Aoi'nin teklifine karşı Kenta gülümsemiş ancak ona bakmamıştı. Zihninde kendisini bu ana hazırlıyor olduğunu hissetti Aoi. Neden ona bakmak bu kadar zordu ki? O da onun gibi bir insandı işte. Bir süre sonra gözlerini kapatmış ve yüzünü ona çevirmişti genç adam. Sonrasında gözlerini açmış ve yüzüne Aoi'nin ömründe gördüğü en güzel gülümsemeyi yerleştirmişti. Hayal ettiğinden bile daha parlak, göz kamaştırıcı bir gülümsemeydi. Aoi bir an için zamanın durduğunu ve sonra aniden hızla akmaya başladığını hissetti. Gece bitmiş, sabah olmuş, güneş bütün sıcaklığıyla odasını doldurmuştu. Sonra tüm bu güneşli gökyüzünde kasırgalar, fırtınalar kopmuş, denizden devasa dalgalar yükselmiş, bütün odasını yutmuştu. Camlardan içeriye giren sular bütün odayı doldurmuş, Aoi'nin nefesini kesmişti. Kenta uzanıp elini sıktığında yıldırımlar düşmüş ve elektrik akımları bütün vücudunu cayır cayır yakmıştı. Sıcacık parmaklar elinin üzerinde gezinirken güneş, ay, yıldızlar, kasırga ve yıldırımlar hepsi birleşmiş ve Aoi'nin zihninde bir bulamaç halini almıştı.
Derin bir soluk alarak kendine geldi Kenta elini aniden çekince. Ne olmuştu öyle? Eğilip eline bakmaktan kendini alıkoyamadı. Bir çeşit büyü ya da jutsu etkisine alınmış olmalıydı. Hayatı boyunca böyle bir şey hissettiğini hatırlamıyordu. Dönüp yeniden Kenta'ya baktı. Gözlerindeki bakıştan neler olduğunu çözmek için bir ipucu aradı ancak bulamadı. Tek bildiği şey o gülümsemeyi yeniden görmek istiyor oluşuydu. Hayatının sonuna kadar tekrar tekrar görmek istiyordu. Buradaki yolculuğu son bulup Yuukon'un yanına yollandığı zaman zihninde son kalan şeyin o gülümseme olmasını istiyordu. Ama neden? Başını iki yana sallayarak düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Onu tanımıyordu bile. Ne olmuştu ki durduk yere? Kalbinin ritmini şaşırdığını, çılgınlar gibi atmaya başladığını fark etti. Hayır, hayır. Saçmalıyordu. Derhal toparlanması ve kendine gelmesi gerekiyordu.
Kenta'nın yerinden zıplaması ile irkilerek düşüncelerinden sıyrıldı. Kenta'nın çaydanlığın demirini tutmasıyla elini yakmasını, onun paniğiyle de bardağı devirip kırmasını izledi. "Ay!" Bir an telaş ederek ne yapacağını bilemedi. Resmen misafiri yanmıştı gözlerinin önünde. Acı dolu seslerinin arasından özür dileyip yanlışlıkla olduğunu söylüyordu. "Ne olacak, hiç önemli değil. Siz iyi misiniz?" Ne aptalca bir soruydu. İyi değildi de acıyla zıplıyordu herhalde. Genç adam muhtemelen yanık acısıyla sızlayan bileğini tutarak artık gitmesi gerektiğini söyleyince Aoi bir anda sesini yükseltti. "Gitmeyin!" Ne diyordu o öyle? Neden böyle söylemişti şimdi? Kendi ağzından çıkana kendisi inanamayarak adamın kolunu tuttu. "B-Bir dakika bekleyin lütfen." Koltuğu göstererek yerine geri oturmasını işaret etti. Sonrasında banyosuna giderek banyo dolaplarını karıştırmaya başladı. Buralarda bir yerde babasının hazırladığı kaplan otu merhemi olmalıydı. Emindi. Aceleden birbirine girmiş titreyen elleriyle her yeri dağıttıktan sonra dolabın köşesinde olduğunu gördü. Hemen yanındaki sargı beziyle birlikte merhemi de alarak alelacele salona girdi Kenta'nın hala orada olduğunu umut ederek. Neyse ki gitmemişti. "Ş-Şey..." Neden bu kadar heyecanlandığına anlam veremeyerek kendi kendine sinirlendi. Yahu, daha demin ağzını kapatıp susturmaya çalışıyor ve gitmesi için dua ediyordu. Ne olmuştu şimdi? Yaklaşarak koltuğa, onun yanına geçti. Uzanarak yanan elini avuçlarının arasına aldı. "Kaplan otu merhemi. Yanıkları ve yaraları çok hızlı iyileştirme özelliği vardır." Hayashi Klanı'ndan olan birisine kaplan otunu anlatıyor olduğunu fark ederek utandı ve devam etmedi.
Merhemi avuçlarındaki yanık bölgelere doğru dairesel hareketlerle yedirmeye başladı. Bir yandan da elini, avuç içlerindeki çizgileri inceliyordu. Yanığın olduğu bölgeler, beyaz teninin üzerinde pespembe çizgiler oluşturmuştu. "Çok acıyor mu?" Yüzünü basan sıcaklık ve kalbinin ritmini değiştiren hafif gerginlikle birlikte üzerine bir huzur çökmüştü birdenbire. Yavaşça tebessüm etmekten kendini alamadı. Bir yandan da adamın elini okşamaya, merhemi yedirmeye devam ediyordu. "Olağanüstü, değil mi?" diye mırıldandı kendi kendine. "Kaplanların kendilerini bu ota sürerek yaralarını iyileştirdiğini fark ediyor insanoğlu. Sonra bu otu kullanarak kendi yaralarını iyileştirmek için merhem haline getiriyor. Sanki doğa, bizim tüm şifamızı içerisine yerleştirmiş bir mucize gibi. Yüce yaratıcı bizim için her şeyi özenle düşünmüş." Aoi kendini yine sırlar dünyasına kaptırdığını fark ederek sustu. Onun bu gereksiz laf salataları insanları çoğunlukla rahatsız ederdi. Bir tek Hokage katlanıyordu onun bu muhabbetine, o da mecburiyetten alışmış olsa gerekti. Bu düşünceler içerisindeyken hala adamın avucunu okşadığını ve bunu yaparken de kendi kendine gülümsediğini fark etti. Bir anda irkilerek durdu. "M-Merhemi yediriyorum." Elini hemen sargı bezine atarak küçük bir miktar kopardı ve merhemi sürdüğü bölgeyi kapattı. "Biraz sızlayacaktır ama ne zaman bir yerimi yaksam bununla çok hızlı iyileşirdi. Kedi çiziklerine de çok iyi geliyor." Adamın parmaklarını avucuna doğru kapayarak elini yumruk haline getirdi. Sonra başını kaldırıp ona döndü. "H-Her gün sürmek gerekir tabi." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi heyecanlandı aniden. "Yarın tekrar gelin! Merhemi tazelemek için yani." Yüzünü basan sıcaklıkla duraksadı. Hayashi Klanı'ndandı o. Belki de bu merhemin en kralı vardı onlarda. "Sizde yoksa tabi. Muhtemelen sizde daha bile faydalı bitkiler vardır. Ben şey... acil müdahale gibi düşündüm." Zorlukla susturdu kendini daha fazla saçmalamadan. Sarışın oğlanı kendisine nasıl bağlayacağını bilememiş ve onu tekrar görmek için bunu mu bahane etmişti gerçekten? Niye ilk kez aşık olmuş bir kız çocuğu gibi davranıyordu ki? Yoksa...
Hala elini tutmakta olduğunu fark ederek hızla çekti ellerini. Gözlerinde şaşkınlıkla dolu garip bir kıpırtı vardı. "Ben... Ben cam kırıklarını temizleyeyim. Ayağımıza batmasın sonra." Neyse ki bardak usturuplu kırılmıştı. İri parçaların yanında birkaç minik parça vardı süpürmesi gerekilen ancak tuzla buz olmadığına seviniyordu. Yoksa koltuk altlarından kapı aralıklarından bir ay cam kırığı çıkıp duruyordu, en sevmediği şeydi. Eğilip iri parçaları tek tek toplamaya başladı aceleyle.