Ayaklarımın altında ezilen toprağın yumuşak sesleri eşliğinde yürüdük birkaç dakika. İşin bir noktasında Aoi, yorulup yorulmadığımı sorduğunda, sanki yorulmak diye bir kelimeyi hiç bilmiyormuşumcasına "Yoo, niye yorulayım." diye omuz silktim. Hafiften titremeye başlamış dirseklerim ise "Oğlum bak, biz çok dayanmayız bence bu işe. Sal kızı." diyordu. Yine de kızı indirmedim "Siz dayanırsınız aslanlarım!" yaparak. Beni yüz üstü bırakmadılar. Bir süre sonra altımızdaki yol sertleşmeye, biraz daha düzelmeye başladı. Islak seslerin azalması eşliğinde Aoi'ye baktım yukarıdan yukarıdan, gülümseyerek. "Burası gibi ıslak değil orda çimenler." dedim içini rahatlatmak için. "Hem çamura oturtmaya götürecek kadar salak mıyım ben? Aşk olsun." yapıp, bizi dalların sakladığı geçite götürecek son adımlarımızı da attım.
Sık ağaçların bir örümcek ağı misali örülerek gizlediği geçite ulaştığımızda kızı indirdim kucağımdan. Her dal bir diğerine sarılmış, adeta bir duvar örmüş gibiydi. Kalın gövdelerin arasında kalan açıklıklar ise sarmaşıklar ve yosunlar ile kaplanmıştı. Aşağı indikten sonra izlediğim yol buraya geldiğimiz an çok kısa bir süreliğine daralıyor, burayı geçince ise büyük bir açıklığa geçit veriyordu. Aslında, bu kadar dar olmasaydı bir vadi olabilirdi bu uçurum, avlu ise çoktan keşfedilir ve birileri tarafından kullanılıyor olurdu. Elimle dallara el atmaya başladım. Geçitin tam ortasında dallar arasında bir boşluk vardı fakat bu boşluk bile birinin geçebileceği kadar net bir yol sunmuyordu. Bu yüzden aradan geçebilmek için zaman zaman eğilmek, dalları itelemek gerekiyordu. Eğer yeterince dikkatli olmazsanız dal parçaları sizi çizebiliyordu bile. Düşününce, burayı benden başka birinin keşfetmesini engelleyebilecek bir tür güvenlik önlemi gibi aslında tüm bunlar.
"Buradan dikkatli geçin." dedim hafif bir tonla, Aoi'nin arkasında rahat geçmesini sağlamak için bir dalı yana çekerken. Zemin ayak bileklerimize kadar gelen yumuşak çimenler ve ufak bitkilerle kaplanmaya başladı. Çamurun o ağır yapışkanlığı ise hepten gitmişti, yerini daha kuru, bir halı misali her yeri kaplayan yemyeşil çimenlere bırakmıştı. İlerledikçe zemin daha da düzleşti ve yürümek kolaylaştı. En sonunda da sık ağaçların çember gibi dizildiği, aralarında geniş bir açıklık oluşturduğu o avluya uzaklaştık. Gözlerimi şöyle etrafta gezdirdim ellerimi belime koyarak. Mis gibi çimenlerle kaplı bu alan hala aynı dinginlikteydi. Toprağın kendine has kokusu burnuma doldu. "İşte, burası da benim gizli yerim." diye seslendim Aoi'ye, sesimde gururun ve huzurun bir karışımıyla. "Burada her şey sakin, sessiz."
Ortalara doğru ilerleyip kendimi yere atarak oturdum. Çimenler o kadar sıktı ki burada, biraz daha dirençli olabilseler belki beni geri zıplatabilirlerdi. Başımı geriye yaslayıp gökyüzünün sık yapraklar arasından görünmeye çalışan parçalarına baktım. Açıklığın yukarısında dallar arasından hafif bir güneş ışığı sızıyordu. Yaprakların gölgeleri çimenlerin üzerinde desenler çiziyor, rüzgar ise onları nazikçe oynatıyordu. Burası her zaman olduğu gibi beni dış dünyadan koparıp kendi sessizliğime saran bir cennet gibiydi, ve bu sefer yalnız değildim. Burada Aoi ile başbaşa olmak buranın anlamını bir miktar daha arşa çıkarmıştı benim için.
Elimle yanımı işaret ederek kızı çağırdım oturması için. Oturduğunda ise kalbim aniden hızlanmaya başladı. Bu normal bir şey miydi? Sanki bir anda yerimden kalkıp birkaç metre ileriye oturmalıymışım gibi garip bir tedirginlik, ama hafif de tatlı olan bir heyecan sardı içimi. Kızı oturması için çağırdıktan sonra benim kalkıp gitmem aşırı saçma olacağı için, bastırdım içimdeki bu kaçma isteğini. Bunun yerine derin bir nefes aldım ve göz ucuyla ona baktım. Yüzünde, ince bir tebessüm vardı, ya da ben öyle olduğunu hayal ediyordum. Bu düşünce bile kafamı daha da karıştırmaya yetti. Şimdiye kadar birine bu kadar yakın hissedip de bu kadar kısa sürede böylesine yoğun bir duygunun içine çekildiğimi hatırlamıyorum. İlk görüşte aşk diye bir şey gerçekten var mıydı? Daha önce bu konuda duyduklarımı düşündüm. Kitaplar, filmler, hikayeler. Hepsi bir anda karşılaştığınız bir kişinin hayatınızı alt üst edebileceğini, size bambaşka bir dünyanın kapılarını açabileceğini söylüyordu. Ama gerçek hayatta da böyle şeyler olabilir miydi? Bir insanı tanımadan, onun kim olduğunu, nelerden hoşlandığını, zaaflarını ya da güçlü yanlarını bilmeden bu kadar yoğun bir his nasıl mümkün olabilirdi?
İşin garip yanı, Aoi hakkında bildiklerim sıfır da değildi. Heyecanlı ve hevesli doğası her seferinde kız hakkında yeni bir şeyler öğrenmeme sebep veriyor, ben de bu bilgileri ekmek kırıntısına abanan güvercinler gibi toplayıp aklımın kumbarasına atıyordum. Ona kafayı daha çok takmak için bahane miydi bunlar? O zaman neden kedi yavrularından bahsettiğinde "Bir sonrakilerin adlarını da Zeytin, Peynir, Simit ve Salça koyarız." demek için güçlü bir duygu hissediyorum? Neden ona dokunmak için bahaneler yaratıyor, her boş anım onun hayalleriyle doluyor? Bu his gerçek bir bağ değil ise Aoi'ye bakarken onun gülüşünde ve gözlerinde ışıkta neden kendimi kaybediyorum?
Dahası, belki içine düştüğüm bu durumda yalnız da değilimdir. Bazı kelimeleri bilinç altıma onun da benden farklı hissetmediği düşüncesini işliyordu. İkimizin de yalnızlığının son bulması için birbirimize eşlik etmemizi söylemesi, beni özledi diye buraya gelmesi... Çektiği Güneş Kartı'na benzediğime inandırmak için direnişi. Bu kadar şeyi yanlış yorumluyor olabilir miyim? Eğer öyleyse, burada bu özel yerde kendime hakim olamazsam ne kadar haksız duruma düşerdim? Bu beni dünyanın en iğrenç insanı mı yapardı?
Aklımda tüm bu sorular yankılanırken bir şey fark ettim. Belki de bu kadar tereddütlü olmam sadece hayata olan karamsarlığımdan kaynaklı değildir. Aoi'nin bana olan ilgisini yanlış değerlendirmemle iligili bir korkum da vardı. Eğer o da aynı şekilde hissediyorsa, belki bu ilk görüşte aşkın gerçek olabileceği anlamına geliyordu.
Buradan sonrasında ise geriye tek bir problem kalıyor zaten. Bu hissi hemen kabul etmek mi? Yoksa biraz daha beklemek mi?
"Öğretmenden neden kafama kestane yediğimi merak etmiyor musunuz?" dedim uzun bir sessizlikten sonra. Kalbim hala gümbür gümbür atıyordu ama gariptir ki zihnim berraklaşmış gibiydi. Beklememeyi mi tercih etmiştim? Hala cevaplayamadığım bir yığın soru, aşamadığım tonla korku vardı ama Aoi yanı başımda otururken tüm bunları tek başıma yaşamak, dayanılmaz hale geliyordu. Gülümsedim, ama gülümsememde belki de bir tuhaflık vardı. Sonrasında sözlerim kendiliğinden dökülüverdi.
"Çünkü her boş kaldığımda aklımda siz varsınız. Yine dalıp gittiğimi gördüğü için kızdı bana." Kafamı önüme çevirdim. Suratım git gide yanmaya başlıyor, sıcaklığın arttığını hissediyordum. Bundan sonrasında suratına değil de karşıya bakarak konuşmak daha rahat olacaktı. "Bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum. Belki burada başbaşa kalmasaydık, konuşmazdım bile, saklardım. Sanırım başaramayacağım bunu." Derin bir nefes alarak devam ettim. "Sizinle ilgili hayaller kuruyorum. Sizi düşündükçe dünya sadece ikimizin etrafında dönüyor gibi geliyor ve... Bence, buna alışmak çok zor. Bir yandan çok güzel bir his, diğer yandan çok ağır ve yoğun."
Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Zihnim kadar kalbim de berraklaşsa keşke, biraz yavaşlasa. "Burada sizin yanınızdayken belki de en doğru şey bunu söylemekti. Fakat bu hisler o kadar kaotik ki, belki de aynı zaman da en yanlış şey de olabilir konuşmak."
Ve birden her şeyin daha hafif olduğunu hissettim. Sanki yapraklar durdu, kuşlar ötmeye ara verdi. Rüzgar en tatlı yerindeyken vazgeçti esmekten. "İçimdeki bu her şeyin adı aşktır belki de."
Sık ağaçların bir örümcek ağı misali örülerek gizlediği geçite ulaştığımızda kızı indirdim kucağımdan. Her dal bir diğerine sarılmış, adeta bir duvar örmüş gibiydi. Kalın gövdelerin arasında kalan açıklıklar ise sarmaşıklar ve yosunlar ile kaplanmıştı. Aşağı indikten sonra izlediğim yol buraya geldiğimiz an çok kısa bir süreliğine daralıyor, burayı geçince ise büyük bir açıklığa geçit veriyordu. Aslında, bu kadar dar olmasaydı bir vadi olabilirdi bu uçurum, avlu ise çoktan keşfedilir ve birileri tarafından kullanılıyor olurdu. Elimle dallara el atmaya başladım. Geçitin tam ortasında dallar arasında bir boşluk vardı fakat bu boşluk bile birinin geçebileceği kadar net bir yol sunmuyordu. Bu yüzden aradan geçebilmek için zaman zaman eğilmek, dalları itelemek gerekiyordu. Eğer yeterince dikkatli olmazsanız dal parçaları sizi çizebiliyordu bile. Düşününce, burayı benden başka birinin keşfetmesini engelleyebilecek bir tür güvenlik önlemi gibi aslında tüm bunlar.
"Buradan dikkatli geçin." dedim hafif bir tonla, Aoi'nin arkasında rahat geçmesini sağlamak için bir dalı yana çekerken. Zemin ayak bileklerimize kadar gelen yumuşak çimenler ve ufak bitkilerle kaplanmaya başladı. Çamurun o ağır yapışkanlığı ise hepten gitmişti, yerini daha kuru, bir halı misali her yeri kaplayan yemyeşil çimenlere bırakmıştı. İlerledikçe zemin daha da düzleşti ve yürümek kolaylaştı. En sonunda da sık ağaçların çember gibi dizildiği, aralarında geniş bir açıklık oluşturduğu o avluya uzaklaştık. Gözlerimi şöyle etrafta gezdirdim ellerimi belime koyarak. Mis gibi çimenlerle kaplı bu alan hala aynı dinginlikteydi. Toprağın kendine has kokusu burnuma doldu. "İşte, burası da benim gizli yerim." diye seslendim Aoi'ye, sesimde gururun ve huzurun bir karışımıyla. "Burada her şey sakin, sessiz."
Ortalara doğru ilerleyip kendimi yere atarak oturdum. Çimenler o kadar sıktı ki burada, biraz daha dirençli olabilseler belki beni geri zıplatabilirlerdi. Başımı geriye yaslayıp gökyüzünün sık yapraklar arasından görünmeye çalışan parçalarına baktım. Açıklığın yukarısında dallar arasından hafif bir güneş ışığı sızıyordu. Yaprakların gölgeleri çimenlerin üzerinde desenler çiziyor, rüzgar ise onları nazikçe oynatıyordu. Burası her zaman olduğu gibi beni dış dünyadan koparıp kendi sessizliğime saran bir cennet gibiydi, ve bu sefer yalnız değildim. Burada Aoi ile başbaşa olmak buranın anlamını bir miktar daha arşa çıkarmıştı benim için.
Elimle yanımı işaret ederek kızı çağırdım oturması için. Oturduğunda ise kalbim aniden hızlanmaya başladı. Bu normal bir şey miydi? Sanki bir anda yerimden kalkıp birkaç metre ileriye oturmalıymışım gibi garip bir tedirginlik, ama hafif de tatlı olan bir heyecan sardı içimi. Kızı oturması için çağırdıktan sonra benim kalkıp gitmem aşırı saçma olacağı için, bastırdım içimdeki bu kaçma isteğini. Bunun yerine derin bir nefes aldım ve göz ucuyla ona baktım. Yüzünde, ince bir tebessüm vardı, ya da ben öyle olduğunu hayal ediyordum. Bu düşünce bile kafamı daha da karıştırmaya yetti. Şimdiye kadar birine bu kadar yakın hissedip de bu kadar kısa sürede böylesine yoğun bir duygunun içine çekildiğimi hatırlamıyorum. İlk görüşte aşk diye bir şey gerçekten var mıydı? Daha önce bu konuda duyduklarımı düşündüm. Kitaplar, filmler, hikayeler. Hepsi bir anda karşılaştığınız bir kişinin hayatınızı alt üst edebileceğini, size bambaşka bir dünyanın kapılarını açabileceğini söylüyordu. Ama gerçek hayatta da böyle şeyler olabilir miydi? Bir insanı tanımadan, onun kim olduğunu, nelerden hoşlandığını, zaaflarını ya da güçlü yanlarını bilmeden bu kadar yoğun bir his nasıl mümkün olabilirdi?
İşin garip yanı, Aoi hakkında bildiklerim sıfır da değildi. Heyecanlı ve hevesli doğası her seferinde kız hakkında yeni bir şeyler öğrenmeme sebep veriyor, ben de bu bilgileri ekmek kırıntısına abanan güvercinler gibi toplayıp aklımın kumbarasına atıyordum. Ona kafayı daha çok takmak için bahane miydi bunlar? O zaman neden kedi yavrularından bahsettiğinde "Bir sonrakilerin adlarını da Zeytin, Peynir, Simit ve Salça koyarız." demek için güçlü bir duygu hissediyorum? Neden ona dokunmak için bahaneler yaratıyor, her boş anım onun hayalleriyle doluyor? Bu his gerçek bir bağ değil ise Aoi'ye bakarken onun gülüşünde ve gözlerinde ışıkta neden kendimi kaybediyorum?
Dahası, belki içine düştüğüm bu durumda yalnız da değilimdir. Bazı kelimeleri bilinç altıma onun da benden farklı hissetmediği düşüncesini işliyordu. İkimizin de yalnızlığının son bulması için birbirimize eşlik etmemizi söylemesi, beni özledi diye buraya gelmesi... Çektiği Güneş Kartı'na benzediğime inandırmak için direnişi. Bu kadar şeyi yanlış yorumluyor olabilir miyim? Eğer öyleyse, burada bu özel yerde kendime hakim olamazsam ne kadar haksız duruma düşerdim? Bu beni dünyanın en iğrenç insanı mı yapardı?
Aklımda tüm bu sorular yankılanırken bir şey fark ettim. Belki de bu kadar tereddütlü olmam sadece hayata olan karamsarlığımdan kaynaklı değildir. Aoi'nin bana olan ilgisini yanlış değerlendirmemle iligili bir korkum da vardı. Eğer o da aynı şekilde hissediyorsa, belki bu ilk görüşte aşkın gerçek olabileceği anlamına geliyordu.
Buradan sonrasında ise geriye tek bir problem kalıyor zaten. Bu hissi hemen kabul etmek mi? Yoksa biraz daha beklemek mi?
"Öğretmenden neden kafama kestane yediğimi merak etmiyor musunuz?" dedim uzun bir sessizlikten sonra. Kalbim hala gümbür gümbür atıyordu ama gariptir ki zihnim berraklaşmış gibiydi. Beklememeyi mi tercih etmiştim? Hala cevaplayamadığım bir yığın soru, aşamadığım tonla korku vardı ama Aoi yanı başımda otururken tüm bunları tek başıma yaşamak, dayanılmaz hale geliyordu. Gülümsedim, ama gülümsememde belki de bir tuhaflık vardı. Sonrasında sözlerim kendiliğinden dökülüverdi.
"Çünkü her boş kaldığımda aklımda siz varsınız. Yine dalıp gittiğimi gördüğü için kızdı bana." Kafamı önüme çevirdim. Suratım git gide yanmaya başlıyor, sıcaklığın arttığını hissediyordum. Bundan sonrasında suratına değil de karşıya bakarak konuşmak daha rahat olacaktı. "Bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum. Belki burada başbaşa kalmasaydık, konuşmazdım bile, saklardım. Sanırım başaramayacağım bunu." Derin bir nefes alarak devam ettim. "Sizinle ilgili hayaller kuruyorum. Sizi düşündükçe dünya sadece ikimizin etrafında dönüyor gibi geliyor ve... Bence, buna alışmak çok zor. Bir yandan çok güzel bir his, diğer yandan çok ağır ve yoğun."
Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Zihnim kadar kalbim de berraklaşsa keşke, biraz yavaşlasa. "Burada sizin yanınızdayken belki de en doğru şey bunu söylemekti. Fakat bu hisler o kadar kaotik ki, belki de aynı zaman da en yanlış şey de olabilir konuşmak."
Ve birden her şeyin daha hafif olduğunu hissettim. Sanki yapraklar durdu, kuşlar ötmeye ara verdi. Rüzgar en tatlı yerindeyken vazgeçti esmekten. "İçimdeki bu her şeyin adı aşktır belki de."
Kenta yorulmadığı konusunda ısrar edince Aoi de diretmedi. Biraz ileride çimenlik kuru alanın olduğunu, onu çamura oturtacağını düşündüğü için darıldığını ifade etmişti. Mahcup mahcup sesler çıkardı Aoi pek bir anlama gelmeyen. Çok kısa süren bir yürüyüşten sonra da Kenta durup onu kucağından indirmişti. Aoi, ayakları yeniden toprağa değdiğinde derin bir yoksunluk hissine kapıldı. Belki de kucaklanmak değil, sarılmaktı ihtiyacı olan şey ama bundan henüz haberdar değildi. Kenta'nın, üzerine kokusu sinmiş hırkasına iyice sarılarak sık ağaçlarla kaplı bölgeyi izledi. Herkesten ve her şeyden uzakta, kendi halinde bir dünyaydı burası. Ağaçlarla öyle sıkı örülmüştü ki doğal bir sur halini almıştı. Yaprak hışırtıları ve kuş cıvıltıları dışında hiçbir ses yoktu. Kendi nefes sesi ve adım atarken çıkardığı hışırtı seslerini duyuyordu bunlar dışında bir tek. Kenta ağaç dallarını eğip bükerek bir başka yola dolu ilerlemeye başladı. Aoi hemen arkasından onu takip etti. Dallar insanın gözünü bile oyardı burada. İlerledikçe zemindeki çimenler sıklaşıyordu. Biraz daha ilerlediklerinde ise geriye balçık kıvamındaki topraktan bir şey kalmamıştı. Ağaçların etrafında dizildiği, tamamen sık bitki örtüsü ile kaplı, dümdüz bir alandı. "Burası çok... güzel." Güzelliğini ifade edecek başka bir kelime bulamıyordu. Aoi imkanı olsa belki de hayatının sonuna dek böyle bir yerde yaşardı. Burada onu kimse bulamazdı. Yalnızlığını insanların içinde değil, gerçek bir yalnızlıkta yaşardı. Bitkiler ve böceklerden başka konuşacak kimsesi olmazdı. Ama aslında bunu istemiyordu. Kenta'yı istiyordu. Yanında, onunla birlikte.
Kenta yastık gibi gür çimenlere kendini atıp oturduğunda yanını işaret ederek onu çağırmıştı. Aoi hemen yanına çöktü. Başını yukarı kaldırıp gökyüzünü izleyen Kenta'nın yüzünü inceledi uzun uzun. Gözlerinde gururlu bir bakış vardı. Saçları yolculuğun etkisiyle biraz dağılmıştı. Çok güzel ve yüzüne yakışan bir burnu vardı. Dudakları yumuşacık görünüyordu. Uzanıp yüzüne dokunmak ve tüm yüz hatlarını parmaklarıyla çizerek haritasını çıkartmak istedi ancak bu isteğini zorlukla durdurdu. Kalbi yeniden gümbür gümbür atmaya başlamış, kan yüzüne sıçramıştı. Onu izlerken farkında olmadan gülümsediğini fark etti. Onu çok mutlu eden bir şey vardı bu adamda. Sanki sürekli sisli bir gece gibi olan hayatına güneş ve gökkuşağı getirmişti. Aoi hep sisli geceyi çok sevdiğini düşünürdü. Bundan fazlasıyla memnun olduğunu, daha fazlasını istemediğini düşünürdü ancak şimdi fark ediyordu ki hiç güneş ve gökkuşağı yaşamadığı içindi bu memnuniyeti. Bu hissi tattıktan sonra önceki hayatı tuzsuz bir yemek gibi gelmeye başlamıştı ona. Anne ve babasının birbirlerine olan bakışları geliyordu aklına. Onların birlikteliklerinden aldıkları o hazzı ve kuvveti hiç anlamlandıramazdı. Ama şimdi anlayabiliyordu. Peki bu kadar çabuk olması normal miydi? Onlar da böyle bir anda mı yaşamışlardı bunu? Yoksa zaman içinde büyümüş ve gelişmiş miydi? Aoi insanların bedenlerine değil ruhlarına ilgi duyduğunu düşünürdü hep. Öldükten sonra geriye kalacak olan oydu. Onunla yaşayacak olan şey ruhtu. Bu yüzden manevi olarak kurulan bağın gücüne inanmıştı her zaman. Bedensel zevklerin üstünde görüyordu bunu. Şimdi yine anlıyordu ki her ikisini de arzulamak ve istemek mümkündü. Onun ruhunda Kenta'yı çeken bir şeyler vardı. Yaşadıkça öğrenecekleri bir şeydi belki bu. Öte yandan ona dokunmak da istiyordu. Dünyevi bedenini sarmak istiyordu.
Tüm bu duyguların bir anda ona fazla geldiği hissiyle başını çevirdi ve çimenleri izlemeye başladı. Acele edip yanlış bir adım atacak olursa her şeyi kaybederdi. Ucundan yakaladığı bu duyguların avuçlarından kayıp gitmesini izlemeye dayanamayacaktı. Bakışlarını yavaşça çimlerden onun bacaklarına ve ellerine kaydırdı. O eller çok kısa bir süre önce kendi ellerine dokunmuştu. Hırkayı etrafına sararak iyice içine gömüldü. Kendini bu hırka gibi hissediyordu. Unutulduğunu ve bir kenara bırakıldığını, belki yatak altında tozlanmaya terk edildiğini düşündüğü esnada onu bulup çıkartmış ve ona ne kadar değer verdiğini söylemişti. Evet bu ona direkt söylenmemişti ancak Aoi'nin hissettiği buydu. Hayatında ilk kez aile üyeleri dışında bir başkası tarafından gerçekten önemsendiğini ve değer verildiğini hissediyordu. Oturup onu dinlemesi, misafir olarak kabul etmesi bile yeterliydi ona. Hatta ömrünün sonuna dek onun misafiri olarak buralara uğrasa bile olurdu.
Aralarındaki farkına bile varmadığı sessizliği ilk Kenta bozmuştu. Kafasına neden kestane yediğini merak edip etmediğini sormuştu. Aoi cevap vermedi ancak meraklı bakışlarını onun gözlerine dikti. Sonrasında kurduğu cümleler Aoi'nin yine nefes almayı unutmasına sebep olmuştu. Aklı başından gitmiş ve dünyası dönmeyi bırakmıştı. Gecesi ve gündüzü iç içe girmişti. Söyledikleri bitince bir süre duraksadı ne tepki vereceğini bilemeyerek. Yutkundu. Paniklediğini hissediyordu. Bu sefer gerçekten panikliyordu. Heyecandan buz kesmiş ellerinin titrediğini, öte yandan sıcak terler akıttığını hissediyordu. "Aşk mı?" dedi zorlukla. Bir süre önüne bakarak hiçbir şey söylemedi. Kenta'nın dudaklarından dökülen cümleler, Aoi'nin son günlerde yaşadığı çıkmazın birebir aynısıydı. Aynı kalp ağrısını hissediyorlardı. Bu mümkün olabilir miydi? "Son günlerde zihnim o kadar dalgındı ki dini ritüellerden bile azat edildim. Sürekli sizi düşünüyordum. Bazen evin camından sizi gördüğümü sanıyordum. Rüyalarımda da vardınız hep. Aslında sizi rahatsız etmek istemediğim için gelmeyecektim, araya biraz zaman koyacaktım ama dayanamadım. Sizi görmeye ihtiyacım vardı." Kenta'ya doğru kayarak biraz daha yaklaştı. Ona doğru eğildi. Bir elini onun yanağına götürerek okşamaya başladı. "Bu tarz şeyler yapmak istiyorum sürekli." Sonrasında onun boştaki diğer elini tuttu. Kendi yanağına götürdü ve yüzüne bastırdı. "Sizin de böyle şeyler yapmanızı istiyorum. Hatta fazlasını-" Derken kendini susturdu. Aceleci olmayacağını söylememiş miydi az önce? "Aşk olabilir mi? Ben daha önce hiç aşık olmadım. Hiç böyle de hissetmedim." Yüzü tedirgin bir düşünceyle karardı sonrasında. "Ama benimle ilişkiniz olmasını klanınız nasıl karşılar? Uğursuzluk getirdiğimi düşünürler mi? Gittiğimiz yerde ölüme sebep olduğumuza dair bazı söylentiler çıkarıyor bazıları. Hatta sizinkileri sırf buraya geldiğim için bile korkutmuş olabilirim. Çok güzel bir yerleşkeniz ve huzur dolu bir klanınız var. Size benim yüzümden kötü davranırlarsa çok üzülürüm..." Eğer bu ilişkiyi sürdürmeye ve hatta bir sonraki aşamaya taşımaya niyetlilerse o halde mücadele etmeleri gereken pek çok zorluk ve önyargı olacaktı. Kenta ilerde bir gün bu sebeple ona içerlenirse bu üzüntüyü kaldıramayabilirdi. Bu yüzden konuyu direkt gündeme getirmek istedi.
Kenta yastık gibi gür çimenlere kendini atıp oturduğunda yanını işaret ederek onu çağırmıştı. Aoi hemen yanına çöktü. Başını yukarı kaldırıp gökyüzünü izleyen Kenta'nın yüzünü inceledi uzun uzun. Gözlerinde gururlu bir bakış vardı. Saçları yolculuğun etkisiyle biraz dağılmıştı. Çok güzel ve yüzüne yakışan bir burnu vardı. Dudakları yumuşacık görünüyordu. Uzanıp yüzüne dokunmak ve tüm yüz hatlarını parmaklarıyla çizerek haritasını çıkartmak istedi ancak bu isteğini zorlukla durdurdu. Kalbi yeniden gümbür gümbür atmaya başlamış, kan yüzüne sıçramıştı. Onu izlerken farkında olmadan gülümsediğini fark etti. Onu çok mutlu eden bir şey vardı bu adamda. Sanki sürekli sisli bir gece gibi olan hayatına güneş ve gökkuşağı getirmişti. Aoi hep sisli geceyi çok sevdiğini düşünürdü. Bundan fazlasıyla memnun olduğunu, daha fazlasını istemediğini düşünürdü ancak şimdi fark ediyordu ki hiç güneş ve gökkuşağı yaşamadığı içindi bu memnuniyeti. Bu hissi tattıktan sonra önceki hayatı tuzsuz bir yemek gibi gelmeye başlamıştı ona. Anne ve babasının birbirlerine olan bakışları geliyordu aklına. Onların birlikteliklerinden aldıkları o hazzı ve kuvveti hiç anlamlandıramazdı. Ama şimdi anlayabiliyordu. Peki bu kadar çabuk olması normal miydi? Onlar da böyle bir anda mı yaşamışlardı bunu? Yoksa zaman içinde büyümüş ve gelişmiş miydi? Aoi insanların bedenlerine değil ruhlarına ilgi duyduğunu düşünürdü hep. Öldükten sonra geriye kalacak olan oydu. Onunla yaşayacak olan şey ruhtu. Bu yüzden manevi olarak kurulan bağın gücüne inanmıştı her zaman. Bedensel zevklerin üstünde görüyordu bunu. Şimdi yine anlıyordu ki her ikisini de arzulamak ve istemek mümkündü. Onun ruhunda Kenta'yı çeken bir şeyler vardı. Yaşadıkça öğrenecekleri bir şeydi belki bu. Öte yandan ona dokunmak da istiyordu. Dünyevi bedenini sarmak istiyordu.
Tüm bu duyguların bir anda ona fazla geldiği hissiyle başını çevirdi ve çimenleri izlemeye başladı. Acele edip yanlış bir adım atacak olursa her şeyi kaybederdi. Ucundan yakaladığı bu duyguların avuçlarından kayıp gitmesini izlemeye dayanamayacaktı. Bakışlarını yavaşça çimlerden onun bacaklarına ve ellerine kaydırdı. O eller çok kısa bir süre önce kendi ellerine dokunmuştu. Hırkayı etrafına sararak iyice içine gömüldü. Kendini bu hırka gibi hissediyordu. Unutulduğunu ve bir kenara bırakıldığını, belki yatak altında tozlanmaya terk edildiğini düşündüğü esnada onu bulup çıkartmış ve ona ne kadar değer verdiğini söylemişti. Evet bu ona direkt söylenmemişti ancak Aoi'nin hissettiği buydu. Hayatında ilk kez aile üyeleri dışında bir başkası tarafından gerçekten önemsendiğini ve değer verildiğini hissediyordu. Oturup onu dinlemesi, misafir olarak kabul etmesi bile yeterliydi ona. Hatta ömrünün sonuna dek onun misafiri olarak buralara uğrasa bile olurdu.
Aralarındaki farkına bile varmadığı sessizliği ilk Kenta bozmuştu. Kafasına neden kestane yediğini merak edip etmediğini sormuştu. Aoi cevap vermedi ancak meraklı bakışlarını onun gözlerine dikti. Sonrasında kurduğu cümleler Aoi'nin yine nefes almayı unutmasına sebep olmuştu. Aklı başından gitmiş ve dünyası dönmeyi bırakmıştı. Gecesi ve gündüzü iç içe girmişti. Söyledikleri bitince bir süre duraksadı ne tepki vereceğini bilemeyerek. Yutkundu. Paniklediğini hissediyordu. Bu sefer gerçekten panikliyordu. Heyecandan buz kesmiş ellerinin titrediğini, öte yandan sıcak terler akıttığını hissediyordu. "Aşk mı?" dedi zorlukla. Bir süre önüne bakarak hiçbir şey söylemedi. Kenta'nın dudaklarından dökülen cümleler, Aoi'nin son günlerde yaşadığı çıkmazın birebir aynısıydı. Aynı kalp ağrısını hissediyorlardı. Bu mümkün olabilir miydi? "Son günlerde zihnim o kadar dalgındı ki dini ritüellerden bile azat edildim. Sürekli sizi düşünüyordum. Bazen evin camından sizi gördüğümü sanıyordum. Rüyalarımda da vardınız hep. Aslında sizi rahatsız etmek istemediğim için gelmeyecektim, araya biraz zaman koyacaktım ama dayanamadım. Sizi görmeye ihtiyacım vardı." Kenta'ya doğru kayarak biraz daha yaklaştı. Ona doğru eğildi. Bir elini onun yanağına götürerek okşamaya başladı. "Bu tarz şeyler yapmak istiyorum sürekli." Sonrasında onun boştaki diğer elini tuttu. Kendi yanağına götürdü ve yüzüne bastırdı. "Sizin de böyle şeyler yapmanızı istiyorum. Hatta fazlasını-" Derken kendini susturdu. Aceleci olmayacağını söylememiş miydi az önce? "Aşk olabilir mi? Ben daha önce hiç aşık olmadım. Hiç böyle de hissetmedim." Yüzü tedirgin bir düşünceyle karardı sonrasında. "Ama benimle ilişkiniz olmasını klanınız nasıl karşılar? Uğursuzluk getirdiğimi düşünürler mi? Gittiğimiz yerde ölüme sebep olduğumuza dair bazı söylentiler çıkarıyor bazıları. Hatta sizinkileri sırf buraya geldiğim için bile korkutmuş olabilirim. Çok güzel bir yerleşkeniz ve huzur dolu bir klanınız var. Size benim yüzümden kötü davranırlarsa çok üzülürüm..." Eğer bu ilişkiyi sürdürmeye ve hatta bir sonraki aşamaya taşımaya niyetlilerse o halde mücadele etmeleri gereken pek çok zorluk ve önyargı olacaktı. Kenta ilerde bir gün bu sebeple ona içerlenirse bu üzüntüyü kaldıramayabilirdi. Bu yüzden konuyu direkt gündeme getirmek istedi.

► Show Spoiler
Bulunduğumuz ortam biraz daha büyülü bir hal almıştı içimdekileri dökmemle. Muhtemelen, az önce hayatımı değiştirecek şeyler söylemiştim. İyi mi yoksa kötü yönde mi değiştirdiğini henüz bilmesem de bu an çok güzeldi. Aoi'nin sessizliği birkaç saniye sürdü. Nedense korkmuyordum, reddetmesi, sapık olduğumu düşünüp kaçması gibi fikirler beni ürkütmüyordu. İçimde onun da hislerini doğru okuduğuma dair kuvvetli bir his vardı ve nitekim, kendisinin de benim gibi, bu son birkaç gündür kaybolmuş hissettiğini anlatmasıyla haklı da çıktım. O da allak bullak olmuştu, kafasını karıştırmıştım. İsteyerek yapmadım, gerçekten.
Her bir kelimesi bir ok gibi saplandı zihnime, bir o kadar da içimi ısıttılar. O kadar derin ve içten anlattı ki halini. Korkularını duydum, bir şeyleri ne kadar "hissettiğini" anladım. Benimle aynı karmaşadaydı o da, aynı düşünceler vardı kafasında. Tek fark, onun ki biraz daha sessiz ve kırılgandı. Bir yandan hoşuma gitse de, bir yandan korkmadan edemiyordum. Kendi korkularım, düşüncelerim gelip beni boğmaya çalışıyordu ama Aoi'nin suratımda dolaşan eli tüm bunları savuşturuyordu adeta. Elim kendiliğinden hareket etti resmen, Aoi'nin yönlendirmesine gerek kalmadan. Yanağını buldu. Alnımı alnına yaslayıp gözlerimi kapattım birkaç saniye ve dinledim. Hiç aşık olmamıştı. Ben aşka inandığımı bile bilmiyordum ki bir hafta önce. Bir süre sonra, sakin suratının çatılmış bir hal aldığını hissetmeye başladım gözlerim hala kapalıyken. Sesi daha tedirginleşmişti, korkularını daha derinden dökmeye başlamıştı. Daha fazla dayanamamaya başladım. Aoi'nin korkacaksa, sadece kendisi için korkmasını istiyordum. Onu üzeceğimden, yüz üstü bırakacağımdan, umduğu gibi çıkmayacağından ya da hayatını mahvedeceğimden. Benim için endişelenmesini istemiyordum, ponçik kalbine bir de bunları dert edinmesine gerek yoktu. Gözlerimi açıp, yanağındaki elimi çenesine götürdüm. Biraz daha yaklaştırdım suratını kendime, keskin bir şekilde gözlerine baktım. Hemen ardından bakışlarım dudaklarına indi. Son cümlesini anca yarılıyordu ki tereddütsüz bir şekilde yüzüne eğilip dudaklarına kondurduğum bir öpücükle lafını yarıda kestim.
İlk öpücüğü müydü ki? Eğer öyleyse, çalmış bulundum hunhar bir yankesici gibi. Benim ilk değil, ama daha önce hiç böyle tatlı gelmemişti bu eylem. O an içimdeki tüm karmaşa sustu. Daha önce hiç böyle sakin, huzurlu, hayatın anlamını bulmuş gibi hissetmemiştim. Hayatın anlamı Aoi'nin dudaklarında mıydı gerçekten? Sanki hem onun endişelerine cevap olmasına, hem de içimdeki çalkantıyı sakinleştirmesini istiyordum bu öpücükle. Onu koruyacağımı, her ne olursa olsun yanında olacağımı sözlerden daha güçlü bir şekilde anlatıyordu.
Geri çekilip sessizce gözlerine baktım. "Bana kimse kötü davranamaz." dedim kararlı bir sesle. Bu cümle havada asılı kalarak yankılandı birkaç saniye. İçimde derin bir nefes alırken, insanların ne düşündüğünü ya da ne söylediğini umursamadığımı tekrar anımsadım. İnsan, içinde sürekli kendisi ile kavga halinde olunca başkalarını umursamıyor. Başkalarının ona zarar vermesine izin vermiyor hayatlarını korumayı görev üstlenmişken. Üstelik yalnızlığa bu kadar alışmışken, varsın iki çınar ötedeki yengem bana laf atsın, ne kadar bana koyabilir ki? Burası benim de ormanım, doğaya olan bağlılığımı klandakilerin düşünceleri şekillendirmiyor ve dışlansam bile bu ormanda herkese yetecek kadar yer var. Hadlerini aşıp zarar vermeye kalkıştıklarında ise, o hadlerini geri bildirebilecek güçteyim. Varoluş sancılarının beni ele geçirmediği günlerde klanın antrenman alanlarının dolu olmasının bir sebebi var.
"Karizmatik olmaya çalıştığımdan söylemiyorum. İnsanların, gerçekten ne düşündüklerini umursadığın vakit sana zarar verebileceklerine inanıyorum. Böyle bir umursama da bende yok, benim kavgam daha çok kendi zihnimle." Geri çekilip önüme döndüm. Aklımda düşüncelerle Aoi'nin yanında çimenlere uzandım sırtımı geri bırakarak. Son birkaç dakikadır yaşananların özetinin zihnime huzlıca zerk olmaya başlamasıyla kalbim daha da hızlanmaya başlamış, ince bir panik duygusu da gelir gibi olmuştu. Şimdilik serin toprağın ve çimenlerin kokusu bu paniği bastırmama yardım ediyordu. "Kendin için korksan daha iyi olmaz mı?" Evet, sizli bizli konuşmayı bırakabileceğimiz bir noktadayız bence artık. "Umduğun biri gibi çıkmazsam? Seni üzer, ortadan kaybolursam? İnançlarınla olan bağından uzaklaşmana sebep olursam, kafanı dünyevi şeylerle doldurarak?" Kafamı gökyüzüne çevirerek yapraklar arasından görünen ufak kesitleri izlemeye başladım. "Bunlar benim korkularımın binde biri olabilir. Belki de sana kötülük ediyorumdur. Kafanı karıştırıyor, seni tenhaya çekiyor, manipüle ediyorumdur kendi nefsim için. Bunu hiç düşünmüyor musun?"
Her bir kelimesi bir ok gibi saplandı zihnime, bir o kadar da içimi ısıttılar. O kadar derin ve içten anlattı ki halini. Korkularını duydum, bir şeyleri ne kadar "hissettiğini" anladım. Benimle aynı karmaşadaydı o da, aynı düşünceler vardı kafasında. Tek fark, onun ki biraz daha sessiz ve kırılgandı. Bir yandan hoşuma gitse de, bir yandan korkmadan edemiyordum. Kendi korkularım, düşüncelerim gelip beni boğmaya çalışıyordu ama Aoi'nin suratımda dolaşan eli tüm bunları savuşturuyordu adeta. Elim kendiliğinden hareket etti resmen, Aoi'nin yönlendirmesine gerek kalmadan. Yanağını buldu. Alnımı alnına yaslayıp gözlerimi kapattım birkaç saniye ve dinledim. Hiç aşık olmamıştı. Ben aşka inandığımı bile bilmiyordum ki bir hafta önce. Bir süre sonra, sakin suratının çatılmış bir hal aldığını hissetmeye başladım gözlerim hala kapalıyken. Sesi daha tedirginleşmişti, korkularını daha derinden dökmeye başlamıştı. Daha fazla dayanamamaya başladım. Aoi'nin korkacaksa, sadece kendisi için korkmasını istiyordum. Onu üzeceğimden, yüz üstü bırakacağımdan, umduğu gibi çıkmayacağından ya da hayatını mahvedeceğimden. Benim için endişelenmesini istemiyordum, ponçik kalbine bir de bunları dert edinmesine gerek yoktu. Gözlerimi açıp, yanağındaki elimi çenesine götürdüm. Biraz daha yaklaştırdım suratını kendime, keskin bir şekilde gözlerine baktım. Hemen ardından bakışlarım dudaklarına indi. Son cümlesini anca yarılıyordu ki tereddütsüz bir şekilde yüzüne eğilip dudaklarına kondurduğum bir öpücükle lafını yarıda kestim.
İlk öpücüğü müydü ki? Eğer öyleyse, çalmış bulundum hunhar bir yankesici gibi. Benim ilk değil, ama daha önce hiç böyle tatlı gelmemişti bu eylem. O an içimdeki tüm karmaşa sustu. Daha önce hiç böyle sakin, huzurlu, hayatın anlamını bulmuş gibi hissetmemiştim. Hayatın anlamı Aoi'nin dudaklarında mıydı gerçekten? Sanki hem onun endişelerine cevap olmasına, hem de içimdeki çalkantıyı sakinleştirmesini istiyordum bu öpücükle. Onu koruyacağımı, her ne olursa olsun yanında olacağımı sözlerden daha güçlü bir şekilde anlatıyordu.
Geri çekilip sessizce gözlerine baktım. "Bana kimse kötü davranamaz." dedim kararlı bir sesle. Bu cümle havada asılı kalarak yankılandı birkaç saniye. İçimde derin bir nefes alırken, insanların ne düşündüğünü ya da ne söylediğini umursamadığımı tekrar anımsadım. İnsan, içinde sürekli kendisi ile kavga halinde olunca başkalarını umursamıyor. Başkalarının ona zarar vermesine izin vermiyor hayatlarını korumayı görev üstlenmişken. Üstelik yalnızlığa bu kadar alışmışken, varsın iki çınar ötedeki yengem bana laf atsın, ne kadar bana koyabilir ki? Burası benim de ormanım, doğaya olan bağlılığımı klandakilerin düşünceleri şekillendirmiyor ve dışlansam bile bu ormanda herkese yetecek kadar yer var. Hadlerini aşıp zarar vermeye kalkıştıklarında ise, o hadlerini geri bildirebilecek güçteyim. Varoluş sancılarının beni ele geçirmediği günlerde klanın antrenman alanlarının dolu olmasının bir sebebi var.
"Karizmatik olmaya çalıştığımdan söylemiyorum. İnsanların, gerçekten ne düşündüklerini umursadığın vakit sana zarar verebileceklerine inanıyorum. Böyle bir umursama da bende yok, benim kavgam daha çok kendi zihnimle." Geri çekilip önüme döndüm. Aklımda düşüncelerle Aoi'nin yanında çimenlere uzandım sırtımı geri bırakarak. Son birkaç dakikadır yaşananların özetinin zihnime huzlıca zerk olmaya başlamasıyla kalbim daha da hızlanmaya başlamış, ince bir panik duygusu da gelir gibi olmuştu. Şimdilik serin toprağın ve çimenlerin kokusu bu paniği bastırmama yardım ediyordu. "Kendin için korksan daha iyi olmaz mı?" Evet, sizli bizli konuşmayı bırakabileceğimiz bir noktadayız bence artık. "Umduğun biri gibi çıkmazsam? Seni üzer, ortadan kaybolursam? İnançlarınla olan bağından uzaklaşmana sebep olursam, kafanı dünyevi şeylerle doldurarak?" Kafamı gökyüzüne çevirerek yapraklar arasından görünen ufak kesitleri izlemeye başladım. "Bunlar benim korkularımın binde biri olabilir. Belki de sana kötülük ediyorumdur. Kafanı karıştırıyor, seni tenhaya çekiyor, manipüle ediyorumdur kendi nefsim için. Bunu hiç düşünmüyor musun?"
Aoi'nin son cümlesi bitmemişti ki yüzüne doğru yaklaşan ve dudaklarına kondurulan minik bir öpücükle susturuldu. Zaten ne söylemekte olduğunu da çoktan unutmuştu. Kısa süren, minik bir öpücüktü ancak Aoi'nin bırakmak istemezcesine başıyla bir süre onu takip etmesine sebep olacak kadar tatlıydı. Aoi'nin, çoğu genç kızın aksine aşkla ilgili hayalleri olmamıştı daha önce. Öpüşmek, dokunmak gibi tensel aktiviteleri zihninde canlandırıp nasıl bir şey olduğunu hayal etmezdi. Kendi minik dünyasında kendisine yetiyordu. Zamanı gelince ailesinin klanları içinden önereceği, muhtemelen çocukluğundan tanıdığı birisiyle de evlenip gideceğini düşünürdü hep. Bunlara pek anlam yüklemezdi. Belki de gerçekleşmeyecek hayaller kurup kendi kalbini kırmamak için kaçınıyordu sıkı sıkı. Duygularını kontrol altında tuttuğu sürece onu incitemezlerdi sonuçta.
Minicik bir öpücük, hayatı boyunca ördüğü tüm duvarlarını yerle bir etmişti. Minicik bir öpücük, iç dünyasında yaşanan şiddetli bir deprem gibi tüm yapıları yıkmıştı. Minicik bir öpücükle bir anda bu eylem hayatının en normal eylemiymiş gibi gelmişti ona. Çöllerde susuzluktan kavrulan dudaklarına damlatılan iki damla su gibiydi Kenta'nın öpücüğü. Gözlerine bakmış ve ona kimsenin kötü davranmayacağını söylemişti. Aoi herhangi bir yanıt vermedi buna. Dudaklarını bir şey söylemek ister gibi araladı ancak sonra kelimelerini bulamayarak geri kapattı. Kenta insanların ne düşündüklerini umursamadığını, bunu umursamanın kendisine zarar vereceğini söylemişti. Haklıydı, veriyordu da. Aoi'yi hayatı boyunca kısıtlayan, zincirlerine bağlı bir hayata mahkum eden düşünce bu değil miydi? Elalem ne derdi? Zaten kötü düşünüyorlardı haklarında, daha da kötü düşünmemeleri için ne yapmalıydı? Ne yaparsa kendini sevdirebilirdi? Ne yaparsa onu ve klanını boş safsatalarla yargılamayı bırakırlardı? Zihninde bundan daha büyük yer işgal eden başka bir korkusu var mıydı ki?
Çimenlere boylu boyunca uzanan Kenta'nın bakışlarını izledi sessizce. Yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Çok büyük bir derdin ıstırabından kurtulmuş gibi, günahlarını itiraf edip rahatlamış gibi bir ifade. Aynı zamanda gergindi de. Hissedebiliyordu. Sanki biraz daha uğraşsa düşüncelerini okuyabilirdi onun. Bunu yapmayı istemezdi gerçi. O zaman onu tanımanın verdiği heyecan kaybolurdu. Kenta ona hitap şeklini değiştirerek kendisi için korkması gerektiğini söylemişti. Meseleyi daha yeni tanışmış olmalarına getiriyordu. Ona nasıl güvenebilmişti hemen? Ya Kenta onun düşündüğü gibi değildiyse? Ya umduğunu bulamazsa? Bu şüpheleri dile getirmişti. Aoi bunları hiç düşünmediğini fark etti. Aklından bile geçmemişti. "Neden böyle bir şey yapasın ki? Ben kimim? Ne değerim var?" Onu kullanmaktan eline bir şey geçeceğini düşünmüyordu. Onu çok yanlış tanımış olması ihtimal dahilinde miydi? Evet. Ancak içinde bir his vardı Aoi'nin. Ona güveniyordu. Yureikumo olmanın bir faydası varsa o da sezgisel güçleriydi.
Elini onun kalbine götürdü, kalbinin ritmini dinlemeye başladı. "Öyleyse neden kalbin bu kadar hızlı atıyor?" Söylediği gibi birisi olmadığını biliyordu. Gözlerindeki bakışlarında, ona olan bakışlarında o sevgiyi görmüştü. O kıvılcımı, heyecanı, merakı görmüştü. Ona hislerini söylerken nasıl utandığını görmüştü. Yanlış yorumluyor olamazdı. "Yaşayıp görmek istiyorum o zaman nereye gideceğini. Ama içimde güçlü bir ses öyle olmayacağını söylüyor." Çimlere yatmakta olan Kenta'nın üzerine çıktı ağırlığını oğlanın vücuduna vermeden. Öne doğru eğilerek yüzünü kendisine doğru çevirdi. Yanlardan dökülen saçları, onun güzel yüzünü iki taraftan sarmış ve kıvrılarak çimenlerle buluşmuştu. Sonra yavaşça eğildi ve dudaklarına acemice bir öpücük bıraktı. Kuş gagalaması gibi bir şeydi ama ona kendini çok iyi hissettirmişti. "Belki de eksik olan parçam sensindir." diye fısıldadı yüzünü severken. Sonra başını onun göğsüne yaslayarak yanına, çimenlerin üzerine uzandı. Boynunu sarmalayan ellerini saçlarına götürdü ve bir tarak gibi saçlarının arasından geçirdi. Yumuşacık ve parlak saçları vardı. Bunu yapmayı hayal etmişti daha önce. Şimdi ise hayal ettiğinden bile daha güzel olduğunu fark ediyordu.
Minicik bir öpücük, hayatı boyunca ördüğü tüm duvarlarını yerle bir etmişti. Minicik bir öpücük, iç dünyasında yaşanan şiddetli bir deprem gibi tüm yapıları yıkmıştı. Minicik bir öpücükle bir anda bu eylem hayatının en normal eylemiymiş gibi gelmişti ona. Çöllerde susuzluktan kavrulan dudaklarına damlatılan iki damla su gibiydi Kenta'nın öpücüğü. Gözlerine bakmış ve ona kimsenin kötü davranmayacağını söylemişti. Aoi herhangi bir yanıt vermedi buna. Dudaklarını bir şey söylemek ister gibi araladı ancak sonra kelimelerini bulamayarak geri kapattı. Kenta insanların ne düşündüklerini umursamadığını, bunu umursamanın kendisine zarar vereceğini söylemişti. Haklıydı, veriyordu da. Aoi'yi hayatı boyunca kısıtlayan, zincirlerine bağlı bir hayata mahkum eden düşünce bu değil miydi? Elalem ne derdi? Zaten kötü düşünüyorlardı haklarında, daha da kötü düşünmemeleri için ne yapmalıydı? Ne yaparsa kendini sevdirebilirdi? Ne yaparsa onu ve klanını boş safsatalarla yargılamayı bırakırlardı? Zihninde bundan daha büyük yer işgal eden başka bir korkusu var mıydı ki?
Çimenlere boylu boyunca uzanan Kenta'nın bakışlarını izledi sessizce. Yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Çok büyük bir derdin ıstırabından kurtulmuş gibi, günahlarını itiraf edip rahatlamış gibi bir ifade. Aynı zamanda gergindi de. Hissedebiliyordu. Sanki biraz daha uğraşsa düşüncelerini okuyabilirdi onun. Bunu yapmayı istemezdi gerçi. O zaman onu tanımanın verdiği heyecan kaybolurdu. Kenta ona hitap şeklini değiştirerek kendisi için korkması gerektiğini söylemişti. Meseleyi daha yeni tanışmış olmalarına getiriyordu. Ona nasıl güvenebilmişti hemen? Ya Kenta onun düşündüğü gibi değildiyse? Ya umduğunu bulamazsa? Bu şüpheleri dile getirmişti. Aoi bunları hiç düşünmediğini fark etti. Aklından bile geçmemişti. "Neden böyle bir şey yapasın ki? Ben kimim? Ne değerim var?" Onu kullanmaktan eline bir şey geçeceğini düşünmüyordu. Onu çok yanlış tanımış olması ihtimal dahilinde miydi? Evet. Ancak içinde bir his vardı Aoi'nin. Ona güveniyordu. Yureikumo olmanın bir faydası varsa o da sezgisel güçleriydi.
Elini onun kalbine götürdü, kalbinin ritmini dinlemeye başladı. "Öyleyse neden kalbin bu kadar hızlı atıyor?" Söylediği gibi birisi olmadığını biliyordu. Gözlerindeki bakışlarında, ona olan bakışlarında o sevgiyi görmüştü. O kıvılcımı, heyecanı, merakı görmüştü. Ona hislerini söylerken nasıl utandığını görmüştü. Yanlış yorumluyor olamazdı. "Yaşayıp görmek istiyorum o zaman nereye gideceğini. Ama içimde güçlü bir ses öyle olmayacağını söylüyor." Çimlere yatmakta olan Kenta'nın üzerine çıktı ağırlığını oğlanın vücuduna vermeden. Öne doğru eğilerek yüzünü kendisine doğru çevirdi. Yanlardan dökülen saçları, onun güzel yüzünü iki taraftan sarmış ve kıvrılarak çimenlerle buluşmuştu. Sonra yavaşça eğildi ve dudaklarına acemice bir öpücük bıraktı. Kuş gagalaması gibi bir şeydi ama ona kendini çok iyi hissettirmişti. "Belki de eksik olan parçam sensindir." diye fısıldadı yüzünü severken. Sonra başını onun göğsüne yaslayarak yanına, çimenlerin üzerine uzandı. Boynunu sarmalayan ellerini saçlarına götürdü ve bir tarak gibi saçlarının arasından geçirdi. Yumuşacık ve parlak saçları vardı. Bunu yapmayı hayal etmişti daha önce. Şimdi ise hayal ettiğinden bile daha güzel olduğunu fark ediyordu.

► Show Spoiler
"Kimsin işte, problem de bu ya." diye aklımdan geçirdim Aoi sorduklarıma cevap verdikten sonra. Sizli bizli konuşmama işini kapmıştı hemen kerata, canım ya. "Bilmem." diyerek omuzlarımı silktim. "Ya yapasım gelirse? Benim de sevgilim olmadı ki hiç, belki sapığım. Belki manyağım, ben de bilmiyorum." Gözlerim hala gökyüzündeydi fakat odak noktaları yoktu. Daldım bu şekilde birkaç saniye. İnsan tam kendini çok iyi tanıdığını düşünürken böyle mal olabiliyormuş demek ki. Çözmesi gereken yeni bir bulmacayı kucağına fırlatıyor, bu senaryoda bulmaca Aoi oluyor elbette, sonra da hiçbir ipucu vermeden çekip gidiyor. Sıkıntı şu ki, çözümlere ulaşmanın bir çok farklı yolu var ve bazı yollar nefret edilmene, bir insanın kalbini geri dönüşü olmayacak şekilde kırmana sebebiyet verebiliyor. Kısaca, hayata sokayım.
Aoi, önce elini göğsüme götürerek kalbimin neden hızlı attığını sordu. Ardından da hareketlenip, kıpırdaşıp, bir bacağını üzerimden atarak üzerime çıktı. Tabi biraz daha böyle hareketler yaparsa kalbin asıl nasıl hızlı attığını görme ihtimali var, ama o başka bir konu. Bu sevgililik denilen şeyin nereye gideceğini görmek istediğini söyleyip öptü beni. Geri çekildiğinde, suratına şöyle bir baktım bu açıdan. Tatlı ve komik görünüyordu, hatta aşağı doğru baktığı için biraz gıdısı da mı çıkmıştı? Gözlerimi devirerek güldüm suratımı okşarken. Elimi boynundan dökülen saçlarını çekmek için kaldırmıştım ki geri indi üzerimden, yanıma uzandı kafasını göğsüme yaslayarak. "Eksik olan parçanın depresif, obsesif, hatta bazen primitv bir doğa aktivisti olduğuna emin misin?" diye ona doğru döndüm. Boynunun altında kalan elimi ufak bir çaba ile beline doğru kaydırdım çimler ile vücudunun arasından. Boştaki diğer elimi de belinin üstünden atarak hepten sarıldım kıza. Ani bir hareketle kızı savurup, geri üzerime çıkardım, "Böyle kal." diye.
"O değil de, seni üstüme çıkarmak yerine diğer tarafa fırlatsaydım aşırı komik olurdu." yaptım gülerek. Sonra tepkisine baktım gülümsemem sırıtışa dönerken. "Demek ki ben ancak bu kadar romantik olabiliyormuşum." diye iç çekip, "Hayat her gün yeni bir şey öğretiyor, vay be..." diye devam ettim zevzekliğe. Modum biraz düzelir gibi olmuştu bu ufak öpüşmelerden, kıpır kıpır edişlerden sonra. Kafamda hala sorular ve korkular olsa da bu tatlı flörtleşmeleri daha fazla bozmak istemediğim için kendimi daha pozitif olmaya zorlasam iyi olacaktı. Yani, eninde sonunda zihnimin karanlık çukurlarına geri döndüğüm olacak, bari bu anın tadını çıkarayım değil mi ama? "Şaka, şaka." diye kıza sıkı sıkı sarıldım, vücudunu vücuduma bastırdım. Yumuşacıktı ve hayır, bunun göğsüme bastırılan göğüsleri ile alakası zerre yoktu. Alnında deminden beri bir tane karınca dolaşıyordu, acaba küçük ayak sesleri duyabiliyor muydu? O da farkındaydı da umursamıyor muydu? Üfledim karıncayı uçurmak için, şimdilik izin verirse Aoi ile başbaşa kalmak istiyordum. Ardından öptüm alnından, geri kafamı yatırıp sarılmaya devam ettim. Kuşların cıvıltıları, tatlı tatlı esen rüzgar, sırtıma batan taşlar. Hiç pozisyonumu bozmadım yine de, bir elim belinde, diğer elimle saçlarını okşarken gökyüzünü izlemeye devam ederek konuşmaya başladım sakince. "O zaman şu birbirimizi biraz daha tanıma meselesine girelim hızlandırılmış bir söyleşi ile, hı?" diye sordum alttan alttan. "Ben soracağım, sen beklemeden cevapla. Sonra da sen bana sor."
Ellerimi geri çekip boynumun altında birleştirerek birkaç saniye soracaklarımı düşündüm. Sonra baktım düşündükçe kafam salça oluyor, ne soracağımı unutuyorum bir sonrakini düşünürken, "Doğaçlama gideceğim." diye bildirim. Boğazımı temizleyerek başladım.
"Kardeş sayın? Babanın beni öldürme ihtimali? Annenin beni öldürme ihtimali? En sevdiğin renk? En sevdiğin yemek? En sevdiğin tatlı? Alkol? Sigara? Kumar? İlaç kaçakçılığı? Mülteciler hakkındaki düşüncelerin? Konoha'da gitgide artan kiralar hakkında ne düşünüyorsun? Üst bedenin? Alt bedenin? Sütye- Ayakkabı numaran? En sevdiğin müzik türü? Sinemaya gitmeyi sever misin? İki kök altının karesi? akışkanlar mekaniğinde sıvıların ve gazların hareketlerini modellemek için hangi denklemler kullanılır? Hangi takımı tutuyorsun? Artık Yaprakvadi'yi tutuyor olman konusunda ne düşünüyorsun? Gece mi? Gündüz mü? En sevdiğin mevsi-... HIAAA!"
Derin bir nefes alıp soluklanmaya başladım seri bir şekilde. Aralıksız konuşup ciğerimi tüketmiştim. Ya... Bu kız nasıl beceriyor böyle konuşmayı? Rüzgar kullanıcısı olduğu için kesin, di' mi? "Benim ciğerim tükendi Aoi." dedim solukların arasında. "Sen devam et ben soluklanayım."
Aoi, önce elini göğsüme götürerek kalbimin neden hızlı attığını sordu. Ardından da hareketlenip, kıpırdaşıp, bir bacağını üzerimden atarak üzerime çıktı. Tabi biraz daha böyle hareketler yaparsa kalbin asıl nasıl hızlı attığını görme ihtimali var, ama o başka bir konu. Bu sevgililik denilen şeyin nereye gideceğini görmek istediğini söyleyip öptü beni. Geri çekildiğinde, suratına şöyle bir baktım bu açıdan. Tatlı ve komik görünüyordu, hatta aşağı doğru baktığı için biraz gıdısı da mı çıkmıştı? Gözlerimi devirerek güldüm suratımı okşarken. Elimi boynundan dökülen saçlarını çekmek için kaldırmıştım ki geri indi üzerimden, yanıma uzandı kafasını göğsüme yaslayarak. "Eksik olan parçanın depresif, obsesif, hatta bazen primitv bir doğa aktivisti olduğuna emin misin?" diye ona doğru döndüm. Boynunun altında kalan elimi ufak bir çaba ile beline doğru kaydırdım çimler ile vücudunun arasından. Boştaki diğer elimi de belinin üstünden atarak hepten sarıldım kıza. Ani bir hareketle kızı savurup, geri üzerime çıkardım, "Böyle kal." diye.
"O değil de, seni üstüme çıkarmak yerine diğer tarafa fırlatsaydım aşırı komik olurdu." yaptım gülerek. Sonra tepkisine baktım gülümsemem sırıtışa dönerken. "Demek ki ben ancak bu kadar romantik olabiliyormuşum." diye iç çekip, "Hayat her gün yeni bir şey öğretiyor, vay be..." diye devam ettim zevzekliğe. Modum biraz düzelir gibi olmuştu bu ufak öpüşmelerden, kıpır kıpır edişlerden sonra. Kafamda hala sorular ve korkular olsa da bu tatlı flörtleşmeleri daha fazla bozmak istemediğim için kendimi daha pozitif olmaya zorlasam iyi olacaktı. Yani, eninde sonunda zihnimin karanlık çukurlarına geri döndüğüm olacak, bari bu anın tadını çıkarayım değil mi ama? "Şaka, şaka." diye kıza sıkı sıkı sarıldım, vücudunu vücuduma bastırdım. Yumuşacıktı ve hayır, bunun göğsüme bastırılan göğüsleri ile alakası zerre yoktu. Alnında deminden beri bir tane karınca dolaşıyordu, acaba küçük ayak sesleri duyabiliyor muydu? O da farkındaydı da umursamıyor muydu? Üfledim karıncayı uçurmak için, şimdilik izin verirse Aoi ile başbaşa kalmak istiyordum. Ardından öptüm alnından, geri kafamı yatırıp sarılmaya devam ettim. Kuşların cıvıltıları, tatlı tatlı esen rüzgar, sırtıma batan taşlar. Hiç pozisyonumu bozmadım yine de, bir elim belinde, diğer elimle saçlarını okşarken gökyüzünü izlemeye devam ederek konuşmaya başladım sakince. "O zaman şu birbirimizi biraz daha tanıma meselesine girelim hızlandırılmış bir söyleşi ile, hı?" diye sordum alttan alttan. "Ben soracağım, sen beklemeden cevapla. Sonra da sen bana sor."
Ellerimi geri çekip boynumun altında birleştirerek birkaç saniye soracaklarımı düşündüm. Sonra baktım düşündükçe kafam salça oluyor, ne soracağımı unutuyorum bir sonrakini düşünürken, "Doğaçlama gideceğim." diye bildirim. Boğazımı temizleyerek başladım.
"Kardeş sayın? Babanın beni öldürme ihtimali? Annenin beni öldürme ihtimali? En sevdiğin renk? En sevdiğin yemek? En sevdiğin tatlı? Alkol? Sigara? Kumar? İlaç kaçakçılığı? Mülteciler hakkındaki düşüncelerin? Konoha'da gitgide artan kiralar hakkında ne düşünüyorsun? Üst bedenin? Alt bedenin? Sütye- Ayakkabı numaran? En sevdiğin müzik türü? Sinemaya gitmeyi sever misin? İki kök altının karesi? akışkanlar mekaniğinde sıvıların ve gazların hareketlerini modellemek için hangi denklemler kullanılır? Hangi takımı tutuyorsun? Artık Yaprakvadi'yi tutuyor olman konusunda ne düşünüyorsun? Gece mi? Gündüz mü? En sevdiğin mevsi-... HIAAA!"
Derin bir nefes alıp soluklanmaya başladım seri bir şekilde. Aralıksız konuşup ciğerimi tüketmiştim. Ya... Bu kız nasıl beceriyor böyle konuşmayı? Rüzgar kullanıcısı olduğu için kesin, di' mi? "Benim ciğerim tükendi Aoi." dedim solukların arasında. "Sen devam et ben soluklanayım."
Last edited by Hayashi Kenta on Wed Jan 22, 2025 9:12 am, edited 1 time in total.
Kenta'nın eksik olan parçası ile ilgili yorumuna istemsizce kocaman bir kahkaha attı. Hatta o kadar çok gülmüştü ki Kenta belinden tutup onu yeniden kendi üzerine çektiğinde hiçbir tepki verememişti. Böyle kalmasını istemişti ondan. O da karşı çıkmadı, sadece gülümsemekle yetindi. Kenta ona doğru gülümserken onu karşı tarafa fırlatmakla ilgili bir şaka daha yapmıştı. Aoi de kahkahasına yarım kaldığı yerden devam etti. Bunu niye bu kadar komik bulmuştu ki? "Yeterince romantiksin." dedi kıkırdamalarının arasından. Birbirlerine sıkı sıkı sarıldılar. Aoi gözlerini kapattı kısa bir süre için. Garip bir rahatlama hissi ve buna karışmış bir güvende olma duygusu ile kaplanmıştı. Garipti. Birbirlerini neredeyse hiç tanımıyorlardı ve şimdiden gardını bu kadar indirmişti.
Kenta alnına üfleyerek deminden beridir hissettiği ve yüzüne düşen bir saç telinden kaynaklandığını düşündüğü gıdıklanma problemini halletmişti. Aoi "o neydi" der gibi bir an için başını kaldırsa da bir çeşit böcek olduğunu düşünerek rahatını bozmamaya karar verdi. Çok huzurlu hissettiği bir anın ortasındaydı ve bunu dünyanın en büyük gergedan böceğini de görse yok etmeye niyeti yoktu. Kenta'nın dudaklarını alnında hissedince mayışık mayışık sesler çıkardı. Saçını okşamaya başladığında daha da mayışmıştı. Neredeyse burada böyle uyuyakalacaktı. Ne kadar rahatlatıcı bir şeydi meğer bu sarılma eylemi. Hiç haberi yoktu neleri kaçırdığından. Bir süre sonra Kenta sessizliği bozarak birbirlerini tanıma işini hızlıya bağlamak istediğini söylemişti. Aoi ne soracağını beklerken başını kaldırıp düşünceli yüzünü süzdü baştan sona. Doğaçlama gideceğini söyleyip bir anda Kumogakure ninjası gibi rap yapmaya başlamıştı. O kadar hızlı hızlı sormaya başlamıştı ki sonda da nefesi yetmemişti. Aoi kıkır kıkır gülerken uzanıp burnuna bir öpücük bir kondurdu. "Çok tatlısın."
Bir süre düşünüyormuş gibi yalandan sesler çıkardıktan sonra kendini ondan da hızlı rap yapmaya hazırladı. "Tek çocuğum. Annem ve babam seni severler, inanılmaz tatlı insanlardır. Hatta hemen oğulları gibi görüp evlilik hazırlıklarına başlayacaklardır ama korkmana gerek yok lafta hepsi. Özellikle babam Hayashi Klanı ile iyi ilişkilerinin olmasından hoşnut kalacaktır. Hmmm en sevdiğim reeenk... Aslında yaratıcının verdiği tüm renkleri severim ama sanırım favorim mavi. Mavinin her tonu. Huzur verici geliyor. En sevdiğim yemek deee... Bu çok zor bir soruymuş. Konoha usulü soslu 70 cm zurna dürüm galiba. Ama bunu kimseye söyleme. En sevdiğim tatlı tüm tatlılar ama birini seçmem gerekseydi dondurma. Ya da çikolata. Ya da kakaolu cevizli havuçlu kek. Ya da mochi. Ya da marşmelov. Ya da... Sıcak havalarda tatlı içecekleri de severim. Bilmiyorum seçemedim bu soruyu pas geçiyorum. Sigara kumar kesinlikle hayır. Alkol bazen. Bazı ritüellerde ve klan toplantılarında çakırkeyf olacak kadar sake içeriz ama zilzurna sarhoş görmezsin bizi. Pek tarzımız değil. İlaç kaçakçılığı mı? Bunu pas geçiyorum. Hangi mülteciler? Artan kiralardan bıktıysak ağaç evlerde yaşayabiliriz diyorum. Herkese yetecek ağaç var. Herkes bir Hayashi olsun. Üst bedeni hiç ölçmedim. Altı da ölçmedim. İstersen sen ölçebilirsin. Ayakkabı 36.5. Sakin müzikleri seviyorum. Aşırı gürültüden pek hoşlanmam. Sinemaya gitmeye bayılırım. Kareköklü sorunun cevabı 24 galiba bilmiyorum matematiğim iyi değil. Ne mekaniği dedin orayı hiç anlamadım onu da pas geçiyorum. Takım tutmuyorum derdim ama artık Yaprakvadi'yi tutuyorum. Artık Yaprakvadi'yi tutuyor olmaktan dolayı çok mutlu ve gururluyum. Çok yaşa Yaprakvadi! Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok bu arada ama anlatırsan sabaha kadar dinlerim. Gece sanırım. Gecenin ayrı bir havası var. En sevdiğim mevsim sonbahar çünkü bana ölümü hatırlatıyor. Sanırım soruların bu kadardı. Soluklandın mı yeterince?" Yüzünde hınzır bir sırıtışla Kenta'nın üzerinde doğrulup boynuna bir öpücük kondurdu. Sonra yavaş yavaş yukarı çıkarak çenesi hizasına kadar minik minik öptü. Aoi böyle şeyler yapmayı nerede öğrenmişti?
"O zaman benim sıram." dedi gülümsemesini bozmadan. "Ama biliyorsun, ağırdan da alabiliriz. Bu tarz şeyler zaman ister." Eğilip dudaklarını bir kez daha öptükten sonra sormaya başladı. "Bana kendinden bahset o zaman. Neyi ne kadar istiyorsan o kadar bahset. Ailen nasıl insanlardır? Nasıl bir ortamda büyüdün? Kardeşin var mı? Sen nasıl bir insansın? Bu hayatta en çok arzuladığın şey nedir mesela? Neyi başarmış olmayı istersin? En çok nereye seyahat etmek isterdin? Bir hayvan olsan ne olmak isterdin? Ne tip kadınlardan hoşlanırsın? Sadece görsel olarak değil, kişilik olarak da. Bu hayatta en çok güvendiğin kişi kim? Senin en sevdiğin yemek ne? Ve en sevdiğin tatlı? Nasıl bu kadar güzel gülümsüyorsun?" Daha ciddi bir ifadeye bürünüp bir şey sormak ister gibi dudaklarını araladı ancak vazgeçti. Bir süre gözlerini karşısındaki genç adamın yüzünde gezdirdikten sonra fikir değiştirerek sormaya karar verdi. "Son bir şey sormadan önce sana söylemek istediklerim var. Sendeki neye çekildiğimi düşünüyordum da... Ben senin gülümsemene tutuldum ilk olarak. Açık sözlülüğünü ve doğallığını çok sevdim sonrasında. Olduğun gibi bir insansın bence, pis numaralara başvurmaya ihtiyaç duymuyorsun. İçinde, asla kapanmayacağını bildiğin büyük bir boşluk var ve bunun farkındasın. İlk karşılaşmamızda da söylemiştim. Sen aslında güneşsin ama ışığın kararmış, parlamanı engelliyor. Ve ben karanlığı severim, karanlıkta kendimi rahat hissederim. Bu yüzden seni parlatmak zorundaymışım gibi hissetmiyorum. Sen kendini hazır hissettiğinde parlayabilirsin. Nasıl bir şeye dönüşeceğimizi merak ediyorum açıkçası." Bunu bitirdikten sonra sindirmesini bekleyerek devam etti. "O halde soruyorum. Bendeki ne beni sana çekti? Ölüme benziyor olmam mı?" Yönlendirici bir şekilde sormuştu bunu ancak cevabını merak ediyordu. Sorunun ağırlığının havada kalmasına izin verdi romantik anın bozulmasını göze alarak.
Kenta alnına üfleyerek deminden beridir hissettiği ve yüzüne düşen bir saç telinden kaynaklandığını düşündüğü gıdıklanma problemini halletmişti. Aoi "o neydi" der gibi bir an için başını kaldırsa da bir çeşit böcek olduğunu düşünerek rahatını bozmamaya karar verdi. Çok huzurlu hissettiği bir anın ortasındaydı ve bunu dünyanın en büyük gergedan böceğini de görse yok etmeye niyeti yoktu. Kenta'nın dudaklarını alnında hissedince mayışık mayışık sesler çıkardı. Saçını okşamaya başladığında daha da mayışmıştı. Neredeyse burada böyle uyuyakalacaktı. Ne kadar rahatlatıcı bir şeydi meğer bu sarılma eylemi. Hiç haberi yoktu neleri kaçırdığından. Bir süre sonra Kenta sessizliği bozarak birbirlerini tanıma işini hızlıya bağlamak istediğini söylemişti. Aoi ne soracağını beklerken başını kaldırıp düşünceli yüzünü süzdü baştan sona. Doğaçlama gideceğini söyleyip bir anda Kumogakure ninjası gibi rap yapmaya başlamıştı. O kadar hızlı hızlı sormaya başlamıştı ki sonda da nefesi yetmemişti. Aoi kıkır kıkır gülerken uzanıp burnuna bir öpücük bir kondurdu. "Çok tatlısın."
Bir süre düşünüyormuş gibi yalandan sesler çıkardıktan sonra kendini ondan da hızlı rap yapmaya hazırladı. "Tek çocuğum. Annem ve babam seni severler, inanılmaz tatlı insanlardır. Hatta hemen oğulları gibi görüp evlilik hazırlıklarına başlayacaklardır ama korkmana gerek yok lafta hepsi. Özellikle babam Hayashi Klanı ile iyi ilişkilerinin olmasından hoşnut kalacaktır. Hmmm en sevdiğim reeenk... Aslında yaratıcının verdiği tüm renkleri severim ama sanırım favorim mavi. Mavinin her tonu. Huzur verici geliyor. En sevdiğim yemek deee... Bu çok zor bir soruymuş. Konoha usulü soslu 70 cm zurna dürüm galiba. Ama bunu kimseye söyleme. En sevdiğim tatlı tüm tatlılar ama birini seçmem gerekseydi dondurma. Ya da çikolata. Ya da kakaolu cevizli havuçlu kek. Ya da mochi. Ya da marşmelov. Ya da... Sıcak havalarda tatlı içecekleri de severim. Bilmiyorum seçemedim bu soruyu pas geçiyorum. Sigara kumar kesinlikle hayır. Alkol bazen. Bazı ritüellerde ve klan toplantılarında çakırkeyf olacak kadar sake içeriz ama zilzurna sarhoş görmezsin bizi. Pek tarzımız değil. İlaç kaçakçılığı mı? Bunu pas geçiyorum. Hangi mülteciler? Artan kiralardan bıktıysak ağaç evlerde yaşayabiliriz diyorum. Herkese yetecek ağaç var. Herkes bir Hayashi olsun. Üst bedeni hiç ölçmedim. Altı da ölçmedim. İstersen sen ölçebilirsin. Ayakkabı 36.5. Sakin müzikleri seviyorum. Aşırı gürültüden pek hoşlanmam. Sinemaya gitmeye bayılırım. Kareköklü sorunun cevabı 24 galiba bilmiyorum matematiğim iyi değil. Ne mekaniği dedin orayı hiç anlamadım onu da pas geçiyorum. Takım tutmuyorum derdim ama artık Yaprakvadi'yi tutuyorum. Artık Yaprakvadi'yi tutuyor olmaktan dolayı çok mutlu ve gururluyum. Çok yaşa Yaprakvadi! Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok bu arada ama anlatırsan sabaha kadar dinlerim. Gece sanırım. Gecenin ayrı bir havası var. En sevdiğim mevsim sonbahar çünkü bana ölümü hatırlatıyor. Sanırım soruların bu kadardı. Soluklandın mı yeterince?" Yüzünde hınzır bir sırıtışla Kenta'nın üzerinde doğrulup boynuna bir öpücük kondurdu. Sonra yavaş yavaş yukarı çıkarak çenesi hizasına kadar minik minik öptü. Aoi böyle şeyler yapmayı nerede öğrenmişti?
"O zaman benim sıram." dedi gülümsemesini bozmadan. "Ama biliyorsun, ağırdan da alabiliriz. Bu tarz şeyler zaman ister." Eğilip dudaklarını bir kez daha öptükten sonra sormaya başladı. "Bana kendinden bahset o zaman. Neyi ne kadar istiyorsan o kadar bahset. Ailen nasıl insanlardır? Nasıl bir ortamda büyüdün? Kardeşin var mı? Sen nasıl bir insansın? Bu hayatta en çok arzuladığın şey nedir mesela? Neyi başarmış olmayı istersin? En çok nereye seyahat etmek isterdin? Bir hayvan olsan ne olmak isterdin? Ne tip kadınlardan hoşlanırsın? Sadece görsel olarak değil, kişilik olarak da. Bu hayatta en çok güvendiğin kişi kim? Senin en sevdiğin yemek ne? Ve en sevdiğin tatlı? Nasıl bu kadar güzel gülümsüyorsun?" Daha ciddi bir ifadeye bürünüp bir şey sormak ister gibi dudaklarını araladı ancak vazgeçti. Bir süre gözlerini karşısındaki genç adamın yüzünde gezdirdikten sonra fikir değiştirerek sormaya karar verdi. "Son bir şey sormadan önce sana söylemek istediklerim var. Sendeki neye çekildiğimi düşünüyordum da... Ben senin gülümsemene tutuldum ilk olarak. Açık sözlülüğünü ve doğallığını çok sevdim sonrasında. Olduğun gibi bir insansın bence, pis numaralara başvurmaya ihtiyaç duymuyorsun. İçinde, asla kapanmayacağını bildiğin büyük bir boşluk var ve bunun farkındasın. İlk karşılaşmamızda da söylemiştim. Sen aslında güneşsin ama ışığın kararmış, parlamanı engelliyor. Ve ben karanlığı severim, karanlıkta kendimi rahat hissederim. Bu yüzden seni parlatmak zorundaymışım gibi hissetmiyorum. Sen kendini hazır hissettiğinde parlayabilirsin. Nasıl bir şeye dönüşeceğimizi merak ediyorum açıkçası." Bunu bitirdikten sonra sindirmesini bekleyerek devam etti. "O halde soruyorum. Bendeki ne beni sana çekti? Ölüme benziyor olmam mı?" Yönlendirici bir şekilde sormuştu bunu ancak cevabını merak ediyordu. Sorunun ağırlığının havada kalmasına izin verdi romantik anın bozulmasını göze alarak.

► Show Spoiler
Gözlerim, Aoi'nin konuşmaya devam edebildiği her saniye biraz daha açılıyordu anlattıklarını dinlerken. Kısa cevaplar verip geçiştirir diye düşünüyordum ama meydan okurcasına uzun uzun anlatıyordu bir de her şeyi. Sonuç olarak babası yarın gelip istemezsem beni öldürecekmiş ve hediye olarak mochili kek götürmem gerekiyormuş, çocuklarımızın adı da Yaprak ile Vadi olacakmış. Bir de yakın zamanda bedenini ölçmemi istiyor. Ben pek bedenlerden anlamam ama görev olarak verildiyse elimden geleni yaparım.
"Ağırdan alabilecek olsak burada tenhada kucak kucağa olmazdık bence." dedim sırıtarak, o da beni bir öpücük ile ödüllendirip kendi sorularını sormaya başladı. Konuşması bir noktadan sonra soruları değil kendi düşüncelerini de barındıran bir hal almıştı ama problem değildi. İlk sorusunda gerçekler hakkında olabildiğinde ekonomik davransam, diğerlerinde sıkıntı yok. Tüm soruları bittiğinde hepsini kafamda tekrar bir tartıp cevaplamaya başladım.
"Normal, senin benim gibi tipler işte. İkisi de shinobi. Büyüdüğüm ortam fena değildi. Ormanda büyümek biraz çamur, taş-toprak gerektiriyor tabi ama dayanıklı hale getiriyor seni. Ben de tek çocuğum. Nasıl bir insan olduğumu... Düşünmedim. Toprak kullanıyorum, yakın mesafede dövüşebiliyorum, klanımızın kök kontrol tekniklerini kullanabiliyorum. Ayıksam, antrenman yapmayı severim. Hayatta arzuladığım tek şey herkesi koruyabilmek ve köyün güvende olduğundan emin olmaktı, yanına bir de seni mutlu etmek eklendi şimdi. Olur da yaşlanmış bir şekilde ölürsem geriye baktığımda herkesin huzur içinde yaşamasını sağlayabildiğimi görmek isterim. Kaplıcaları güzel olan herhangi bir yer olabilir. Hayvan olsam... Maymun güzel olabilirdi. Az ilerde bir tane sürü var, bizden iyi zıplıyor şerefsizler. Kadınlar hakkında belli bir tipim yok ama kısa kadınlar daha bir çekici gelmiştir her zaman." Bir elimde kafasının tepesine pat pat vurup saçını okşadım soluklanırken. "Bir de böyle saftirik olanlar da çekiyormuş görünüşe bakılırsa. İçinde ızgara et olan her şey. Tatlı sevmem. Ve bu soruyu önce senin cevaplaman gerekiyor." Gülümseyerek öpmek için uzandım ve başımı geri yasladığımda derin bir nefes alıp, geriye kalan sorusuna cevap vermek için düşündüm biraz.
"Ölüme benzediğini hiç düşünmedim." dedim düşünceli bir sesle. Gökyüzünü izleyerek Aoi'yi ilk gördüğüm an nasıl kafamda şimşeklerin çaktığını anımsadım. O ana kadar güzelliği dışında hiçbir şey dikkatimi çekmemişti. Ama sonrasında her konuşması, basit cümleler dahi olsa bir şekilde beni etkilemiş, her davranışını aklımda yer etmişti bir şekilde. Bunu ona bu şekilde anlamalı mıydım? Ben senin ilk güzelliğine tutuldum desem, bu kızların hoşuna giden bir şey mi? Shigure'deki hatun ona iltifat etmemi hiç sevmiyordu, direkt işe girişmekti genelde derdi onun. Aoi güzel olduğunu duymaktan keyif alır mı? Kafamı kaldırıp ona baktım. Ortam hafiften ciddileşmişti ama ben gülümsemeden edemedim o tatlı suratını tekrar görünce. Bir elimi kaldırıp yüzünün yanlarından dökülen saçlarını geriye atıp elimi yüzünde gezdirmeye başladım. "Bilmem. Saçlarının kokusu, gözlerinin rengi, ağzın, burnun. Bunlar ilk aklımı başımdan aldı. Sonra da cüssene bakmadan pavyondan sarhoş adam taşıman, sana bir şey yapar mı yapmaz mı korkmadan ona evinde bakman, tatlı sever sevmez mi diye düşünmeden keki kurabiyeyi dayaman derken, bir bakmışım aklım hep sende. Bir de yalnızlığını anlatırken o ses tonun, aklıma kazındı. Sanki o tonda bir daha konuşmak zorunda kalmaman için her şeyi yapmak istiyorum." Baş parmağımı dudağında gezdirip sessizliği birkaç saniye sindirdim kafamda. "Ama şimdi bunları tekrar hatırlattığın için bu yapacaklarımı hakettin yani!" diye ani bir hareketle yattığım yerde dikelip oturdum, kızı hepten kucağıma oturtarak. Ardından, sağıma doğru dönerek kızı sırtının üzerine yatırdım seri bir hareketle. Biraz sert oldu ama olsun, zemin yumuşaktı. Etrafta kimse yoktu ve kendisi söylemişti hep böyle şeyler yapmayı, yapmamı istediğini.
Dudaklarına yapışarak daha derin bir şekilde öpmeye başladım. Bu sefer çekmedim kafamı geri, uzun uzun tadını çıkardım. Bir elim boynunu tutarken diğer elim de kalçasını yakaladı önce, sıktı şöyle bir. Sonra beline çıktı, sonra sağ göğsünü kenarından bir yoklamadan edemedi, omzunda durdu. Önce hırkayı tuttum indirdim. Ardından dudaklarım boynuna hunharca inerken kimonosunun yakasını indirdim. Kaç gündür hayallerimi süsleyen tenine yapıştı dudaklarım iyice, boynundan iyice aşağılara indim, sonra da omzuna çıktım. Tam o sırada, ensemdeki tüylere kadar diken diken eden bir his aniden içimi kapladı.
Dudaklarım hala omzundayken gözlerim faltaşı gibi açıldı. Ortamı dinlemeye başladım bu şekilde. Derin, hırıltılı bir nefes sesi... Aoi de hissetmiş olacaktı ki onun da çıkardığı sesler bir bıçak gibi kesildi. Yakasını geri çekerek tek hamlede kapattım omzunu ve kafamı kaldırdım. Sesin kaynağı çok da yakınımda, tam yanı başımızda duruyordu. Kocaman, parlak siyah tüyleri yapraklar arasından sızan güneş hüzmeleriyle ışıl ışıl parlıyordu. Kaslı gövdesi ile her an üzerimize atlayabilecek bir duruşu vardı ve meraklı gözleri Aoi'nin üzerindeydi. "Bahsettiğim kedi. Bir şey yapmaz heralde." diye fısıldadım sanki burnumun dibindeki dev kedi beni duymayacakmış gibi. Kalbim güp güp atıyor, kafamda Aoi'yi şimdi mi buradan kaçırsam yoksa belki kedi bir şey yapmadan gider mi diye saniyede bin defa düşünüyordum. Sonra, kedi ağzını açtı.
"Kedi mi? Yuh be, hayvan herif." dedi.
Neden, nasıl, ne zaman çığlık atmaya başladığımı bilmiyorum. "Oha konuşUYOOOAAAHH!" diye bağırınarak Aoi'yi kaptığım gibi bir ağaca fırladım. Bir yandan derin derin nefesler alırken diğer yandan da Aoi'ye "Yemin ederim efsanevi olduğunu bilmiyordum. Ben normal kedi sandım!" diye açıklama yapmaya çalıştım. O sırada da kedi bizim ağacın altına yanaşarak konuşmaya devam etti. "Ulan senden her şeyi beklerdim de, buraya kız atacağını hiç düşünmezdim!" dedi tok ama hafif alaycı bir sesle. Sonra, Aoi'ye çevirdi bakışlarını, "Ben bu eşcinsel sanıyordum." diye dalga geçmeye devam etti benimle.
"Eee, devam etsenize. Nasıl olsa kuşlar böcekler görse bir şey olmaz, di' mi?" Sesi biraz daha içerler bir hal almaya başlamıştı, hafiften de isyan ediyordu sanki. "Ulan her köşede sizin veletlerinizden biri illa birileriyle düdükleşiyor. Haysiyet bırakmadınız panterde! Çocuklarımı kovuktan çıkaramıyorum, kovuktan!"
Kafamı çevirerek Aoi'ye baktım. "P-Pantermiş." diye kıkırdadım gergin bir şekilde. Hala nefes nefeseydim. Ardından şaşkın bakışlarımı aşağıdaki pantere çevirip "Özür... Dilerim?" diye seslendim. "B-Ben uyarayım klandakileri, s-sevişmesinler her yerde öyle."
"Ağırdan alabilecek olsak burada tenhada kucak kucağa olmazdık bence." dedim sırıtarak, o da beni bir öpücük ile ödüllendirip kendi sorularını sormaya başladı. Konuşması bir noktadan sonra soruları değil kendi düşüncelerini de barındıran bir hal almıştı ama problem değildi. İlk sorusunda gerçekler hakkında olabildiğinde ekonomik davransam, diğerlerinde sıkıntı yok. Tüm soruları bittiğinde hepsini kafamda tekrar bir tartıp cevaplamaya başladım.
"Normal, senin benim gibi tipler işte. İkisi de shinobi. Büyüdüğüm ortam fena değildi. Ormanda büyümek biraz çamur, taş-toprak gerektiriyor tabi ama dayanıklı hale getiriyor seni. Ben de tek çocuğum. Nasıl bir insan olduğumu... Düşünmedim. Toprak kullanıyorum, yakın mesafede dövüşebiliyorum, klanımızın kök kontrol tekniklerini kullanabiliyorum. Ayıksam, antrenman yapmayı severim. Hayatta arzuladığım tek şey herkesi koruyabilmek ve köyün güvende olduğundan emin olmaktı, yanına bir de seni mutlu etmek eklendi şimdi. Olur da yaşlanmış bir şekilde ölürsem geriye baktığımda herkesin huzur içinde yaşamasını sağlayabildiğimi görmek isterim. Kaplıcaları güzel olan herhangi bir yer olabilir. Hayvan olsam... Maymun güzel olabilirdi. Az ilerde bir tane sürü var, bizden iyi zıplıyor şerefsizler. Kadınlar hakkında belli bir tipim yok ama kısa kadınlar daha bir çekici gelmiştir her zaman." Bir elimde kafasının tepesine pat pat vurup saçını okşadım soluklanırken. "Bir de böyle saftirik olanlar da çekiyormuş görünüşe bakılırsa. İçinde ızgara et olan her şey. Tatlı sevmem. Ve bu soruyu önce senin cevaplaman gerekiyor." Gülümseyerek öpmek için uzandım ve başımı geri yasladığımda derin bir nefes alıp, geriye kalan sorusuna cevap vermek için düşündüm biraz.
"Ölüme benzediğini hiç düşünmedim." dedim düşünceli bir sesle. Gökyüzünü izleyerek Aoi'yi ilk gördüğüm an nasıl kafamda şimşeklerin çaktığını anımsadım. O ana kadar güzelliği dışında hiçbir şey dikkatimi çekmemişti. Ama sonrasında her konuşması, basit cümleler dahi olsa bir şekilde beni etkilemiş, her davranışını aklımda yer etmişti bir şekilde. Bunu ona bu şekilde anlamalı mıydım? Ben senin ilk güzelliğine tutuldum desem, bu kızların hoşuna giden bir şey mi? Shigure'deki hatun ona iltifat etmemi hiç sevmiyordu, direkt işe girişmekti genelde derdi onun. Aoi güzel olduğunu duymaktan keyif alır mı? Kafamı kaldırıp ona baktım. Ortam hafiften ciddileşmişti ama ben gülümsemeden edemedim o tatlı suratını tekrar görünce. Bir elimi kaldırıp yüzünün yanlarından dökülen saçlarını geriye atıp elimi yüzünde gezdirmeye başladım. "Bilmem. Saçlarının kokusu, gözlerinin rengi, ağzın, burnun. Bunlar ilk aklımı başımdan aldı. Sonra da cüssene bakmadan pavyondan sarhoş adam taşıman, sana bir şey yapar mı yapmaz mı korkmadan ona evinde bakman, tatlı sever sevmez mi diye düşünmeden keki kurabiyeyi dayaman derken, bir bakmışım aklım hep sende. Bir de yalnızlığını anlatırken o ses tonun, aklıma kazındı. Sanki o tonda bir daha konuşmak zorunda kalmaman için her şeyi yapmak istiyorum." Baş parmağımı dudağında gezdirip sessizliği birkaç saniye sindirdim kafamda. "Ama şimdi bunları tekrar hatırlattığın için bu yapacaklarımı hakettin yani!" diye ani bir hareketle yattığım yerde dikelip oturdum, kızı hepten kucağıma oturtarak. Ardından, sağıma doğru dönerek kızı sırtının üzerine yatırdım seri bir hareketle. Biraz sert oldu ama olsun, zemin yumuşaktı. Etrafta kimse yoktu ve kendisi söylemişti hep böyle şeyler yapmayı, yapmamı istediğini.
Dudaklarına yapışarak daha derin bir şekilde öpmeye başladım. Bu sefer çekmedim kafamı geri, uzun uzun tadını çıkardım. Bir elim boynunu tutarken diğer elim de kalçasını yakaladı önce, sıktı şöyle bir. Sonra beline çıktı, sonra sağ göğsünü kenarından bir yoklamadan edemedi, omzunda durdu. Önce hırkayı tuttum indirdim. Ardından dudaklarım boynuna hunharca inerken kimonosunun yakasını indirdim. Kaç gündür hayallerimi süsleyen tenine yapıştı dudaklarım iyice, boynundan iyice aşağılara indim, sonra da omzuna çıktım. Tam o sırada, ensemdeki tüylere kadar diken diken eden bir his aniden içimi kapladı.
Dudaklarım hala omzundayken gözlerim faltaşı gibi açıldı. Ortamı dinlemeye başladım bu şekilde. Derin, hırıltılı bir nefes sesi... Aoi de hissetmiş olacaktı ki onun da çıkardığı sesler bir bıçak gibi kesildi. Yakasını geri çekerek tek hamlede kapattım omzunu ve kafamı kaldırdım. Sesin kaynağı çok da yakınımda, tam yanı başımızda duruyordu. Kocaman, parlak siyah tüyleri yapraklar arasından sızan güneş hüzmeleriyle ışıl ışıl parlıyordu. Kaslı gövdesi ile her an üzerimize atlayabilecek bir duruşu vardı ve meraklı gözleri Aoi'nin üzerindeydi. "Bahsettiğim kedi. Bir şey yapmaz heralde." diye fısıldadım sanki burnumun dibindeki dev kedi beni duymayacakmış gibi. Kalbim güp güp atıyor, kafamda Aoi'yi şimdi mi buradan kaçırsam yoksa belki kedi bir şey yapmadan gider mi diye saniyede bin defa düşünüyordum. Sonra, kedi ağzını açtı.
"Kedi mi? Yuh be, hayvan herif." dedi.
Neden, nasıl, ne zaman çığlık atmaya başladığımı bilmiyorum. "Oha konuşUYOOOAAAHH!" diye bağırınarak Aoi'yi kaptığım gibi bir ağaca fırladım. Bir yandan derin derin nefesler alırken diğer yandan da Aoi'ye "Yemin ederim efsanevi olduğunu bilmiyordum. Ben normal kedi sandım!" diye açıklama yapmaya çalıştım. O sırada da kedi bizim ağacın altına yanaşarak konuşmaya devam etti. "Ulan senden her şeyi beklerdim de, buraya kız atacağını hiç düşünmezdim!" dedi tok ama hafif alaycı bir sesle. Sonra, Aoi'ye çevirdi bakışlarını, "Ben bu eşcinsel sanıyordum." diye dalga geçmeye devam etti benimle.
"Eee, devam etsenize. Nasıl olsa kuşlar böcekler görse bir şey olmaz, di' mi?" Sesi biraz daha içerler bir hal almaya başlamıştı, hafiften de isyan ediyordu sanki. "Ulan her köşede sizin veletlerinizden biri illa birileriyle düdükleşiyor. Haysiyet bırakmadınız panterde! Çocuklarımı kovuktan çıkaramıyorum, kovuktan!"
Kafamı çevirerek Aoi'ye baktım. "P-Pantermiş." diye kıkırdadım gergin bir şekilde. Hala nefes nefeseydim. Ardından şaşkın bakışlarımı aşağıdaki pantere çevirip "Özür... Dilerim?" diye seslendim. "B-Ben uyarayım klandakileri, s-sevişmesinler her yerde öyle."
Kenta kendisinden bahsetmeye başlamıştı. Biraz yüzeysel anlatıyordu. Sanki iç dünyasının derinlerini paylaşmaya henüz hazır değildi. Geçirdiği çocukluktan, ailesinden, tek çocuk olmasından bahsetmişti. Kaplıcaları sevdiğini duymak güzeldi. Bir gün birlikte kaplıca tatiline gidebilirlerdi. Tatlı sevmediğini duyunca şaşkınlıkla duraksadı. Bir insan nasıl, neden, hangi sebeple tatlı sevmezdi ki? Tatlılar dünyanın en güzel şeyi, cennetten inmiş bir nimet, hayatın neşesi, aşkı, coşkusu, her şeyiydi. Aoi düşünceyle başını kaşıdı. Önünde iki ihtimal vardı. Ya ona tatlı yedirerek onu tatlılara alıştıracaktı ya da ona tatlı yedirmeyerek hepsini kendisi yiyecekti. Daha ciddi olan sorusuna gelince, Kenta onu ölüme benzetmediğini söylemişti. Onun ilk olarak tipinden, sonra da davranışlarından hoşlandığını belirtmişti. Aoi hem rahatlamış hem de utanmıştı. Kenta onun davranışlarından bahsettikçe yüzü alev alev yanmaya başlamıştı. Elleriyle onu susturmak istiyordu bir yandan, diğer yandan da daha fazla anlatsın istiyordu.
Konu yalnızlığına gelince Kenta duraksadı. Parmağını dudağına götürerek orada gezdirdi bir süre. Aoi bakışlarını kaçırmak istese de o göz hapsinden kurtulamadı. Sonrasında o bakışların değiştiğini fark etti. Daha kurnaz ve hınzır bir parıltı yerleşmişti yeniden o gözlere. Aoi daha neler olduğunu anlamadan aniden oturduğu yerde dikelmişti Kenta. Genç kızın ağzını açmasıyla kendini yerde, sırtını çimenlere vermiş halde bulması bir oldu. Bir anda pozisyonları değişmişti, tüm kontrolü Kenta'ya kaybetmişti. "K-Kenta!" İtirazı dudaklarına yerleştirilen bir öpücük ile havada kayboldu. Bu sefer önceki gibi kısa bir öpücük değildi. Uzun, şehvetli bir öpüşmeydi. Aoi gümbür gümbür atan kalbinin sesiyle Kenta'nın boynuna sardı kollarını. İlk başta gerginlik ve utançla kaskatı kesilmiş olan bedeni yavaşça yumuşamış ve kendini anın akışına bırakmıştı. Vücudunun her yerinde gezinen ellerini, yavaşça boynundan sıyrılan kimonosunu hissedebiliyordu. Burada mı yapacaklardı? Birilerinin görme ihtimalinin paniği, içinde hem durma isteği hem de devam etme coşkusu uyandırıyordu. Yakalanma ihtimalleri heyecan vericiydi belki de. Zihni bunu düşünüp tartabilecek kadar düzgün çalışmıyordu. Vücudunun her bölgesine yayılan sıcaklık, ne olduğunu anlamadığı hoş bir duyguyla birlikte tek bir bölgede yoğunlaşıyordu. Kenta'nın sıcak dudaklarını ve nefesini boynunda hissettikçe ağzından şimdiye dek kendisinden hiç işitmediği sesler çıkıyordu.
Sonra bir şey oldu. Bir hırıltı sesi duydu. Ses kendinden mi çıkıyor diye bir duraksadı ancak hayır, susmasına rağmen hırıltı devam etmişti. Kenta da sesi duyunca duraklamıştı. Hızla indirdiği kimonoyu geri çekti omzundan ve üstünü kapattı. Ormanda gerçekten de onları gözetleyen birileri mi vardı? O esnada Kenta'nın korku dolu gözlerle bir yere baktığını fark etti. Bakışlarını o yöne çevirince simsiyah parlak tüyleri ile devasa bir pumanın kendilerine bakmakta olduğunu fark etti. Resmen burunlarının dibindeydi hayvan. Kenta bahsettiği kedinin bu olduğunu söylediğinde Aoi şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerini Kenta'ya çevirdi. "Kedi mi?" Bir kedi için fazla büyük değil miydi? Tam o esnada Aoi ile aynı anda panter de hayal kırıklığına uğramış ve yargılayan bir ses tonuyla çıkışmıştı. Gözleri olan herkes bunun bir kedi olmadığını anlardı yani, değil mi? "E, haklı hayvan ama yani."
Panter konuşmuştu. Aoi'nin kaçırdığı nokta buydu. Panter resmen konuşmuştu. Kenta bunun şaşkınlığı ile çığlık atarak onu kucakladığı gibi karşılarındaki ağaca fırlamıştı. O esnada da Aoi'ye açıklama yapmaya devam ediyordu. Aoi şaşkınlık ile bir pantere bir Kenta'ya bakarken panter konuşmaya devam etmişti. Önce Kenta'ya sonra da tüm klanına giydirmişti. Ormanda aşna fişne yapmalarından bıktığını dile getirmişti. Aoi muhabbetin absürtlüğüne daha fazla dayanamayarak kocaman bir kahkaha patlattı. "Kenta sen koskoca panteri kedi mi sandın gerçekten PUAHAHAJSHAJHS!" Gülmekten karnı ağrıyana, nefessiz kalana, gözlerinden yaş gelene kadar güldükten sonra kendini toparlayıp eski ciddi ifadesini kazanmaya çalıştı. "Kusura bakmayın panter bey, rahatsız etmek istememiştik. Bu kadar kudretli bir panterin burada yaşadığını bilmiyordum." Sonra heyecanla gözleri parıldadı. "Kedigilleri de çok severim ben! Her türlüsünü. Panterler de dahil buna. Bahçemde sizin akrabalarınızdan birine bakıyorum. Normal kedi. Dört tane yavrusu oldu yakın zamanda. Annenin ismi Kestane. Çocuklarının ismi de Fındık, Kaju, Fıstık ve Leblebi." Bu gereksiz bilgiyi panterle paylaştıktan sonra kendinden gurur duyan bir ifadeyle Kenta'ya döndü. Onu kolundan çekiştirdi. "Dönelim istersen artık. Zaten hava kararacak birazdan. Panter beyi de rahatsız etmeyelim."
Konu yalnızlığına gelince Kenta duraksadı. Parmağını dudağına götürerek orada gezdirdi bir süre. Aoi bakışlarını kaçırmak istese de o göz hapsinden kurtulamadı. Sonrasında o bakışların değiştiğini fark etti. Daha kurnaz ve hınzır bir parıltı yerleşmişti yeniden o gözlere. Aoi daha neler olduğunu anlamadan aniden oturduğu yerde dikelmişti Kenta. Genç kızın ağzını açmasıyla kendini yerde, sırtını çimenlere vermiş halde bulması bir oldu. Bir anda pozisyonları değişmişti, tüm kontrolü Kenta'ya kaybetmişti. "K-Kenta!" İtirazı dudaklarına yerleştirilen bir öpücük ile havada kayboldu. Bu sefer önceki gibi kısa bir öpücük değildi. Uzun, şehvetli bir öpüşmeydi. Aoi gümbür gümbür atan kalbinin sesiyle Kenta'nın boynuna sardı kollarını. İlk başta gerginlik ve utançla kaskatı kesilmiş olan bedeni yavaşça yumuşamış ve kendini anın akışına bırakmıştı. Vücudunun her yerinde gezinen ellerini, yavaşça boynundan sıyrılan kimonosunu hissedebiliyordu. Burada mı yapacaklardı? Birilerinin görme ihtimalinin paniği, içinde hem durma isteği hem de devam etme coşkusu uyandırıyordu. Yakalanma ihtimalleri heyecan vericiydi belki de. Zihni bunu düşünüp tartabilecek kadar düzgün çalışmıyordu. Vücudunun her bölgesine yayılan sıcaklık, ne olduğunu anlamadığı hoş bir duyguyla birlikte tek bir bölgede yoğunlaşıyordu. Kenta'nın sıcak dudaklarını ve nefesini boynunda hissettikçe ağzından şimdiye dek kendisinden hiç işitmediği sesler çıkıyordu.
Sonra bir şey oldu. Bir hırıltı sesi duydu. Ses kendinden mi çıkıyor diye bir duraksadı ancak hayır, susmasına rağmen hırıltı devam etmişti. Kenta da sesi duyunca duraklamıştı. Hızla indirdiği kimonoyu geri çekti omzundan ve üstünü kapattı. Ormanda gerçekten de onları gözetleyen birileri mi vardı? O esnada Kenta'nın korku dolu gözlerle bir yere baktığını fark etti. Bakışlarını o yöne çevirince simsiyah parlak tüyleri ile devasa bir pumanın kendilerine bakmakta olduğunu fark etti. Resmen burunlarının dibindeydi hayvan. Kenta bahsettiği kedinin bu olduğunu söylediğinde Aoi şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerini Kenta'ya çevirdi. "Kedi mi?" Bir kedi için fazla büyük değil miydi? Tam o esnada Aoi ile aynı anda panter de hayal kırıklığına uğramış ve yargılayan bir ses tonuyla çıkışmıştı. Gözleri olan herkes bunun bir kedi olmadığını anlardı yani, değil mi? "E, haklı hayvan ama yani."
Panter konuşmuştu. Aoi'nin kaçırdığı nokta buydu. Panter resmen konuşmuştu. Kenta bunun şaşkınlığı ile çığlık atarak onu kucakladığı gibi karşılarındaki ağaca fırlamıştı. O esnada da Aoi'ye açıklama yapmaya devam ediyordu. Aoi şaşkınlık ile bir pantere bir Kenta'ya bakarken panter konuşmaya devam etmişti. Önce Kenta'ya sonra da tüm klanına giydirmişti. Ormanda aşna fişne yapmalarından bıktığını dile getirmişti. Aoi muhabbetin absürtlüğüne daha fazla dayanamayarak kocaman bir kahkaha patlattı. "Kenta sen koskoca panteri kedi mi sandın gerçekten PUAHAHAJSHAJHS!" Gülmekten karnı ağrıyana, nefessiz kalana, gözlerinden yaş gelene kadar güldükten sonra kendini toparlayıp eski ciddi ifadesini kazanmaya çalıştı. "Kusura bakmayın panter bey, rahatsız etmek istememiştik. Bu kadar kudretli bir panterin burada yaşadığını bilmiyordum." Sonra heyecanla gözleri parıldadı. "Kedigilleri de çok severim ben! Her türlüsünü. Panterler de dahil buna. Bahçemde sizin akrabalarınızdan birine bakıyorum. Normal kedi. Dört tane yavrusu oldu yakın zamanda. Annenin ismi Kestane. Çocuklarının ismi de Fındık, Kaju, Fıstık ve Leblebi." Bu gereksiz bilgiyi panterle paylaştıktan sonra kendinden gurur duyan bir ifadeyle Kenta'ya döndü. Onu kolundan çekiştirdi. "Dönelim istersen artık. Zaten hava kararacak birazdan. Panter beyi de rahatsız etmeyelim."

► Show Spoiler