Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Yureikumo Aoi »

İsminin Kenta olduğunu öğrendiği genç adam ısrarla hakkında kötü bir şey düşünmediğini söylese de bakışlarını kaçırmasında başka bir anlam bulamıyordu Aoi. Başı ağrıdığı için böyle yapıyor olduğunu söylemişti, belki de haklıydı. Belki de Aoi alınganlık yapıyordu. Yine de elinde olmadan üzülüyordu. Hayashi Klanı'ndan olduğunu duyduğunda gözleri bir an için heyecanla parıldamıştı. Klanın adını daha önce duymuştu. Ormanda yaşayan, ağaçlara ve doğaya saygılı bir klan olduklarını biliyordu. Daha önce akademide hiç birisiyle bağlantı kurma fırsatı olmamıştı. Onlar da biraz yabaniydiler Konoha'ya karşı. Kendi içlerinde takılırlardı. Aoi'nin onlar hakkında duyduğu üç beş güzel şey bile merakının cezbine sebep olmuştu. Doğanın ruhuna sahip çıkan bir klan... Yüce dengeyi koruyan, savunmasızları koruyan, saygılı bir klan... Onlar hakkında zihninde çizdiği net bir resim vardı. Kenta ağaçlarının güzelliğini dile getirdiğinde bir an için dönüp Antik Ağaç'a baktı. Ağaçlar gerçekten de kutsal varlıklardı.

Aoi'nin teklifine karşı Kenta gülümsemiş ancak ona bakmamıştı. Zihninde kendisini bu ana hazırlıyor olduğunu hissetti Aoi. Neden ona bakmak bu kadar zordu ki? O da onun gibi bir insandı işte. Bir süre sonra gözlerini kapatmış ve yüzünü ona çevirmişti genç adam. Sonrasında gözlerini açmış ve yüzüne Aoi'nin ömründe gördüğü en güzel gülümsemeyi yerleştirmişti. Hayal ettiğinden bile daha parlak, göz kamaştırıcı bir gülümsemeydi. Aoi bir an için zamanın durduğunu ve sonra aniden hızla akmaya başladığını hissetti. Gece bitmiş, sabah olmuş, güneş bütün sıcaklığıyla odasını doldurmuştu. Sonra tüm bu güneşli gökyüzünde kasırgalar, fırtınalar kopmuş, denizden devasa dalgalar yükselmiş, bütün odasını yutmuştu. Camlardan içeriye giren sular bütün odayı doldurmuş, Aoi'nin nefesini kesmişti. Kenta uzanıp elini sıktığında yıldırımlar düşmüş ve elektrik akımları bütün vücudunu cayır cayır yakmıştı. Sıcacık parmaklar elinin üzerinde gezinirken güneş, ay, yıldızlar, kasırga ve yıldırımlar hepsi birleşmiş ve Aoi'nin zihninde bir bulamaç halini almıştı.

Derin bir soluk alarak kendine geldi Kenta elini aniden çekince. Ne olmuştu öyle? Eğilip eline bakmaktan kendini alıkoyamadı. Bir çeşit büyü ya da jutsu etkisine alınmış olmalıydı. Hayatı boyunca böyle bir şey hissettiğini hatırlamıyordu. Dönüp yeniden Kenta'ya baktı. Gözlerindeki bakıştan neler olduğunu çözmek için bir ipucu aradı ancak bulamadı. Tek bildiği şey o gülümsemeyi yeniden görmek istiyor oluşuydu. Hayatının sonuna kadar tekrar tekrar görmek istiyordu. Buradaki yolculuğu son bulup Yuukon'un yanına yollandığı zaman zihninde son kalan şeyin o gülümseme olmasını istiyordu. Ama neden? Başını iki yana sallayarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Onu tanımıyordu bile. Ne olmuştu ki durduk yere? Kalbinin ritmini şaşırdığını, çılgınlar gibi atmaya başladığını fark etti. Hayır, hayır. Saçmalıyordu. Derhal toparlanması ve kendine gelmesi gerekiyordu.

Kenta'nın yerinden zıplaması ile irkilerek düşüncelerinden sıyrıldı. Kenta'nın çaydanlığın demirini tutmasıyla elini yakmasını, onun paniğiyle de bardağı devirip kırmasını izledi. "Ay!" Bir an telaş ederek ne yapacağını bilemedi. Resmen misafiri yanmıştı gözlerinin önünde. Acı dolu seslerinin arasından özür dileyip yanlışlıkla olduğunu söylüyordu. "Ne olacak, hiç önemli değil. Siz iyi misiniz?" Ne aptalca bir soruydu. İyi değildi de acıyla zıplıyordu herhalde. Genç adam muhtemelen yanık acısıyla sızlayan bileğini tutarak artık gitmesi gerektiğini söyleyince Aoi bir anda sesini yükseltti. "Gitmeyin!" Ne diyordu o öyle? Neden böyle söylemişti şimdi? Kendi ağzından çıkana kendisi inanamayarak adamın kolunu tuttu. "B-Bir dakika bekleyin lütfen." Koltuğu göstererek yerine geri oturmasını işaret etti. Sonrasında banyosuna giderek banyo dolaplarını karıştırmaya başladı. Buralarda bir yerde babasının hazırladığı kaplan otu merhemi olmalıydı. Emindi. Aceleden birbirine girmiş titreyen elleriyle her yeri dağıttıktan sonra dolabın köşesinde olduğunu gördü. Hemen yanındaki sargı beziyle birlikte merhemi de alarak alelacele salona girdi Kenta'nın hala orada olduğunu umut ederek. Neyse ki gitmemişti. "Ş-Şey..." Neden bu kadar heyecanlandığına anlam veremeyerek kendi kendine sinirlendi. Yahu, daha demin ağzını kapatıp susturmaya çalışıyor ve gitmesi için dua ediyordu. Ne olmuştu şimdi? Yaklaşarak koltuğa, onun yanına geçti. Uzanarak yanan elini avuçlarının arasına aldı. "Kaplan otu merhemi. Yanıkları ve yaraları çok hızlı iyileştirme özelliği vardır." Hayashi Klanı'ndan olan birisine kaplan otunu anlatıyor olduğunu fark ederek utandı ve devam etmedi.

Merhemi avuçlarındaki yanık bölgelere doğru dairesel hareketlerle yedirmeye başladı. Bir yandan da elini, avuç içlerindeki çizgileri inceliyordu. Yanığın olduğu bölgeler, beyaz teninin üzerinde pespembe çizgiler oluşturmuştu. "Çok acıyor mu?" Yüzünü basan sıcaklık ve kalbinin ritmini değiştiren hafif gerginlikle birlikte üzerine bir huzur çökmüştü birdenbire. Yavaşça tebessüm etmekten kendini alamadı. Bir yandan da adamın elini okşamaya, merhemi yedirmeye devam ediyordu. "Olağanüstü, değil mi?" diye mırıldandı kendi kendine. "Kaplanların kendilerini bu ota sürerek yaralarını iyileştirdiğini fark ediyor insanoğlu. Sonra bu otu kullanarak kendi yaralarını iyileştirmek için merhem haline getiriyor. Sanki doğa, bizim tüm şifamızı içerisine yerleştirmiş bir mucize gibi. Yüce yaratıcı bizim için her şeyi özenle düşünmüş." Aoi kendini yine sırlar dünyasına kaptırdığını fark ederek sustu. Onun bu gereksiz laf salataları insanları çoğunlukla rahatsız ederdi. Bir tek Hokage katlanıyordu onun bu muhabbetine, o da mecburiyetten alışmış olsa gerekti. Bu düşünceler içerisindeyken hala adamın avucunu okşadığını ve bunu yaparken de kendi kendine gülümsediğini fark etti. Bir anda irkilerek durdu. "M-Merhemi yediriyorum." Elini hemen sargı bezine atarak küçük bir miktar kopardı ve merhemi sürdüğü bölgeyi kapattı. "Biraz sızlayacaktır ama ne zaman bir yerimi yaksam bununla çok hızlı iyileşirdi. Kedi çiziklerine de çok iyi geliyor." Adamın parmaklarını avucuna doğru kapayarak elini yumruk haline getirdi. Sonra başını kaldırıp ona döndü. "H-Her gün sürmek gerekir tabi." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi heyecanlandı aniden. "Yarın tekrar gelin! Merhemi tazelemek için yani." Yüzünü basan sıcaklıkla duraksadı. Hayashi Klanı'ndandı o. Belki de bu merhemin en kralı vardı onlarda. "Sizde yoksa tabi. Muhtemelen sizde daha bile faydalı bitkiler vardır. Ben şey... acil müdahale gibi düşündüm." Zorlukla susturdu kendini daha fazla saçmalamadan. Sarışın oğlanı kendisine nasıl bağlayacağını bilememiş ve onu tekrar görmek için bunu mu bahane etmişti gerçekten? Niye ilk kez aşık olmuş bir kız çocuğu gibi davranıyordu ki? Yoksa...

Hala elini tutmakta olduğunu fark ederek hızla çekti ellerini. Gözlerinde şaşkınlıkla dolu garip bir kıpırtı vardı. "Ben... Ben cam kırıklarını temizleyeyim. Ayağımıza batmasın sonra." Neyse ki bardak usturuplu kırılmıştı. İri parçaların yanında birkaç minik parça vardı süpürmesi gerekilen ancak tuzla buz olmadığına seviniyordu. Yoksa koltuk altlarından kapı aralıklarından bir ay cam kırığı çıkıp duruyordu, en sevmediği şeydi. Eğilip iri parçaları tek tek toplamaya başladı aceleyle.
Image
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Hayashi Kenta »

"Gitmeyeyim!" Gerisin geri popomun üstüne oturdum ve az önce gitmeye bu kadar kararlı beyefendi kimdi, tanımıyormuş gibi yapma kararı aldım. Kalmamı istemesi garip bir şekilde içimi rahatlatmıştı. Beni bırakıp içeri doğru yönelirken pıtı pıtı attığı adımlarını izledim. İçeri odalardan birine yönelip kaybolmuş, paldır küldür bir şeyler yapmaya başlamıştı. Yanlış anlamadıysam, bir ara bi banyo leğeni bile düşmüş olabilirdi. Sakar biri miydi? Gidip kontrol etse miydim başına bir şey geldi mi diye? Çok geçmeden elinde birkaç şeyle geri geldi. Yanıma yanaşıp oturdu. Odadaki sıcaklık artmaya başladı benim için. Bu kadar yakınımda olması nedense beni hem rahatlatıyor hemde garip bir şekilde tedirgin hissettiriyordu. Elimin zonklaması ise, avuçlarının arasına almasıyla daha da bir arşa çıktı. Sanki sadece elim yanmıyor, bütün suratım, saç diplerim, boynum da yanıyor gibi hissetmeye başladım.

"N-Ne otu merhemi?" diye tekrar sordum dinlemediğimi fark edince. Kaplan otu merhemi sürüyormuş. Sakinleşmeye ve kalbimin ritmini yeniden düzelmeye kendimi zorlayarak, bana pansuman yapma işine konulmuş kızı daha da yakından incelemeye başladım. Suratında kararlı bir ifade vardı, bütün dikkatini elime vermiş, dikkatli dokunuşlarla merhemi sürüyordu. Ellerindeki dokunuşlar ne kadar da nazikti... Yumuşak hatları, uzun kirpikleri... Gözlerim her detayını yakalamaya ve aklıma kazımaya çalışıyordu. Saçlarından yayılan hafif bir koku burnuma çalındı; dağ çiçeklerini anımsatan temiz ve ferah bir kokuydu. Bu, onunla ilgili her şeyi biraz daha etkileyici kılıyordu.

Birden tatlı tatlı kaplan otunun faydalarını anlatmaya başladı. Gülümsemeden edemedim. Ben zaten tüm bunları hatim etmiş durumdayım, ama öyle farkında değil, öyle tatlı anlatıyor ki, bozmadım. "Yaa.. Öyle mi?" yaptım nazik bir sesle, gözlerim hala üzerindeyken. "Yok yok, geçti bile. Acımıyor." Bakışlarımı, krem sürdüğü elime indirdim. Parmaklarını yuvarlaklar şeklinde avucumun içinde gezdiriyor, bir yandan da gülümser bir vaziyette anlatmaya devam ediyordu. "Yapma." demek için ağzımı açtım. "Yapma yoksa aşık olacağım." demek istedim. Fakat kuru bir nefes dışında hiçbir şey çıkmadı ağzımdan. Boğazımı temizleyip, bari anlattığı o kadar şeye karşılık vereyim de yanlış anlamasın diye düşündüm. "Ayrıca çayı adet düzenlemeye, düşük önlemeye ve saçları kırmızıya boyamaya da yarar kaplan otunun" Ulan.... Gire gire en göt deliğinden girdim konuya! "Ama sizin bunların hiç birine ihtiyacınız yok!" Suratım iyice yanmaya başladı, kesin kıpkırmızı oldum, iyice rezil ettim kendimi. "Çünkü zaten çok güzels-.. YANİ SAÇLARINIZ, GÜZEL. KIRMIZIYA GEREK YOK." Boştaki elimi yumruk yaparak ağzıma götürdüm ve kuru kuru öksürdüm. Salak salak konuşuyorum, iyice mahvettim karizmamı.

Yeniden sakinleyince sargı beziyle elimi kapatmaya başladı. Ben de düşünmeden konuşmayacağıma ant içip sessiz sessiz izlemeye devam ettim. Daha demin kıza bakamıyordum, şimdi ise gözlerimi alamıyor, salak salak gülümsemeden edemiyordum. Birkaç saat önce pavyonda dayak yiyordum, şimdi ise muhtemelen önümüzdeki aylar boyunca acısını çekeceğim bir gönül derdi edinmekle, bir de elimi desenli meseli çaydanlıklarda yakmakla meşguldüm. Hayatın bu garipliklerini düşününce gözlerimi devirerek daha da bir gülmeye başladım. "Gelirim elbette, ama siz hala bana isminizi söylemediniz." dedim kız işini sonlandırırken. Pansuman işini çoktan bitirmişti ama elimi hala avucunun içinde tutuyordu. Çaktırmadım, bana kalsa, sonsuza kadar böyle kalırım. Merhemi her gün sürmemiz gerektiğini ve yarın da gelmemi söylemişti. İstese işi gücü bir kenara bırakıp her gün her dakika burada olabilecek durumdayım şu an, haberi yok. "Bir de sonra klan büyükleriniz gidip geliyorum diye façamı almasınlar? Ya da kediler?"

Kız bir süre sonra çekti elini birden bire. Sıcaklığını artık hissedemiyor olmakla birlikte bütün negatif ihtimaller de zihnime dolmaya başladı. Belki de rahatsız ettim, belki de nezaketen kal demişti ve işler uzadığı için kibarca kovacaktı artık. Aklımdan geçenleri fark etti belki de? Bilemiyorum. Bir süre gözlerini kırpıştırdıktan sonra cam kırıklarını temizleyeceğini söyledi. Eğildiği gibi ben de kendimi yere atıp bileğinden seri bir hareketle yakaladım, "Dur!" diyerek. Bir an yine kaldık böyle, ani tutuşumla kız kadar kendimi de şaşırtmıştım ancak bırakmadım. "Kesilirsin. Bırak, ben toplayayım." diyip, kollarımı sıvadım. Saçlarımı geriye atarak seri seri toplamaya başladım yerdeki parçaları. O anın paniğiyle formaliteyi, saygıyı falan umursamayıp dalmıştım olaya, ve açıkçası bu hoşuma gitmemişti. Kıza bu kadar heyecanlanmam yetmiyormuş gibi kaç yıllık tanıdığıymış gibi de davranmıştım, hoş değil. "Siz sadece bir faraş falan getirseniz yeter. Ben topladım bile." Yaptım parçaları toplayarak. "Bir de, bir çay daha alırım varsa."
► Show Spoiler
Image
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Yureikumo Aoi »

Aoi kaplan otunun yararlarını anlatırken sarışın oğlan bitkinin diğer yararlarını da saymaya başlamıştı. Aoi yüzünde kocaman bir şaşkınlıkla dinledi onu. "Hiç bilmiyordum. Ne kadar şifalı bir bitkiymiş." Otların yararlarını öğrenme konusunda daha çok kitap okuması lazımdı. Hayatı boyunca hep ilgi duyduğu ancak bir türlü zaman ayıramadığı bir konuydu bu. Otun saçları kırmızıya boyama özelliği olduğunu da söyledikten sonra Aoi'nin buna ihtiyacı olmadığını, saçlarının zaten güzel olduğunu söylemişti. Aoi ellerini saçlarına götürdü istemsizce. Daha önce hiç saçlarının güzel mi yoksa çirkin mi olduğu üzerine düşünmemişti. Dudaklarından utangaç bir "Teşekkür ederim..." mırıltısı çıktı. Pek özel bir saç bakım rutini de yoktu. Hatta kurbağalarla aynı dereye giriyordu saçları, belki de onların bir hikmetiydi bu da. Kenta ona dönerek ismini henüz söylemediğini iddia etmişti. Aoi hafifçe kıkırdadı. "Söylemiştim aslında ama sarhoştunuz tabi. İsmim Aoi. Yureikumo Aoi." diye netleştirdi meseleyi son bir kez. Aoi ondan tekrar gelmesini istediğinde de tereddütünü dile getirmişti. İstemiyor muydu yoksa? "Kedileri bilemem ama klan büyüklerimiz epey misafirperver insanlardır. Buralara pek yabancı kimseler uğramadığı için misafire de aç olduğumuz söylenebilir."

Aoi cam kırıklarını temizlemek için öne eğilmişti ki aniden bileğinden kavrayan bir güç ile durduruldu. Ne olduğunu anlamak için dönüp başını çevirdiğinde Kenta'nın onu tutuyor olduğunu fark etti. Gözlerinde sebebini anlamadığı bir endişe vardı. Elini kesebileceğini söyleyip ona bırakmasını istemişti. "Ama siz de kesilebilirsiniz..." diye itiraz etmek istediyse de oğlan hemen kollarını sıvayıp işe girişmişti bile. Bir faraş getirse yeteceğini, mümkünse bir de bir çay daha istediğini söylemişti. Bunu duyunca Aoi'nin yüzü aydınlandı aniden. Güneş yeniden açtı evine, içi sıcacık oldu. Kocaman bir gülümseme tüm yüzünü sardı. "Tabi, durun yardım edeyim ama." Eğilip onunla birlikte toplamaya başladı cam kırıklarını. İri parçaları elini kesmeyecek şekilde dikkatlice avucuna yerleştirdi. Bir anda eli, Kenta'nın uzandığı parçaya doğru gitti ve elleri yeniden buluştu. Bir an öyle kalakaldı ona yeniden dokununca. Dönüp gözlerine baktı. Çok yakınındaydı. Aralarındaki mesafe bir omuz mesafesi kadar bile değildi. Saçlarından burnuna çarpan ferah şampuan kokusunu alabiliyordu. Çok güzel bir kokuydu. Biraz daha yaklaşsa ne olurdu? Biraz daha derinden koklasa? Elini saçlarında gezdirse?

Bir anda kendine gelerek elini geri çekti. Bu neydi böyle? Klişe bir romantizm filmi sahnesi mi? Yüzünü ateş basmıştı. Buz gibi bir su çarpmak istiyordu. "F-F-Faraş getireyim hemen. Küçük parçalar için. Elinizi kesmeyin." Hemen kalkıp hızlı adımlarla mutfağa attı kendini. Bir süre kapının önünde bekleyerek soluklandı. Kalp ritmini ve soluk alışını kontrol etti. Sonra saçını başını düzelterek mutfak balkonundaki faraşı ve bir çöp poşeti getirdi. Önündeki ufak parçaları faraşla çöp poşetine boşalttıktan sonra büyük parçaları da çöp poşetine atmasını işaret etti. "Aman dikkat edin." diye uyardı önceden de. Kenta bunlarla uğraşırken masadaki çaydanlığa baktı. Su çoktan soğumuş olmalıydı. Çay da bitmişti. Çaydanlığı mutfağa götürüp yeniden su ile doldurdu ve kaynatmaya başladı. Rei ablasının ona bahçeden topladığı ıhlamurlara kaydı gözleri. Su kaynadıktan sonra ıhlamurları içine attı ve demlenmeye bıraktı. Sonra ufak bir tabağın içine annesinin ona geçen gün yapmış olduğu zencefilli kurabiyeleri dizdi. Demliği ve kurabiyeleri masaya götürdü salondaki. Kendisine de bir bardak alarak masaya götürdü tekrar. Kenta'nın cam kırıklarını yerleştirdiği poşeti aldı. "Teşekkürler zahmet oldu size de." Poşeti alarak mutfak balkonundaki diğer çöplerin arasına yerleştirdi. Bunları yarın çöpe atardı artık. Tekrar salona döndü. "Ihlamur çayı yaptım. Klandan bir büyüğüm taze ıhlamur toplayıp getirmişti geçenlerde. Sever misiniz?"

Çayın demlendiğine emin olduktan sonra hem kendisinin hem de Kenta'nın bardaklarını doldurdu. "Zencefilli kurabiyeleri de annem yapmıştı. Acıkmış olabilirsiniz diye düşündüm. Atıştırmalık olur çayın yanında." Yüzünde kocaman bir gülümseme ve gözlerinde hayranlıkla esas girmek istediği konuya girdi. "Ihlamur çayının stres ve anksiyete azaltıcı etkisi varmış diye duydum. Üstelik vücut direncini de arttırırmış." Bir elini çenesine götürerek bir süre sarışın oğlanın gözlerindeki ifadeyi seyretti. Çayından bir yudum alıp devam etti. "Şifalı otlar konusunda çok ilgiliyim. Bunun ilmini yapan şifacılar var elbette ama ben de amatör olarak da olsa bitkilerden şifa dağıtmak isterim. Düşünsenize, doğaya kendi haline bırakılmış bir bitkinin çayı, merhemi ya da yemeği size iyi geliyor. Bunların faydalarını öğrenmek gerekir, yoksa doğanın bu nimetlerine saygısızlık olur diye düşünmüştüm diye hep." Bir an durduktan sonra esas konuya girdi. "Siz bilgili gibisiniz. Bana öğretirseniz çok mutlu olurum." Yuukon çıkartmıştı sanki bugün onu karşısına. Bu tanışma boşuna olamazdı. Birbirlerine bir şekilde bağlı olmalıydılar. Aoi bir çeşit mistik anlam arayışı içindeydi zihninde oluşan karmaşık düşüncelere karşı. O anda zencefilli kurabiyelerden bir tane almak istedi ve yine genç adamla aynı anda tabağa doğru uzandılar. Elleri yeniden birleşti ve Aoi yeniden elektrik çarpmış gibi bir kıvılcım hissetti. Bu kadar kısa süre içerisinde ikinci kez olması garipti gerçekten. "Pardon, önden buyurun lütfen." Nedense içinde o eli bırakmamaya ve daha çok tutmaya yönelik kuvvetli bir istek vardı ancak bunu yapmasının ne kadar uygunsuz kaçacağını düşünerek ellerini çay fincanına götürerek fincanın pürüzsüz yüzeyini okşadı hafifçe. "Kenta..." dedi kendi kendine gülümseyerek. "Çok güzel bir isim. Telaffuz ederken bile güçlü hissettiriyor." Sonrasında bunları içinden düşünmesi ve sesli söylememesi gerektiğini fark ederek sustu ve çayından kocaman bir yudum aldı aceleyle. Tabi kaynar çaydan kocaman yudum alınca dilini yaktı. Fark ettirmemeye ve yüzünü ekşitmemeye çalışarak bardağı yerine koydu. "Bu gece burada kalabilirsiniz aslında... Hem saat çok geç oldu." diye teklifini yeniden gündeme getirdi. Ancak bu sefer bunu kibarlıktan ya da zorunluluk hissettiğinden değil, gerçekten istediği için söylüyordu.
Image
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Hayashi Kenta »

Cam kırıklarını kendim toplamakta ısrar etsem de Aoi inat edip el atmadan duramamıştı. Dar alanda kısa paslaşmalar misali ikimiz de çömelip işe koyulduk. Kırıkları toplarken bir ara, ellerimiz bir anlığına tekrar buluştu. Kız, bir anlık duraklayarak bana baktı, şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Bu kadar yakın olduğumuzun yeni farkına varmış olacaktı ki, rahatsız olup hemen kendini geri çekti. Ben ise bu kadar basit bir temasın neden böylesine fark edilir olduğunu sorguladım içten içe. Parmaklarının sıcaklığını tekrar hissetmek çok güzeldi, ama basitti de. Basit, ufak, kimsenin aklında kalmaması gerek bir ayrıntıdan öteye gitmemeliydi işte. Ardından, kız kalkıp gitti. Dik bakışlarımdan artık ne kadar rahatsız olduysa, yanımda kalmaya tahammüş edemedi muhtemelen.

Boştaki elimle alnıma şap! diye tokat attım. Bugün, gerçekten kendimde değildim. Boşta kaldım da ondan gördüğüm ilk kadına tutuluyorum desem, resmen on dokuz yıldır bekar olduğum aklıma geliyor. Kader ağları neden bugünü seçsin aklımı allak bullak etmek için. "Mal Kenta! Malsın oğlum!" diye tısladım kendi kendime alnıma tekrar tekrar vururken. Bu sırada Aoi pıtı pıtı bir şekilde elinde faraş ve poşet ile geri geldi. Birlikten kuvvet doğar diyerek toparladık her şeyi ve döktük torbaya. Tekrar içeri gidip taze çay ile döndüğü o kısa boşlukta, birkaç kere daha alnıma vurmam, salak salak camdan dışarı bakıp kendi kendime öğütler vermem, aklımı başıma toplamaya kendimi ikna etmem gerekti.

Aoi, bardakları doldurduktan sonra az önce yaşattığım rahatsızlığı unutarak, mutlu mutlu konuşmaya başladı. Annesinin kurabiyelerinden de getirmişti. Açıkçası, tatlı şeylerle aram hiç olmasa da şu an bunu Aoi'ye söylemeye kalkışacak her şeyi yok edebilirdim, bu yüzden çaktırmadım. Yüzündeki gülümsemesinde hipnotize olmuş bir şekilde anlattığı şeyleri sanki ilk defa duyuyormuşumcasına dinledim, durdum. Şifalı otlar hakkında tutkuyla konuşuyor, bitkilerin iyileştirici güçlerine olan ilgisinden hayranlıkla bahsediyordu. Bir noktada topu bana da pasladı. Benden kendisine bitkilerin güçlerini öğretmemi istedi. Evet, bu konuda doğal olarak yetenekliyim, bizim ormanda doğdun mu akademiye varmadan çoğu bitkiyi öğreniyorsun zaten, fakat öğretme konusunda yetenekli miyim bilmiyorum. "Bazen akademide özellikle kız öğrencilere bitki eğitimi vermeye gittiğim oluyor. Fakat çoğu dersi kırlarda koşabilmek için bir bahane olarak görüp beni dinlemiyor, ben de ses etmiyorum." Gözlerimi devirip çay kupasını aldım. "Siz de koşturup gözden kaybolmayacaksanız bir gün ders yapabiliriz. Klanın eğitim parşömenlerinden de getiriririm birkaç tane." Üfleyip hala sıcak olan çaydan bir yudum aldım. "Bazıları babamın yazımları. Klanın iyi bitki bilimcilerinden." Bilimcilerindedi demek daha doğru olurdu. Fakat bu konuyu şu an, bir Yureikumo'nun karşısında açmak istemedim. Veletliğimden beri zaten annem ve babam hakkında doktorlar, terapistler, klan büyükleri, klan küçükleri, jouninler... Herkes burnunu sokmuştu kafaya takmadığımdan emin olmak için. Şimdi bir de burada tekrar konuşmak zorunda kalmak istemedim. Eğilip annesinin kurabiyelerinden bir tane almaya yeltendim.

Aoi de aynı anda kurabiyelere uzandı ve parmaklarımız tekrar hafifçe birbirine dokundu ve benim için zaman birkaç saniyeliğine tekrar durdu. Nefesimi tutup kıza baktım, o da elini hemen geri çekip kurabiyeleri bana saldı. Bu sefer içeri kaçacak kadar rahatsız olmamıştı sanırım. "Pardon." diye mırıldanıp istemeyerek de olsa bir kurabiye alıp attım ağzıma. Sevmediğimi anlamasın diye uzaklara bakarak çiğnedim yuttum. Boğazımı temizleyip bir yudum çay daha aldım, "Aoi kadar güzel olmasa gerek." dedim. Bu sırada da kız kaynar çayı yarınlar yokmuş gibi içiyor, beni şaşırtmanın bir farklı yolunu daha keşfediyordu adeta. O çayı ben de içtim ve üflememe rağmen dilim hala pütür pütür diyebilirim. Fakat aoi'yi pek etkilememiş olacaktı bu sıcaklık ki, kalma konusunu tekrar açarak geceyi burada geçirme teklifini tekrar sundu.

Bardağı masaya geri koyup kafamı çevirdim ve camdan dışarı baktım. Saat kaç? Üç müydü, dört mü? "Bu saatte ben de ta bizim ormana kadar yürümek istemiyorum doğrusu." Önüme dönüp bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Kararsız bir ifade ile suratına baktım, sanki işleri ona bırakmak istiyormuşum gibi. Burada biraz daha Aoi ile kalmayı her şeyden çok istiyor olabilirim, ama Aoi'nin bu kararı bana bırakmak yerine kalmamı kendisinin istemesini daha çok istiyorum. "Fakat burada kaldığımı sabah biri görür ve yanlış anlarsa... Sizi üzecek, rahatsız bir şeyler düşünmelerini istemem." Derin bir iç çekip omuzlarımı silktim. "Öte yandan bu gece artık uyuyabileceğimi de düşünmüyorum... Siz de yorgun değilseniz belki biraz daha sohbet edip, sonra duruma bakabiliriz, ne dersiniz?" diyip kurabiyelere tekrar bir yeltendim.

Arkama biraz yaslandım. Bir süre kızı süzdüm o cevap verirken. Bu sefer süzüşüm alıcı gözle değil, sezgilerim aracılığıyla kızı daha da tanımaya yönelik bir süzüştü. Shinobi olduğunu zaten biliyordum. Belli bir seviyenin üzerindeyseniz ve duygusal zekanız ile sezgileriniz bir kayanınkine eşit değilse kimin çakra yoğurup kimin yoğuramadığını zaten şıp diye anlayabiliyorsunuz. Benim merak ettiğim daha ötesinde şeylerdi. Çok uzun bakmamaya gayret ettim tekrar rahatsız etmemek için ve neden uzun uzun baktığımı anlatmaya başladım. "Rüzgar kullanıyorsunuz. Fakat çakranız, iyileştirme doğasına henüz yatkın değil..." Kafamı sağa yatırıp kızın ilgi alanları ile bir bağlantı kurmaya çalıştım, bir saniye duraksayarak. "Çakranızı daha çok ninjutsu için kullanıyor olmalısınız, bu da iyileştirme tekniklerini kolayca öğrenebileceğinizi düşündürüyor bana. Öte yandan, şifalı bitkilere de hevesli bir merakınız bulunmakta." Toparlanıp ellerimi birleştirerek bacaklarımdan aşağı sarkıttım ve hafifçe öne eğildim. Meraklı bir şekilde onu daha da çok tanıyabileceğim sorular sormaya başladım. "Bu bana, iyileştirme tekniklerini bitkiler hakkında iyi bir teorik temelle birleştirince çok iyi bir şifacı olabileceğinizi düşündürüyor. Bu konuda var mı bazı planlarınız?"
► Show Spoiler
Image
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Yureikumo Aoi »

Kalma teklifine karşı bu saatten sonra ormana kadar yürümek istemediğini dile getirdiğinde Aoi'nin yüzü sevinçle ışıldadı. Neye bu kadar sevindiğini kendi de bilmiyordu. Hiç tanımadığı yabancı bir adamı evine almıştı bir de gece kalmasına izin mi verecekti? Ama Kenta ona o gözlerle bakınca içi bir gıcıklanıyordu. Hem... en kötü ne olabilirdi ki? O da Konohalı bir shinobiydi işte. Burada kaldığını birisi görürse yanlış anlaşılabileceğini söylemişti. Aslında yanlış anlamazlardı ancak bunu ona açıklamaya kalkarsa ucube oldukları yönündeki önyargıları arttırabileceğini düşünerek sustu. Yureikumolar beden üstü ruhsal ve manevi deneyimlere kıymet verdikleri için bu gibi hususlardaki görüşleri fazlasıyla karmaşıktı. Sarışın oğlan bu gece uyuyabileceğini düşünmediğini, sohbete devam etmek istediğini, duruma göre bakabileceklerini söylemişti. Aoi gülümseyerek onaylar gibi başını salladı. "Olur tabi!"

Üzerinde onu uzun uzun süzen bir çift gözü hissedince biraz utandı. Normalde bakışlarını kaçıran bir insan olmamasına rağmen bu sefer nedense dönüp bakmakta çok zorlandı. Elini gerginlikle saçına götürdü. Yüzünde kurabiye kırıntısı mı kalmıştı yoksa? Neyse ki Kenta duruma kısa sürede açıklık getirerek Aoi'nin zihninde başlamak üzere olan bir anksiyete savaşını başlamadan sona erdirdi. Rüzgar kullandığını ancak çakranın iyileştirme doğasına henüz yatkın olmadığını dile getirmişti. Aoi öne eğilerek merakla ne diyeceğini dinlemeye başladı. Çakrasını ninjutsu için kullandığından iyileştirme tekniklerini de kolayca öğrenebileceğini, şifalı bitkilere de merakı olduğundan ötürü iyi bir şifacı olabileceğini, bu konuda bir planı olup olmadığını sormuştu. Aoi'nin cevap vermeden önce bir süre düşünmesi gerekti. "Aslında... emin değilim." diye lafa girdi birkaç saniye düşündükten sonra. "Mistik veya ruhani her şeye ilgi duyarım aslında. Kendimi özellikle klanımızın lideri gibi gelecekten görü alma konusunda geliştirmek istiyorum. Ancak çıktığım görevlerde arkadaşlarımın yaralanmasına da dayanamıyorum. Hiç değilse başlangıç düzeyinde bile olsa otları bilmek ve bununla bir yarar sağlamak istiyorum. Belki de birkaç şifa jutsusu öğrenmeye çalışarak bunu pekiştirmeliyim. Çünkü düşünsenize, eliniz yanıyor ve hemen yanınızda Kaplan Otu var ama siz onun yararını bilmediğiniz için kullanamıyorsunuz. Çok yazık değil mi? Bu tarz konulara belki de gereksiz yere kafa yoruyorumdur ama imkanımız varsa elimizden gelen her çabayı insanlığı ve dünyayı daha dengeli ve güzel bir yer yapmaya harcamamız gerekli diye düşünüyorum."

Çok konuştuğunu düşünerek sustu bir an ve çayından bir yudum daha aldı. Sonra kendini tutamayarak devam etti. "Klanımız hakkında ne kadar şey biliyorsunuz bilmiyorum ancak biz epey dindar insanlarız. Tanrımız Yuukon, ölüm ve yaşam arasındaki dengeyi koruyucu ve gözetici olmamızı istiyor. Bu yüzden yaşayan her ruha, bitkiler ve hayvanlar da dahil olmak üzere, fazlasıyla saygı göstermemiz gerektiği bilinciyle büyütüldük. Şiddeti ve ölümü en aza indirmek için gayret etme yönünde bir çabamız var. İnsanlar ölümü korkunç bir kavram olarak görüyorlar ve adını bile anmaya çekiniyorlar. Belki de bu kadar dışlanılmamızın temel sebebi budur. Ama aslında ölüm çok huzurlu bir şey. Tanrının karşısına çıktığın ve ona, sana verdiği ömür için teşekkür ettiğin bir an. O da seni bu ömrü nasıl geçirdiğine göre yargılıyor. Bu yüzden o gün gelmeden elimizden geleni yapmalı ve Yuukon'un karşısına tertemiz bir ruh ile çıkmalıyız. Yani... en azından ben böyle düşünüyorum." Hayata olan bu bakış açısı genç adama garip gelir miydi bilmiyordu ancak birbirlerini tanıma yönünde adım atacaklarsa onun hakkındaki en temel gerçeği bir an önce bilmesi daha hayırlı olurdu. Ondan ürkecek, soğuyacak veya onu sıkıcı bulacaksa şimdi çekip gitmesi daha iyiydi. Aoi, sahip olduğu değerlere sıkı sıkıya bağlıydı ve dünyaya olan bağını bununla kuvvetlendiriyordu. Kendine ve hayata bununla anlam katıyordu. "Ben çok disiplinli bir öğrenciyimdir, vereceğiniz her bilgiye mücevher gibi değer veririm. Hem... tek başıma çalışmaktansa birisiyle birlikte öğrenmek daha keyifli olabilir." dedi hafif çekinerek.

Kenta'nın cevabını dinlerken aklına bir şey gelmiş gibi ayaklandı aniden. Hemen salonun köşesinde olan dolabın çekmecesini açarak kart destelerini çıkarttı. "Fal bakmak değer verdiğim bir başka şey. Fala inanır mısınız?" Kurabiye tabağını kenara itekleyerek kartlarını masaya dizdi. "Bu benim geliştirdiğim bir sistem. Gelecekten görü alma konusundaki yetimi kuvvetlendirmeye çalışıyorum bunu yaparak. Hem de keyifli oluyor. Karşındaki insanı daha iyi tanımanı sağlıyor." Kartları dizmesi bitince ona işaret etti. "Seçin birini lütfen." Kenta'nın seçmesini bekledi ona başka seçenek tanımayarak. İşaret ettiği kartı aldı ve ona doğru çevirdi.
► Show Spoiler
"Kule kartı." dedi sakin bir ses tonuyla. "Hayatınızdaki mevcut yapıların artık sürdürülemez olduğunu gösterir. Yani yakın zamanda hayatınızda büyük bir değişim olacağını veya hiç beklenmedik bir haber alabileceğinizi gösterir. Yaşananlardan ders alma ya da yeniden başlama fırsatını gösterir aynı zamanda. Bu değişim negatif de olsa pozitif de olsa bu süreç sonunda daha güçlü, daha özgür hale gelebilirsiniz. Korkularınızı bırakmanızı, değişime açık olmanızı söylüyor." Bir süre susup dediklerini sindirmesini ve anlamlandırmasını bekledi. "Ne düşünüyorsunuz? Bir tanıdıklık hissettirdi mi size?"
Image
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Hayashi Kenta »

Şifacılıktan daha çok ruhani konulara ilgi duyduğunu hevesli bir şekilde anlatmaya başladı Aoi. Cümleleri uzun ve anlam yüklüydü, her kelimesinde ise bir tutku olduğunu hissedebiliyordum. Nefesinin tükenmemesine hayret etmedim değil, fakat iyi ki de tükenmiyor, tatlı tatlı, aralıksız bir şekilde anlatmaya devam ediyordu yapmak istediği her şeyi. Sesi sanki odanın içinde dolaşıp kulaklarıma çalınan bir melodi gibiydi, anın tadını çıkardım.

Bir süre sonra, duraksayıp tekrar başladı konuşmaya. Bu sefer aptal bir sırıtışla tadını çıkaramayacağım konulara girmişti fakat kızın hevesinde bir azalma yoktu. Klanının felsefesinden bahsediyordu ve kelimeleri benim anlam veremediğim bir kabullenmişlikle sarılıydı. Ölüm ve yaşam arasındaki dengeyi koruma düşüncesi onun doğasında yer edinmişti resmen ve etkisini göz önünde bulundurmadan, olağan bir şeymişcesine anlatabiliyordu. O an, klanının bu öğretisini takdir etmek istesem de kafam da yankılanan eski hatıralar beni başka bir yere çekti.

Gözlerim Aoi'nin yüzüne odaklanmıştı ama kafam başka bir yerdeydi. Kızın sözlerindeki huzur ve denge, anlaşılabilir bir konseptti benim için. Fakat şu an bana aşırı uzak, ulaşılması en zor olan dağların eteklerindeydi bu dengeyi kabullenme fikri. Kendi kayıplarımın acısı her ne kadar zamanla hafiflese de ölümle barışık olmayı başaramadım ben. Sanki sonsuza kadar mücadele etmem gereken bir canavar, sevdiklerimi korumam gereken bir musibet bir belaydı ve Aoi'nin dediklerinin aksine her zaman benim canımı yakacak, huzurumu kaçıracak, mutsuz edecekti. Kızın bakış açısını ne kadar anlamaya çalışsam da içimdeki huzursuzluğu bastıramadım bu yüzden. Babamın, Yuukon'un ya da bambaşka herhangi bir tanrının önünde, son yıllarında tek çocuğunu ihmal etmesinin ve karaciğeri parçalanana kadar içip, annemin yasını tutuşunun hesabını veriyor olması düşüncesi, benim için hiç de huzurlu bir fikir değildi.

Huzursuzluğumu ve o an yaşadığım bu gerginliği ona belli etmemek için odaklanmaya çalıştım. Gözlerim tekrar Aoi'nin gözleriyle birleşti. Hiçbir şey söylemedim, hafifçe gülümseyerek sadece kafamı salladım. O kadar konuşmuştu ama kafamda hala kelimelerin arasında boğuluyorken şu an konuya girersem kızı istemeden üzecek bir şeyler söylemekten korktuğum için, sessiz kalmayı tercih ettim. Neyse ki o da bu konuyu üstelemeyip, bana fal bakma telaşesine düştü.

Konuyu değiştirmiş olmasına minnet duyarcasına derin bir nefes alıp gülümsememi daha da bir büyüttüm. "Neymiş bunlar da?" diye meraklı meraklı masaya eğilip kızın kartları dizmesini seyretmeye başladım. "Fal sistemi mi geliştirdiniz? Yoksa biri öğretti de, onu mu değiştirdiniz?" diye sordum merakla, bir kart seçerken. Seçtiğim kartın anlamını sakin ve ciddi bir ses tonuyla anlatmaya başladı. Açıkçası, başta bir bağlantı kuramadım ön gördükleriyle. Aynı anda hem çok açık hem de çok karmaşık olabilen cümlelerdi bunlar benim için. "Değişim" dediği şey neydi? Benim hayatımda neyin değişeceği konusunda kafamda herhangi bir şey belirlemeye çalışmak bile zor geliyordu. Dudaklarımı "Bilmiyorum." dercesine kıvırıp şaşkın gözlerle kıza baktım. Kaşlarım biraz kalktı ve düşünmeye devam ettim. Ders alabileceğim ne var? Yani geçmişte beni çok etkileyen olaylara bakınca, karım ölürse yasını bok içer gibi içerek tutmamam gerektiği dersini mi çıkarmam gerekiyor? Ya da çıktığım bir görevde kendimi feda etmeyi tercih etmeyip kocamı ve tek çocuğumu yalnız mı bırakmamalıyım? Bir kart, korkularımı bırakmam gerektiğini, nasıl dünyanın en kolay şeyiymiş gibi söyleyebiliyor? "Hiçbir fikrim yok..." diye iç çekerek cevap verdim hüzünlü bir sesle. "Tesisatı artık değiştirmezsem evimin ağaçtan düşme ihtimali var gerçi, o olabilir mi?" diyip ortamı yumuşatmaya başladım gergin gergin kıkırdayarak. Kızın tepkisini merakla bekledikten sonra da tekrar derin bir nefes alıp, arkama yaslandım.

"Bazı korkularım var elbette. Özellikle az önce tanrınızın öğretilerinden bahsetmişken bu korkuların ölüm etrafında döndüğünü tahmin etmeniz zor olmasa gerek." diye tekrar konuşmaya başladım. Bu sefer kıza bakmıyor, gergin bir şekilde gözlerim odanın içerisinde geziyordu. Benim için bu konuları konuşmak, pek kolay değil. Evet, küçüklüğümden beri ölüm hakkında desteğime gelen bir çok kişi oldu ama bu onu kolaylaştırabildiğim anlamına gelmiyor. Fakat hala yabancı klasmanında olan, birkaç saat önce tanıştığım bir kadına bu duygulardan bahsetmek, neden diğerleriyle konuşmak kadar rahatsız edici değildi? İçimi hala gıcıklıyor, kafam hala konu kapansın da susalım, ölümü daha fazla konuşmayalım diye çırpınıyordu, ama Aoi ile bu diğerlerine nazaran daha tahammül edilebilir seviyelerdeydi. Tekrar, ve tekrar derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. "Ben ölümü korkunç bir kavram olarak görmüyorum." Gözlerimi açıp kızın yüzüne odaklandım. "Beni korkutan şey sevdiklerimi, korumaya ant içtiklerimi kaybetmek." Birkaç saniye duraksadım, sadece suratına baktım boş ve ciddi bir şekilde. "Yoksa kendi hayatımı kaybetme fikri bir korku uyandırmıyor bende. Hatta, değerlerimi korurken ölmüşsem bunu bir gurur olarak sayarım." Buruk bir şekilde gülümsedim, rahatsız bir şekilde dizlerimi salladım birkaç saniye. "Fakat shinobi olarak bir şeyleri korumaya ant içeriz, ve bu yeminin yükünün çok ağır olduğunu hissediyorum zaman zaman. Köy kapısındaki bekçiden tut, tanıdığım tanımadığım bütün insanlara karşı bir sorumluluğum var. Bir hatam ile onları kaybedecek olmak uykularımı kaçırabiliyor. Belki de görevde değilken ayık kalmamayı bu yüzden seviyorumdur."

Arkama biraz daha yaslanıp iyice yerleştim koltuğa. Kafamı geriye atıp tavanla bakıştım birkaç saniye. "Ama ölüm hakkındaki bu düşüncelerimin sizle bir alakası yok. Ya da size karşı bir önyargı beslememe sebep değiller. Dediğim gibi, ben böyle dedikodulara aldıracak biri değilim." Ani bir hareketle geri düzeldim. "Tamam, yeter bu kadar açıldığım. Birkaç saat önce tanıştığımız düşünülürse çok bile paylaştım." dedim gülerek. Ardından, öne doğru eğilip masadaki bir başka kartı elimle işaret ettim. "Peki ya bu kartı..." diyerek konuşmaya başladım gülümsememi korurken. "Seçseydim ne yorumda bulunacaktınız? Merak ettim."
► Show Spoiler
Image
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Yureikumo Aoi »

Kenta'nın söyleyeceklerini dinlerken, gözlerinde ciddi bir pırıltıyla tüm dikkati sarışın oğlanın üzerindeydi. Bilmediğini söylemişti. Bu tarz konuların ilk başta fazlasıyla karmaşık gelmesi normaldi. Zaten falın olayı biraz da buydu. Geleceği kesinkes olarak göremezdin. Onların geleceği görme jutsusu bile fal gibi çalışıyordu. Gelecek sana muğlak sinyaller verirdi, zayıf olan noktanı gösterir ve bunu törpülemeni söylerdi. Aoi böyle düşünüyordu. Kenta'nın evinin ağaçtan düşeceği yorumunu duyunca sesli bir kahkaha attı. Kenta'nın gerginleşmesinden ise zihninde bir şeyler oluşmaya başladığını hissedebiliyordu. Ona birtakım korkuları olduğunu ve bunların da ölüm temasında şekillendiğini söylemişti. Aoi anlayışlı bir şekilde başını salladı. Ne demek istediğini anlıyordu. Bazı yaşayanların ruhlar dünyasını ziyaret edebilmeleri mümkündü belki ancak oraya gidemeyen herkes için ölüm bilinmeze gitmekti. Ancak Kenta, kendi ölümünden korkmadığını, yakınlarının ölümünü görmekten korktuğunu söylemişti. Shinobi olarak korumaya yemin ettikleri değerlerin ağırlığını omuzlarında hissediyordu ve onları koruyamamaktan çekiniyordu. Bu her gün Aoi'nin de hissettiği bir yük ve korkuydu.

Cümlelerini bitirirken ölüme karşı hissettiği bu duyguların klanı ile bir ilgisi olmadığını, saçma söylentilere inanmadığını söylemişti. Aoi onun ilk başlardaki gerginliğini getirdi aklına ancak fazla sorgulamadı. Sonrasında genç adam çok fazla şey söylediğini ima ederek kendini susturmuş ve kartlardan bir başkasını işaret etmişti. Bunu seçiyor olsaydı ne söyleyeceğini sormuştu. Aoi gülümsedi. "Siz seçiminizi yaptınız ama." Kenta'nın kartı işaret eden eline uzandı ve tuttu. Onu hafifçe kendine doğru çekti. "Ben de yakınlarımı, sevdiklerimi, sorumluluğumda olanları kaybetmekten çok korkuyorum." dedi onun toprak kahvesi gözlerinin içine bakarak. "Bu korku, bence çok doğal ve hissetmemiz gereken bir korku. Bizi daha sorumluluk sahibi olmaya ve sevdiklerimizin değerini hayattayken daha çok bilmeye itiyor. Bizi daha düzgün bir insan yapıyor. Bu korkuya sahip olmasaydık hayatın bir anlamı olur muydu bilemiyorum." Adamın elinin parmak uçlarını, avuçlarının arasına aldı ve destekler şekilde sıktı. Onunla kurduğu bağ kuvvetlendikçe altında yatan daha derin duyguları hissedebiliyordu. Yureikumo Klanı'nın yakınlarının ölümlerini ve ölülerini hissedebilme yeteneği vardı. Bu da tıpkı faldan çıkan sözcükler gibi fazlasıyla muğlak bir histi. Zamanla güçlenmesini umduğu bir histi. Ama biliyordu. Kenta'nın içinde bir yerlerde kayıpları olduğunu hissedebiliyordu. Onun parmaklarından, kalbine doğru akan sıcak ve keskin bir duygu vardı. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Sadece sessizce bir süre öylece bekledi. Sonra kendini, onun acısını rahatlatabilmek adına bir şeyler söylemek zorunda hissetti sebepsizce. "Ruhlar, Yuukon'un yanına gittiklerinde yeni bir yolculuğa başlarlar. Yuukon, yarattıklarına karşı merhametli olduğundan ötürü onlara nihai huzura erişmeleri için bir fırsat sunar. Biz bu ruhlara rehberlik ederiz, onlar da bize rehberlik ederler. Bizi koruyup gözetirler, tehlikelere karşı uyarırlar. Siz onları göremeseniz bile, onlar her daim sizinleler."

Muhabbetin ağırlığını fark ederek Kenta'nın işaret etti kartı çevirdi ve ona gösterdi.
► Show Spoiler
"Aptal kartı. Yakın zamanda çıkılacak bir yolculuğu işaret eder. Yeni başlangıçlara atılmak için gerekli riski alabilmeyi, bu riski alırken de dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarır." diye açıkladı kısaca. Sonra gülümsedi Kenta'nın gözlerinin içine bakıp. "Sistemi tamamen ben kurdum. Diğer fallardan arakladım aslında. Kartları karıştırıp seçmelerini istediklerinde şans eseri herhangi bir kartı seçtiklerini değil, bir ilahi güç tarafından onlara mesaj gönderildiğini düşünmeyi seviyorum. Yuukon'un bizi her daim sivri olduğumuz noktalarda uyardığına, güçlenmemiz gereken konularda bizi cesaretlendirdiğine inanıyorum. Bu kartlar vasıtasıyla belki ruhlar ya da yaratıcı benimle iletişime geçiyordur diye düşündüm. Çok ciddi anlam yüklemenize gerek yok. Bunun zırvadan ibaret olduğunu düşünen çok fazla insan var. Hatta babam bile saçmalık olduğunu söylüyor ama ben seviyorum. Kafamı dağıtmamı sağlıyor ve bana iyi geliyor. Hem... güzel bir iletişim başlatma yolu. Bazen bu şekilde arkadaş bile edinebiliyorum." Sonrasında destedeki kartların yüzlerini çevirdi ve Güneş kartını aramaya başladı. Bulunca kaldırıp ona uzattı.
► Show Spoiler
"Siz bu karta benziyorsunuz. Güneş kartı. Pozitif enerjiyi, iyimserliği, mutluluğu, aydınlanmayı işaret eder. Güzel bir şeyler olacağını, başarıya ulaşılacağını, iyi bir haber geleceğini söyleyen bir karttır. Çok severim bunu. Ne zaman kendime fal baksam ve bu kart çıksa sebepsizce mutlu olurum. Sizin gülümsemeniz de aynı bu kartı çekmişim gibi bir his yaşattı bana. Sıcacık ve güvenilir. Güneş gibi insanlara çok imrenmişimdir hep. Eminim çok popülersinizdir, pek çok arkadaşınız vardır. Girdiğiniz ortamda yüzleri gülümsetiyor ve herkesi varlığınızla mutlu ediyorsunuzdur." Lafı ortaya atarak Kenta'nın ne tepki vereceğini ölçmeye çalıştı. Onu kendini daha fazla açmaya teşvik etmek istiyordu ancak fazla müdahaleci gibi görünmek de istemiyordu.
Image
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Hayashi Kenta »

Gösterdiğim kartı açmak yerine elimi yakaladı Aoi, sıcacık ellerinin arasına alarak iyice kendine yaklaştırdı beni. Oturduğum yerde biraz daha bükülmek zorunda kaldım, ama bana kalırsa yine de dünyanın en rahat pozisyonu olabilirdi hala. Gözlerini bana kilitleyerek konuşmaya başladı. Bir yandan ise elimi daha da sıkıyor, benim az önce ona yaptığım sezgisel analizi daha derin, daha ruhani bir bağlantı aracılığıyla bana gerisin geri uyguluyor gibi hissediyordum. Sorguları parmak uçlarımdan bedenime akıyor, hiçbir engele maruz kalmadan düşüncelerime ve hislerime ulaşıyor gibiydi. Bir an için, onu gördüğümden beri hissettiğim karmaşayı da fark etmiş midir acaba diye düşündüm. Acaba anlasa ne tepki verirdi? Beni kovar mıydı? Yoksa acıyıp, görmezden mi gelmeye çalışırdı?

Bakışlarımı eline indirip sessiz sessiz dinledim Aoi'yi. Yuukon'un merhametli olduğundan, ölenlere huzur fırsatı sunduğundan bahsediyordu. Babamla ilgili düşüncelerimi mi anladı acaba? Çünkü o ilk konuşurken aklımda, devasa bir tanrı karşısında neden çocuğunu yalnızlığa bırakmayı tercih ettiğini anlatmaya çalışan çaresiz bir adamın görüntüsü vardı sadece. Yine de Aoi'nin söyledikleri beni rahatlatmamıştı ailem konusunda. Bir gece muhabbeti esnasında motive edici konuşmalar sayesinde aşabileceğim bir dert değildi bu. Kafamın arkasına itmeli ve düşünmemeye çalışmalıydım sadece.

Seçtiğim kartı açarak elimi bıraktı. Yine kendimle bir alaka kuramadığım bir kart açarak sistemi kendisinin icat ettiğinden bahsetmeye başladı. Kurduğu sistem ne kadar başarılıdır bilinmez, yakın zamanda bir seyahat planım yok. Tabi bu her an uzaktaki bir görev için çağırılmayacağım anlamına da gelmiyor, günün sonunda belli bir ajandaya göre çalışan insanlar değiliz. Yani, ucu açık biraz sistemin. Yine dudaklarımı "Bilmiyorum." dercesine kıvırıp dinlemeye devam ettim.

Aoi, fal aracılığıyla zaman zaman arkadaş edinebildiğini söylediğinde kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Daha önce bahsettiği dışlanma ve uğursuzluk meseleleri ile birleşince bu falı, kalbimde bir burukluk hissetmeye başladım. Kızı bağrıma basmaya dair kuvvetli bir his oluştu, fakat itiraz etmek zorundaydım bu duyguya. Sabahtan beri yeterince rahatsız edici ve ürkütücü davranmıştım. Birdenbire kızı kollarıma almam kızı bir daha görememe sebep olacak tatsız olaylar yaşamamıza sebep olabilirdi, bu yüzden bastırdım isteğimi. Teker teker açtığı kartlardan birini seçip bana uzattı daha sonra Aoi.

Kartı bana benzetişini, ne kadar pozitif olduğumu düşünmesini buruk bir ifade ile dinledim. Kızın ağzından çıkan her cümlede burukluğum biraz daha artıyor, suratım daha da çarpık ve hüzünlü bir hal almaya başlıyordu. Konuşması bittiğinde hala bana kart uzatır vaziyette olan elini tuttum. Kızı kendime çektim, ben de tekrar öne doğru eğilerek biraz daha ona yaklaştım. Diğer elim ise, kızın suratına gitti. Bu sefer çekinmiyor, az önceki gibi olacaklardan korkmadan, umursamadan davranıyordum. Dürtüseldi biraz, böyle davranmayı sevmem fakat şu an umrumda pek değildi açıkçası. "Aoi Hanım..." diye konuşmaya başladım kırık bir sesle. Suratına ulaşan elimle bir yanağını kapatıp, ufak ufak okşadım. "İnanın bana, bu kart ben olamam."

Pişman bir gülümseme ile kıza baktım. Ne demiştim de beni yanlış tanımasına yol açmıştım? Ben böyle biri değilim, istesem de olamam ve istemiyorum da. "Aksine, sizin gülümsemeniz asıl bende bu kartı yaşatıyor. Fakat beni yanlış tanıdıysanız düzeltmeliyim, eğer ilerde tekrar görüşeceksek hayal kırıklığına uğramamanız için." Gözlerim, gözlerinden saçlarına, yanaklarına, dudaklarına kaydı. Tekrar konuşmaya başlamadan önce yanağı hala elimde olan kızın bu görüntüsünü doya doya seyrettim. "Ben pozitif, mutlu olabilen, mutlu edebilen biri değilim ne yazık ki. Popüler hiç değilim. Kendimle bile arkadaş olabildiğim söylenemez." Yuvarlak hareketlerle yanağını okşamaya başladım. "Bana günlerce ulaşamadığınız olacak. Ulaşsanız bile günlerdir banyo yapmamış, kıyafetlerini yıkamamış bir vaziyette olacağım. Evin bir köşesinde kıvrılıp dünyadan soyutlanmış olacağım bir göreve çağırılana kadar. Veya, bugün olduğu gibi pavyonda beynimi akıtıyor olacağım." Pişman ve mutsuz bir şekilde tekrar gözlerinin içine baktım. Bir kış gecesi kadar güzel olan gözlerinin içinde çipildeyen yıldızları izledim birkaç saniye, tekrar konuşmadan önce. "Ben bu kart değilim."
► Show Spoiler
Image
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Thu Nov 21, 2024 4:14 pm
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Yureikumo Aoi »

Bu sefer eli tutulan kişi Aoi olmuştu. Minik sinsi planı takır takır işlemişti ancak böylesine bir tepki almayı da hayal etmemişti. Onu tutup kendisine doğru çekmişti. Biraz da öne eğilince Aoi nefes almayı unuttuğunu zannetti. Yaklaşarak yüzüne, yanağına dokunmuştu. O kartın kendisi olamayacağına dair bir şeyler söylüyordu ancak Aoi konsantre olamıyordu. Buğulu gözleri, saçlarının kokusu, az önce içtiği ıhlamur çayının nefesine yansıması... Zaman durmuş, her şey anlamını yitirmişti. Kimdi? Neredeydi? Ne yapıyordu? Yanağını okşamaya başladığında istemsizce gözlerini kapattı ve yanağını onun avuçlarına doğru itti. Demek kediler bu yüzden yanaklarının okşanmasını bu kadar seviyordu. Bir kedi deneyimi yaşıyor olmak ilginçti. Gözleri kapalıyken söylenenleri daha iyi duyduğunu fark etti sonra. Ses tonundaki imaları daha net ayırt ettiğini.

Pozitif, mutlu edebilen birisiyle uzaktan yakından alakası olmadığını, hiç öyle birisi olmadığını söylemişti. Sonrasında kendini daha çok açmaya başlamıştı. Günlerce ulaşılmaz olacağını, ulaşsa bile hayal ettiği gibi olmayacağını, bir pavyonda ya da evin bir köşesinde oturuyor halde olacağını söylemişti. Aoi gözlerini açtı. Onun gözlerindeki ifadeye baktı. Acıklı duruyordu. Hüzünlü... Yalnız... Bazı aynaya baktığı zamanlar kendi gözlerinde de görürdü benzer bir ifade. "Yanılıyorsunuz." dedi yumuşak bir tonda. Yanağını okşuyor olduğu eli tuttu ve yanağına bastırdı. "Siz bu kartsınız. Popüler olmasanız da, mutlu edemiyor olsanız da siz bu kartsınız. Biliyorum. Gülümseyişinizi gördüm." Keskin bir bakışla süzdü onu. "Benim tek arkadaşım kurbağalar. Evimin yakınındaki bir derede geçiriyorum gecelerimi. Kurbağalarla sohbet ediyorum. Çiftleşme sezonu için şans diledim bugün onlara. Sizce ben güneş olabilir miyim?" Hüzünlü bir kabullenmişlikle güldü. Biraz doğrularak Kenta'ya yaklaştı iyice. "Güneş olsam bile bunu kabul edecek kimse yok. Belki sadece sizin gözünüzde öyleyimdir." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "O zaman siz de benim gözümde güneşsiniz."

Genç adamın yanağındaki elini aldı ve masaya koydu. Sonra üzerine kendi elini koydu. "Madem öyle, o halde evinizin bir köşesinde ya da pavyonlarda dayak yiyerek öldürmeyin zamanınızı. Ben de kurbağalı derede her gece sabahlara kadar meditasyon yapmayayım. Birbirimize eşlik edelim. Görülecek ve keşfedilecek çok fazla şey var sonuçta. Siz bana bir şeyler öğretirsiniz, ben size öğretirim. Belki birlikte yeni şeyler öğreniriz." Heyecanlanarak umut dolu gözlerini onunkilere dikti. Tek bir anını bile kaçırmak istemiyormuşçasına. "Ama size günlerce ulaşamazsam korkutucu olabilir. Hiç değilse mesaj bırakırsınız, değil mi?" Evini işaret etti ona. "Ben hep buradayım. Ne zaman ararsanız. Burada değilsem görevdeyimdir. Benim tüm dünyam buradan ibaret. Ama hep dünyamı genişletmek istemişimdir. Belki de bunu yapacak gücü bulabilmek için birinin motivasyonuna ihtiyacım vardır. Belki sizin de buna ihtiyacınız vardır. Belki bugünkü karşılaşmamız bir tesadüf değil de kaderin bir işidir." Aoi, arkadaş edinme konusunda da yakınlık kurma konusunda da iyi değildi. Bu tarz şeyleri nasıl ifade edeceğini bilemiyordu. Kenta'ya "seni daha yakından tanımak istiyorum çok ilgimi çekiyorsun" diyemezdi. Bu yüzden muğlak birkaç tekliften ibaret kaldı sözcükleri. Bunun ona ulaşacağına inanıyordu. "Olur mu?" Israrlı bir bakış atarak elini sıktı hafifçe.
Image
► Show Spoiler
Konohagakure
Konohagakure
Joined: Tue Nov 19, 2024 10:34 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Re: 100 Gram Fındık

Post by Hayashi Kenta »

"Kurbağalara bile merhamet edebilen bir güneş olabilirsiniz, evet." diye mırıldandım elim hala yanağındayken. Elimi tutarak yüzüne daha da bastırmış, beni kendi zihnimin topraklarına gömmeye çalışmıştı adeta. İç çekip uzun uzun bakmaya devam ettim o konuşurken. Henüz kötü bir tepki vermese bile, muhtemelen yakın zamanda kalkıp gitmem ve onu geride bırakmam gerekecekti. Kim bilir ne zaman bir daha görecektim, ya da görebilecek miydim? Bu geceyi ve bu suratı asla unutmamalı, her bir ayrıntısını aklıma kazımalıydım.

Acıklı bir şekilde gülümsedim elimi indirirken. Ardından elini elimin üzerine koyarak saatler hissettiren o temas ayrılığını sonlandırdı. Her kelimesinde sesindeki heves daha da artıyor, daha da heyecanla konuşuyordu Aoi. O ağzını her açtığında itmeye çalıştığım pozitif duygular zorla zihnime giriyor ve beni tatlı hayallere sürüklüyordu. Evde bir köşede yuvarlak olup duvarları izlediğim anlar, başka bir köşede Aoi ile oturup çay içtiğim hatıralara dönüşmeye başladı. Gittiğim pavyon ise gizlice kaçıp gittiğimiz köy dışındaki kaplıcalar olmuştu artık. Hüznüm biraz olsun hafifledi bunları düşününce. Evde olmayacağım günler endişelenmesin diye Aoi'ye not bırakma fikri bile özel hissettirmişti. Lakin tüm bunların şimdilik hayalde kalması yetmeliydi benim için. Kendime gelip, farkına varmalıydım olan bitenin.

Kimse pavyon dayağından çekip çıkardığı ve birkaç saattir tanıştığı bir adama böyle sözler vermez. Bana acdığı her halinden belliydi. Uzun zaman sonra ufak bir merhamet kırıntısı görünce hemen koyvermiş, ne var ne yok anlatmıştım. Bu da kızın bana acımasına ve ben çekip gidene kadar beni eylemesine sebep olmuştu işte, bu kadar. Başka bir açıklaması olamazdı. Fakat... Olmasına o kadar ihtiyacım var ki. Aoi'nin dediği gibi karşılaşmamız bu geceden ibaret kalmasa, kader bizi bağlasa... Her şey düzelir miydi dediği gibi yavaş yavaş? O beni, ben onu iyileştirebilir miydik ki?

"Fazla cömertsiniz." Sesim, tekrar buruk bir hal almıştı. Yine kendimi negatife boğmayı başarmış, umudumu kaybetmiştim yeniden. "Bunları benim için yapmanıza gerek yok." Masadaki elimi çevirerek elini avucumun içine aldım. Yavaaş yavaş kendime çektim. "Benim buraya bir daha gelmem doğru olmaz. Sizi daha fazla rahatsız etmemeliyim. Yeterince dert çıkardım." Elini, dudaklarıma iyice yaklaştırdım. "Fakat siz ihtiyaç duyduğunuzda bana ulaşmaktan sakın çekinmeyin. Ağaçlara sorarsanız beni bulurlar." Nazik ufak bir öpücük kondurdum elinin sırtına. "Aoi Hanım, kendinize iyi bakın. Her şey için teşekkür ederin. Ben artık gitmeliyim." Ayağa kalkıp üstümü başımı toparlayarak kapıya yöneldim.
► Show Spoiler
Image
Post Reply