatlerini Ryuu’ya çeviriyorlar.

Ryuu, orman zemininde yarı gizlenmiş, küçük bir ahşap tabla benzeri şey çıkartıyor. Bu nesne, üzerine oyulmuş garip sembollerle göze çarpıyor. İşi bilen bir zanaatkarın elinden çıkmış gibi özenle şekillendirilmiş, minyatür bir işaret levhası. Bu levha, sıradan bir orman hatırasından çok daha fazlasına işaret ediyor. Ryuu’nun bakışları keskinleşiyor; sanki bu sembolleri tanır gibi. "Görüyor musunuz?" diyor, sesi alçak ve ürpertici bir ciddiyetle. "Bu sembol… bu, organize haydut çetelerinin bir işaretidir."

Emi, sorularının yarım kalmasından dolayı yüzünde beliren hayal kırıklığını hızla saklıyor, ancak konunun önemini kavrayarak Ryuu’nun yanına yaklaşıyor. Keita ve Haru ise sanki bir sınavda yakalanmış gibiler; Keita dalını göğsüne bastırıyor, Haru ise dikkatle çevresine göz gezdiriyor. Ryuu, bu sembolün taşıdığı anlamı açıklarken sanki yılların deneyimi konuşuyor. "Bu bir tür pusula görevi görüyor, yakınlarda kurulmuş bir pusuya işaret ediyor olabilir." Yıllar önce duyduğu hikayeleri hatırlıyor gibi, yüzündeki çizgiler daha da belirginleşiyor.

Keita bu sırada dalını bir mızrak gibi ileri uzatarak çevreyi gözetliyor, sanki o küçük tahta parçaya karşı bile tetikte. Haru, Keita’nın omzuna hafifçe dokunup fısıldar gibi sesleniyor. "Sakin ol, belki çok uzakta değillerdir." İkili arasındaki dinamik değişiyor; Keita’nın övündüğü özgüveni yerini ihtiyatlı bir duruşa bırakıyor, Haru’nun çekingenliği ise yavaşça yerini mantıklı bir sakinliğe bırakıyor.

Ryuu, bulduğu bu işareti dikkatle tekrar yerine koyuyor, ardından sessizce elini kaldırarak ilerlemeye hazırlanıyor. Sana dönüyor ve etrafına tekrardan bir göz atarak "Rota mı değiştirsek? Bu adamlar zamanında köyümüze baya sorun çıkarttılar. Onlara yakın kalmak iyi bir fikir olmayabilir." diyerek fikrini almaya çalışıyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
Gözlerini çocuğun gözlerine dikkatle dikmiş, ne tepki vereceğini merak ediyordu. Ancak sonuç hiç de Aoi'nin beklediği gibi olmamıştı. Hatta hayatında ilk kez gerçek doğasına yönelik böyle bir tepki alıyordu. Emi, yüzünden gülümsemenin silinmesini bırak, kaşını bile oynatmamıştı. Aynı şekilde güneş gibi parıldayan gülüşünü koruyarak genç kızın ağzından çıkan her bir kelimeyi büyük bir ilgiyle dinlemeye devam etmişti. Aoi bugünkü falında Güneş kartı çıkmadığı için fal destesine biraz bozulmuştu zira Emi gibi birisiyle tanışmanın ona çok uygun bir kartla taçlandırılması gerekirdi. Belki yolculuğun devamında ona fal bakardı ve Güneş o zaman yüzünü gösterirdi.

Gerçekten büyüleyici bir şeyden bahsettiğini söylemişti Emi. Büyüleyici? Kesinlikle öyleydi. Aoi klanını tek kelimeyle özetleyecek olsa muhtemelen benzer bir kelime kullanırdı. Bunu anlayabilen insan çok nadir bulunuyordu. Ona hayran hayran bakan iki parlak göz karşısında sebebini anlamadığı bir utanç hissederek gözlerini kaçırdı. Biliyordu, görevinin sorumlulukları övünülecek bir şey değildi ancak hayatı boyunca aldığı tepkileri düşününce birilerinin ona hayran olması gururunu okşamıştı. Boğazını temizleyerek içinde kabaran böbürlenmeyi bastırmaya çalıştı. Yuukon'u kızdırmak istemezdi. Onlara bu görevi böbürlenip hava atmaları için teslim etmemişti. Mütevaziliklerini korumak zorundaydılar. Ailesinin ona öğrettiği edep de bunu gerektirirdi. "Yok canım... Sizin başardıklarınızın yanında bizimki hiçbir şey." diye mırıldandı mahcubiyetle zar zor konuşarak. Emi büyük bir merakla taramalı tüfek gibi ardı ardına sorular sormaya başlamıştı. Ruhlarla bağlantı kurmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyordu. Aoi duraksadı. Buna nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Emi gerçekten de Aoi'yi zorlayan sorular soruyordu. Chuunin sınavı soruları bile bu kadar zor değildi. Şimdi sabah falında çıkan Şeytan kartının sebebini daha iyi anlamaya başlamıştı.

Gözlerini bir an için Keita ve Haru'ya çevirdi. Keita hala büyük bir coşkuyla sopasından bahsediyordu. Haru ise ilk tanıştıkları ana göre ortama daha da alışmış gibiydi. Çocuğun onlara hızlıca kaynaşması hoşuna gitmişti. Şakalaşmaya ve gülüşmeye bile başlamışlardı. Yeniden Emi'nin cevap bekleyen kocaman gözlerine döndü. "Şey... Evet... Yani... Bu biraz..." Ruhlarla bağlantı kurmanın nasıl bir şey olduğunu açıklayacaktı ona. Eğer bunu çok tuhaf bulmazsa onu ölmüş bir yakını ile bile konuşturmayı deneyebilirdi ancak planlarının hepsi Emi'nin yüzündeki ifadenin değişmesi ile birlikte suya düşmüştü. Emi endişeyle kararan bakışlarını Ryuu'ya çevirmişti. Ryuu ormanın zemininde ahşap bir işaret keşfetmişti. Üzerinde Aoi'nin daha önce görmediği tuhaf bir sembol vardı. Ryuu onlara dönerek levhayı hepsine göstermişti. Bunun bir haydut çetesine ait olduğunu söylemişti.

Herkesin üzerindeki gerginlik bir anda yükselmişti. Daha yola yeni çıkmışlardı ve şimdiden bir haydut çetesi sembolü ile karşılaşmışlardı. Bu iyiye işaret değildi. Ryuu bunun yakında kurulmuş bir pusuya işaret ediyor olabileceğini söylediğinde Aoi gerginlikle yutkundu. Tam da bir arkadaş edinmek üzereydi ve bunun haydutlar yüzünden mahvolmasına izin veremezdi. Ryuu yanına gelerek rota değiştirme teklifinde bulunmuştu. Makul bir teklifti. Riske atmaya değmezdi. Yine de Aoi temkinli olmak istiyordu. Bu yüzden ufak bir yardım dileğinde bulunacaktı. "Mirai no Me" tekniğini kullanarak ölen ruhlardan birisi aracılığıyla geleceğe dair görü almayı deneyecekti. Bu teknik geleceği kesin olarak göstermezdi ancak birkaç sembolik görü alsa bile onları bir şekilde yorumlamayı deneyebilirdi. Sonra da Ryuu'ya fikrini beyan edecekti.
Image
► Show Spoiler
Game Master
Game Master
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
İyice odaklanıyorsun, derin bir nefes alıyorsun ve içindeki manevi bağı güçlendiriyorsun. Ormanın yumuşak sessizliği, sırtını saran ağaçların gölgeleri, rüzgarın hafif uğultusu… Tüm bu unsurlar birer perde gibi gerçek dünyanın önünde sıralanıyor. Mirai no Me tekniğini kullanırken düşüncelerini saf bir odağa indirgediğini hissediyorsun. Vücudunda hafif bir ürperti, bilincinin sınırlarını aşan bir titreşim beliriyor. Etrafındaki sesler bir an için sönükleşiyor, görüşün bulanıklaşıyor ve ardından yeniden netleşiyor. Ancak bu kez gördüklerin, basit bir orman patikasından öte, tuhaf semboller ve renklerle süslenmiş garip bir tablo sunuyor.

Üç yol beliriyor önce. Her biri farklı bir renkle taçlanmış, farklı bir kaderi çağrıştırıyor. Sol taraftaki yol boyunca ilerledikçe kırmızı bir sis dalgası tırmanıyor, zeminde kurumuş yapraklara değdiğinde kızıl lekeler bırakan bir kan kırmızısı renk hakim. Bu yolun ilerisinde hafif bir inilti duyuluyor, gölgelerin arasında belirsiz figürler seçilebiliyor. Ön taraftaki yol daha parlak ve keskin görünüyor; ama yine kan kırmızısına çalan bir aura etrafı sarıyor. Burada zaman sanki hızlanıyor, ağaçların dalları ileriye doğru eğilmiş, dikenli bitkiler zemini kaplamış ve ayak bastığın her yerde hafif bir çıtırtı yankılanıyor. Sağ taraftaki yol ise neredeyse pürüzsüz bir mavi ışıkla yıkanmış gibi. Saf ve berrak bir ışıltı, suyun ayna gibi parlayan yüzeyini andırıyor. Mavinin içinden gökyüzünün açık bir parçasına bakar gibi hissediyorsun. Bu yolun ilerisinde dingin bir su kaynağına benzeyen, hiç bozulmamış bir huzur dalgası hissediliyor.

Bu üç yolun arasına serpiştirilmiş başka semboller de beliriyor. Çalılıklar arasında bir çift parlak göz sana bakıyor, anlık bir kehaneti fısıldar gibi. Bir kelebek sürüsü, havada daireler çizerek mavi yola doğru yöneliyor. Bir an için çınlayan bir kahkaha duyuyorsun, neşeli mi yoksa hüzünlü mü ayırt edemiyorsun, ardından tüm görüntüler bir toz bulutu gibi dağılıyor.

Tekrar gözlerini kırptığında, gerçekliğe geri dönüyorsun. Ryuu, sanki her şey normalmiş gibi ama yüzünde endişeli bir ifadeyle sana doğru eğiliyor. "Hey, iyi misin? Devam edebilir misin?" diyor, sesinde dikkat ve kaygı karışımı bir ton var. Etrafına bakıyorsun. Önünde üç patika uzanıyor: Sol tarafta, ağaç kökleri kırmızımsı sarmaşıklarla kaplanmış, yapraklar daha koyu bir ton almış. Ortadaki yol daha düzgün, ancak yerdeki çalılar kırmızı meyveler taşıyor, hafif ekşi bir koku yayılıyor. Sağ taraftaki patika ise neredeyse bir bahar bahçesi gibi; mavi tonda açan minik çiçekler, pürüzsüz ağaç gövdeleri ve hafif nemli, taze bir toprak kokusu hissediliyor. Rüzgarın yumuşak dokunuşu, az önce gördüğün vizyonu anımsatan ince bir ürperti bırakıyor üstünde. Ryuu, cevabını beklerken, gözlerin bu üç yolun ayrımında, hafifçe soluk alıp veriyor ve şimdi her şey bir karar anına dönüşüyor.
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
Aoi ciğerlerine derin bir nefes çekip bu nefesi uzun sürede yavaş yavaş verdi. Kan akışı normalleştikçe dinginleştiğini hissediyordu. Ağaç dallarının hışırtıları, kuş sesleri ve yüzünü yalayıp geçen hafif rüzgarı artık çok daha net hissedebiliyordu. "Lütfen bana yardım edin, onları yüz üstü bırakmak istemiyorum." Bu içten yakarışının cevap bulması umuduyla kendini yaşadığı anın tam ortasına teslim etti. Önce dünya dışı bir ürperti hissetti, ardından etrafındaki seslerin ve görüntülerin bulanıklaştığını fark etti. Görüntü yeniden netleştiğinde artık biraz evvel baktığı sahneyi görmüyordu. Kendini ne zaman bu diyarda bulsa içi garip bir neşe ve hüzünle aynı anda dolardı. Şimdi de aynısını yaşıyordu. Belki de bu tanımlaması zor duyguyu yaşamak içindi gelecekten görü alma konusunda uzmanlaşma arzusu.

Aoi üç ayrı patika görüyordu. Üçü de bambaşka diyarlara götürüyordu onu. Sol taraftaki yol kırmızı yoğun bir sis ile kaplanmıştı boydan boya. Zemininde kan lekesini andıran kırmızı lekeler vardı. Bu yolun ilerisinde hafif bir inilti ve gölgeler arasında figürler dolaştığını görüyordu. Bu pek hayra alamet durmuyordu. Şu anda gittikleri ortadaki yolun üzerinde ise yine benzer bir kırmızı sis mevcuttu. Zaman burada daha hızlı akıyormuş gibi hissettiriyordu. Yere bastıkça kurumuş ağaç dallarının hışırtılarını duyuyordu. Zemini dikenli bitkilerle kaplıydı. Sağ taraftaki yol ise en huzur veren ve en dingin görünen yoldu. Mavi bir ışıkla kaplanmıştı. Gökyüzü gibi parlak, pürüzsüz, umut dolu, ferahlatıcı hissettiriyordu. İçlerinde kendini en iyi hissettiği yol sağdaki yol olmuştu. Ruhlar onu oraya yönlendiriyor olmalıydılar. Aoi üç yolun arasında anlamlandırmakta zorlandığı tuhaf figürler ve çalılıkların arasında gizlenmiş bir çift göz görmüştü. Bir kelebek sürüsünün sağdaki mavi yola girdiğini gördü. Bu kelebekler onların kervanını temsil ediyor olabilirdi. Tüm görüntüler yok olup gitmeden önce kulaklarında çınlayan bir kahkaha işitti. Sesin kime ait olduğundan emin değildi. Tonundan da bir kadına mı yoksa erkeğe mi ait olduğunu anlayamamıştı.

Gözlerini son bir kez kırpıp açtığında gerçek hayata geri dönmüştü. Ryuu'nun endişe dolu yüzünü fark etmişti, ona devam edebilecek gibi olup olmadığını soruyordu. Aoi adamı rahatlatan bir gülümsemeyle "İyiyim, nereye gitmemiz gerektiği konusunda ruhların yardımını rica ettim de." diye açıkladı durumunu kısaca, net bir sonuç belirtmeden. Önünde uzanan üç patikaya döndü sonrasında. Sol tarafta tıpkı gördüğü görüntüdeki gibi kırmızı sarmaşıklarla kaplı bir yol vardı. Orta yol daha düzgündü ancak yerde dikenli çalılar ve meyveler vardı. Sağ tarafta ise tıpkı gördüğü gibi mavi çiçeklerle dolu adeta bir bahçe uzanıyordu. Toprağın taze ve nemli kokusu burnuna geliyordu. Eliyle sağdaki yolu işaret ederek seslendi Ryuu'ya. "Bu yolu takip edelim. Soldaki yol sarmaşıklarla kaplı ve haydutların pusu kurması için ideal olur. Ortadaki yolda ise çalılara bastığımızda sesimizi duyarlar. Sağdaki yol açık görünüyor, toprağı nemli, fazla ses çıkarmadan ve görüşümüz kapanmadan daha güvende gideriz diye düşünüyorum." Ruhlar da ona bunu söylemeye çalıştılar gibi hissediyordu. Umuyordu ki herkesi bir felakete sürüklemiyordu.
Image
► Show Spoiler
Locked