Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
[Kurooni Jin] Kızıl Miras

Post by GM - Shinsei »

Üç gün geçiyor.

Tanigakure’nin kuzeyine bakan nehir bölgesinde, yosun kokusunun rüzgarla karıştığı küçük bir kulübe sığınağınız haline gelmiş durumda. Kulübe, uzun süredir sahipsiz gibi, çatısındaki kiremitlerin yarısı kırık, duvarlar rutubetli, ama içerideki sıcaklık hissi garip şekilde rahatlatıcı.

Sabahlar sessiz geçiyor. Güneş henüz tam yükselmeden Hame dışarı çıkıp antrenman yapıyor, çimenlerin üzerindeki sabah nemini her adımda havalandırıyor. Kılıcının keskin sesi rüzgarla her kavuştuğunda dikkatinizi vermek zorunda kalıyorsunuz. Her vuruşu aynı, ama içinde bir öfke var ve bunu belli ediyor. Shiho, kulübenin yanında küçük bir ateş yakmış, bambu dalından yaptığı çubuğu çayın içine karıştırıyor. Yüzünde düşünceli bir ifade, sana her baktığında gözlerini hemen kaçırıyor ama dudak kenarında belli belirsiz bir gülümseme beliriyor.

Kazuma ise köhne bir tabureye oturmuş, sigarasını yakmış halde harap olmuş botlarının altını onarıyor. Arada bir iç çekiyor, gözleri uzaklara dalıyor, ama ses etmiyor. Sadece külü, ayak ucundaki boş tenekeye düşüyor.

Ōotoko-Jin ise sessiz. Kulübenin dışında, senin yanında duruyor, sırtına eğilmiş, sanki koruma içgüdüsüyle nöbet tutar gibi. Ne zaman ağır bir şeyler kaldırsan, kukla hemen devreye giriyor. Geniş avuçlarıyla odun parçalarını taşıyor, bazen de nehrin kenarına inip büyük taşları çekiyor. O kadar ağır hareket ediyor ki, suyun üzerinde küçük dalgalar bile yaratıyor.

Öğleye doğru hava ısınıyor. Hame kulübeye dönüp çayın kokusunu içine çekiyor. "Burası fazla huzurlu, midemi bulandırıyor." diye homurdanıyor. Shiho gözlerini devirmekle yetiniyor. Kazuma ise sessizliğini bozmadan ayağa kalkıyor, senin yanına geliyor. "Artık harekete geçsek iyi olur." diyor, dudaklarının kenarından duman süzülürken. "Dinlendik ettik ama sizinle anca bir gün daha kalabilirim. Sonrasında çekip gideceğim." Cebine uzanıyor. Kırışmış bir parşömen çıkarıyor, yavaşça açıyor. Kağıt eski, kenarları suyla yıpranmış. Üst kısmında belirgin bir damga var, Tanigakure’nin spiral sembolü. Görünce hemen tanıyorsun.

Kazuma işaret parmağını bir noktaya koyuyor. "Dün köy merkezine indim. Bir rehberle tanıştım, bu haritayı ondan satın aldım. Zaten benim de işime yarayacaktır ileride, o yüzden ücretini siktir et." Kaşlarını kaldırıp seni süzüyor. "Sana balık pazarının alt depolarını arayın demiştim, hatırlıyor musun? İşte şuradan başlıyor." Parmağını nehir kenarındaki bir bölgeye bastırıyor. Haritayı dikkatle incelerken sesi biraz daha ciddileşiyor. "Muhtemelen bu alanda bu sembolün taşıyıcılarıyla karşılaşacaksın. Ama oraya gitmeden önce ne yapmak istediğini bilmem gerek."

Sözleri ağırlaşıyor. Hame’nin ve Shiho’nun dikkatini çekmemek için seni kolundan tutup kulübeden uzaklaştırıyor. Nehir kenarındaki taş köprüye kadar yürüyorsunuz. Su alttan uğuldarken, Kazuma taş korkuluğa yaslanıyor. "Bunlarla tanışıp içlerine sızacaksın diye tahmin ediyorum, değil mi?" diyor bakışlarını sudan ayırmadan. "Böylece ne olup bittiklerini anlaman daha kolay olur. Eğer gidip direkt it dalaşına gireceksen, sizinle gelmek istemiyorum. Zaten sizi şu noktaya getirerek bile kendimi yeterince tehlikeye attım."

Elini cebine atıyor, haritayı çıkarıp sana uzatıyor. "Sende dursun bu." Ardından başını kaldırıyor, güneş gözlerine vurunca bir elini siper ediyor. Göz kenarındaki yorgunluk belirginleşiyor. "Kafanda nasıl bir plan varsa açıkla, ben de fikirlerimi söyleyeyim. Net bir karar alıp ona göre hareket edelim." Su köprünün altından ağır ağır akarken, bir sonraki adımın tüm grubun kaderini belirleyeceğini hissediyorsun.
Off Topic
RP'ye hoş geldiniz! Pasiflik süresi üç gündür. İyi RP'ler!
Joined: Sun Nov 24, 2024 1:41 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Üç gün…

Tanigakure içerisinde geçen üç koca gün. Henüz bir eylem içerisinde bulunmadık, bir strateji geliştirmedik. Zihnimi mümkün olduğunca çalıştırıyorum, ancak günlerimiz biraz ilginç geçiyor. Hame her sabah, güneş tam yükselmeden antrenman yapıyor, kılıcının sesinin rüzgarla kavuşmasını dinlemek, sabah için iyi bir huzur kaynağı. Öfkeli olduğunu anlayabiliyorum, ancak neye öfkeli olduğunu tahmin edemiyorum. Shiho, kulübenin yanında küçük bir ateşe eşlik ediyor, bambu dalından yaptığı çubuğuyla çayını karıştırıyor. Yüzünde düşünceli bir ifade var, bana baktığında gözlerini kaçırıyor ama dudaklarında oluşan o gülümsemeyi görebiliyorum. Kazuma ise, taburede oturup sigarasını içiyor, bir yandan botlarını onarıyor. Onun iç çekmelerinden ve uzaklara dalmasından gitmek istediğini anlayabiliyorum, ancak lafını açmıyorum. En önemlisi ise, yeni dostum Ōotoko-Jin. Sessiz bir şekilde, yanımda duruyor, içinde sürekli koruma içgüdüsü var gibi görüyorum. Ağır bir şeyler taşıdığımda hemen yardıma geliyor, odun parçalarını taşıyor, büyük kaya parçalarını çekiyor.

Öğlene doğru, Hame kulübeye doğru döndü ve buranın fazla huzurlu olduğunu, midesini bulandırdığını söyledi. Onun ciddi problemleri olduğu hakkında kesin kanıya varmak üzereyim. Bunları düşünmeye vakit kalmadan, Kazuma yanıma gelmiş ve harekete geçmemiz gerektiğini söylemişti. Haklıydı. Bir gün daha bizimle kaldıktan sonra çekip gideceğini söylüyordu. Ancak yanında bir parşömen hediye etmişti bana, köy merkezine inip tanıştığı bir rehberden aldığı haritaydı bu. Bana balık pazarının alt depolarını gösteriyordu, bu sembolün taşıyıcıları ile karşılaşabileceğimi söylüyordu. Ancak bundan önce, ne yapmak istediğimi bilmek istiyordu. Beni kolumdan tutmuş, kulübeden uzaklaştırmıştı. Taş köprüye kadar yürüdükten sonra, tahmin ettiği senaryoyu söylemişti. Onların içine sızacağımı düşünüyordu, ancak bu yanlış bir tahmindi. Zaten bir it dalaşına gireceksek, gelmek istemediğini de belirtmişti. Haritayı da bana bıraktıktan sonra, planımı öğrenmek istediğini söylüyordu. Ben de ona karşı, biraz açık olmayı tercih etmiştim.

“Kazuma-san, kısmen haklısın. Onların içlerine sızmayı tam olarak istediğimi söyleyemem, çünkü onlar benim dostlarımın canına kaç defa kast ettiler, sana sayamıyorum. Birisinde bizim yanımızdaydın üstelik.” Dedikten sonra, hafif iri bir kayanın üstüne oturup, kunaimi çıkardım ve düz bir şekilde avcumun içine vurarak ritim tutturmaya başladım. “Önce ne istediklerini soracağım. Bunu öğrenmek istiyorum. Ancak dediğin gibi, bu işin sonu bir it dalaşı ile bitecek. Bu işin içinde ailemin de bir payı var anladığım kadarıyla. Yoksa Ōotoko-Jin’i bulmamız bir tesadüf değildi diye tahmin ediyorum. Yaptığın her şey için sağol, ancak artık yollarımızı ayırmamız en mantıklısı. Zira başına bir iş gelmesini istemem ve dediğim gibi, bu işin sonunda kan dökülecek.” Dedim. Dostlarımın canına kast eden kişilerin içine sızmak, iyi bir fikir mi bilmiyorum ancak yine de değerlendirmeye alacaktım. “Yine de her şeye rağmen, içlerine sızma fikrini değerlendireceğim.”
► Show Spoiler
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Kazuma söylediklerini sessizce dinliyor. Ne sözünü kesiyor ne de yüzünde bir itiraz beliriyor. Nehirden yükselen serinlik pelerininin kenarını hafifçe dalgalandırırken bakışlarını köprünün altından akan suya çeviriyor. Bir süre sonra başını sallıyor, dudaklarının kenarında yorgun ama dürüst bir gülümseme beliriyor. "Kan döküleceğini baştan kabul eden biriyle yürümek herkesin harcı değildir." diyor sakin bir sesle. "Senin yolun buradan sonra dar ve karanlık olacak." Kısa bir duraksamadan sonra ekliyor. "Ama kararın net. Buna saygı duyarım."

Ceketinin iç cebinden küçük, aşınmış bir deri kesecik çıkarıyor ve avucuna döküyor. İçinden üç şey seçip sana uzatıyor. İlki sade görünümlü ama ağırlığı tuhaf olan küçük bir nehir taşı. "Tanigakure’de bazı depoların zemininde bunlardan var." diyor. "Çoğu zaman sahte duvar ya da gizli kapakların kilidi olur." Ardından soluk mavi bir ip parçasını uzatıyor. "Ağ Akımı’nın alt kolları geceleri bileklerine bundan bağlar. Gündüz takmazlar. İş sırasında takılıysa taşıyıcıdır." Son olarak sesi biraz kısılıyor. "Aynı akıntıya bağlıyız lafını herkes bilmez. Doğru kişiye söylersen kapı açar, yanlış kişiye söylersen boğaz kestirir. Kullanırken dikkatli ol."

Bir an susuyor, sonra yüzü ciddileşiyor. "Balık pazarının alt depolarında ilk konuşmayı yapacaksan yalnız gitmen daha inandırıcı olur." diyor. "Ama yalnız olmadığını hissettirecek bir gölge bazen hayat kurtarır. Bilmem anlatabildim mi." Bunu söylerken bakışları istemsizce Ōotoko-Jin’e kayıyor. Haritayı sana doğru itiyor. "Bu sende kalsın." Ardından nehre doğru kısa bir bakış atıyor. "Burada fazla oyalanmayın. Herkes hareketlenmeye başladı." Köprüden ayrılırken duruyor, sana son bir kez bakıyor. "Eğer bu işten sağ çıkarsan, bir gün yine bir nehir kıyısında karşılaşalım." Sonra arkasını dönüyor ve ayak sesleri suyun uğultusuna karışana kadar yürüyüp gidiyor.

Kulübeye döndüğünde ortam hareketli. Hame kılıcını söküp yeniden bağlamış, kenarda bileğiyle ip geriyor. Başını kaldırıp sabırsızca "Eee, ne yapıyoruz artık?" diye soruyor. Ōotoko-Jin hemen arkanda duruyor, sen durunca duruyor, sen yürüyünce adımını ayarlıyor. Shiho bir anda koşarak yanınıza geliyor. Nefesi biraz hızlı, sesi alçak. "Az önce su almaya indim. Ormanın kenarında, nehir hattına paralel ilerleyen maskeli bir adam gördüm." Hızlıca ekliyor. "Doğrudan bakmıyor ama aynı hattı düzenli aralıklarla tarıyor. Devriye gibi yürüyor." Bir an durup kaşlarını çatıyor. "Fuuma shurikeni var. Bizi fark etmemiş olabilir ama çok yakında buraya kadar sokulabilir."

Hame kılıcını omzuna alıyor, yüzünde o tanıdık gergin gülümseme var. "Maskeli devriye ha..." diye mırıldanıyor. Shiho gözlerini senden ayırmıyor, kararını bekliyor. Önünde birkaç yol beliriyor. Devriyeyi sessizce izleyip takip etmek ve balık pazarına giden bağlantıyı erkenden öğrenmek. Kulübeyi hemen terk edip haritadaki alt depolara doğru hareket etmek ve inisiyatifi ele almak. Ya da Ōotoko-Jin’i önden gönderip devriyeyi ürkütmeden yönünü şaşırtmayı denemek. Elbette bunlar akla ilk gelen şeyler, sen daha detaylı şeyler düşüneceksindir elbet. Hangisini seçeceğine karar vermen gereken an tam olarak bu an oluyor.
Joined: Sun Nov 24, 2024 1:41 am
Rütbe:   
 Image
User avatar
Konohagakure
Konohagakure
Kazuma, söylediklerimi dikkatle dinledi. Bir Genin seviyesinde shinobiye göre, konuştuklarım boyumu aşsa bile, sözümü kesmemiş olması, itiraz etmemiş olması hoşuma gidiyordu. Bunu görüyor olmak, daha fazla efor sarf etmemi sağlıyordu. Ancak söylediği bir söz, kafama takılmıştı. Kan döküleceğini baştan kabul eden biriyle yürümek herkesinin harcı değildir. Yanımda getirdiğim dostlarım acaba buna hazır mıydı? Yoksa onları kabul etmeyecekleri bir kaderin içine mi sürüklüyordum? Kesinlikle bir kez daha onlarla konuşmam gerekiyordu. Evet, bu yolu tek başıma ilerlemek istemiyordum, bizim bir takım olduğumuzu kabullenmiştim ancak bu takımın içerisinde baştan kabul edilmesi gereken şeyler olduğunu da biliyordum. Üstelik, köyümüzden bu kadar uzun süre uzak kalmışken ve muhtemelen başım belaya girmiş olduğundan, daha fazlasını kaldırmak istemiyordum. Neyse ki, beni düşüncelerimden uzaklaştıran yine Kazuma olmuştu. Avucuna döktüğü şeylerin arasından önce küçük, ancak boyutuna göre garip bir ağırlığı olan nehir taşını uzatmıştı. Tanigakure’de bazı depoların zemininde bundan olduğunu, çoğu zaman sahte duvar ya da gizli kapakların anahtarı olduğunu söylüyordu. İkinci olaraksa, mavi bir ip parçası vermişti. Ağ Akımı’nın alt kolları geceleri bileklerine bundan bağladığını söylemişti. Gündüz takmıyorlardı, iş sırasında ise taşıyıcılarsa takıyorlardı. Buna özellikle dikkat etmem gerekirdi. Bir diğer dikkat etmem gereken şey ise, aynı akıntıya bağlıyız sözüydü. Beni vezir de edebilirdi, rezil de.

Balık pazarının alt depolarında ilk konuşmayı yapacaksam, yalnız gitmemi tavsiye ediyordu. Ancak yalnız olmadığımı da hissettirmem gerektiğini söylüyordu. Neyi kastettiğini anlamam zor olmamıştı arkamdaki koruyucu deve baktığım zaman. Kazuma, haritasını da bana bırakmıştı, artık oyalanmayı bırakıp harekete geçmemiz gerektiğini söylüyordu. Son cümlelerine karşılık, sakince gülümsemiştim. Arkasını dönüp gitmesini izledim bir süre boyunca. “Karşılaşalım, Kazuma-san.” Yolda edindiğin dostlukların, zaman zaman güzel tebessümleri olur. Umarım bir gün bir yerde tekrardan karşılaşabiliriz. Seni unutmayacağım.

Kendimce vedamı ettikten sonra, kulübeye dönmüştüm. Ortam hareketlenmişti, Hame kılıcını söküp yeniden bağlamıştı. Bana ne yapacağımızı sorduğunda, Shiho koşarak yanıma doğru gelmişti. Su almaya indiğini, nehir hattına paralel ilerleyen maskeli bir adam gördüğünü söylemişti. Doğrudan bakmasa da, aynı hattı düzenli aralıklarla taradığını söylüyordu. Muhtemelen dediği gibi bir devriyeydi, aynı zamanda Fuuma shurikeni olması, bizim için problem olabilir gibi görünüyordu. Hame, kılıcını omzuna almıştı, savaşmaya hazır duruyordu ama bu yeri değildi. Şimdilik tehlikeden uzak kalmak durumundaydık. Burayı bir an önce terk etmemiz gerektiğinin farkındaydım, ancak nasıl bir yol izlemeliydik ondan emin olamıyordum. “Devriyeye karşı bir eyleme geçemeyiz. Bu direkt olarak sinyalleri üstümüze çeker. Devriyeye çıkmış birisinin geri dönememesi bile, başlı başına büyük bir problem.” Dedim ilk olarak. Burayı terk etmemiz gerekiyordu ancak nasıl terk edeceğimiz konusuna karar veremiyordum. “Bir şekilde devriyenin problem olduğunu düşünmesini engellemek zorundayız.” Buradan ayrılmalıydık. “Buradan ayrılalım. Elimdeki haritaya göre hareket edelim, şimdilik birbirimize bağlı kalarak ilerlememiz en doğrusu. Sonradan yollarımızı ayırmamız gerekebilir. Devriyenin gözüne batmadan, alt depolara doğru hareket etmeye çalışacağız. Önemli olan burayı terk etmek, alt depolara giden yolu tam olarak kesinleştirdiğimiz zaman planın geri kalanını konuşacağız. İlerleyelim. Bir an önce.” Dedikten sonra, aklıma hızlı bir şekilde plan geldi ve Ōotoko-Jin’e döndüm. “Bir avucuna Hame’yi, bir avucuna Shiho’yu alman lazım. Ben de ensene çıkacağım. sonrasında haritaya bakarak sana tarif edeceğim, ancak maskeli bir adam görürsen, o yoldan gitmeyeceğiz, görünmeyeceğiz, tamam mı?” diyerek planın devamını getirdim.
► Show Spoiler
Joined: Tue Nov 26, 2024 9:39 pm
User avatar
Game Master
Game Master
Ōotoko-Jin söylediklerini duyduğu anda hiçbir tereddüt göstermiyor. Geniş omuzları hafifçe alçalıyor, gövdesini dengeleyip dizlerini kırıyor. Önce Hame’yi, sonra Shiho’yu dikkatle ama şaşırtıcı bir yumuşaklıkla avuçlarının içine alıyor. Metal ve etten oluşan parmaklarının baskısı sert ama incitmiyor, sanki ne kadar güç uygulaması gerektiğini içgüdüsel olarak biliyor. Sen ensesine çıktığında, sırt kasları bir an için geriliyor, ardından ağır ama sessiz bir ritimle yürümeye başlıyor.

Dağ patikasından değil, kulübenin arkasındaki sık çalılıkların arasından giriyorsunuz. Haritayı zihninde canlandırarak yön tarif ederken, Ōotoko-Jin adımlarını neredeyse doğal bir hayvan gibi ayarlıyor. Taşlara basmıyor, kuru dalları ezmiyor, rüzgarın yönüne göre ilerliyor. Bir noktada uzaktan iki fener ışığı beliriyor. Sen ensesinden hafifçe sola dokunduğunda, hiç duraksamadan yön değiştiriyor ve sizi kayaların arasındaki dar bir oyuktan geçiriyor. Hame dişlerini sıkmış durumda, Shiho nefesini tutuyor ama tek bir ses çıkmıyor.

Nehir hattına paralel ilerledikçe Tanigakure’nin arka yüzü ortaya çıkıyor. Turistik ya da merkezdeki canlı bölgeden eser yok. Burası daha çok yük yollarının, gece işlerinin ve unutulmuş geçitlerin olduğu bir hat. Ahşap iskelelerin altından geçiyorsunuz, yukarıdan su damlaları düşüyor, yosun kokusu ağırlaşıyor. Bir noktada Ōotoko-Jin duruyor. Sen de durmasını istemişsin gibi hissediyorsun, çünkü aşağıda bir hareket var.

Alt depolara giden ana girişlerden biri karşınızda beliriyor. Ama giriş boş değil. İki farklı detay aynı anda gözüne çarpıyor. İlki, girişin hemen önünde yere bırakılmış soluk mavi bir ip parçası. Ağ Akımı’na ait olduğu neredeyse kesin. İkincisi ise daha rahatsız edici. Depo girişinin taş kemerine, senin daha önce gördüğün mühür formasyonlarına çok benzeyen ama birebir aynı olmayan yeni bir mühür işlenmiş. Daha taze. Kan henüz tamamen kararmamış.

Tam o sırada, haritada işaretli olmayan dar bir yan geçit fark ediyorsun. Depo girişinin biraz ilerisinde, nehre doğru inen eski bir servis tüneli. Kısmen çökmüş, karanlık ve sessiz. Öte yandan ana depo girişi daha açık, daha riskli ama doğrudan hedefe götürüyor gibi duruyor.

Ōotoko-Jin hafifçe başını eğiyor, sanki senin kararını bekliyor. Hame’nin eli kılıcının kabzasında, Shiho’nun bakışları mühürden tünele, tünelden tekrar sana kayıyor. Önünde iki net seçenek beliriyor. Ya mavi ipin ve taze mührün olduğu ana girişten girip doğrudan Ağ Akımı’yla yüzleşeceksin, ya da haritada olmayan, karanlık servis tünelini kullanıp görünmeden içeri sızmayı deneyeceksin. Ama bazı tanıdıklar bana senin Kudretli bir adam olduğunu söylüyor, o yüzden belki başka planların da vardır.
Post Reply