Aoi bugün yapması gereken her sorumluluğu tamamlamıştı. Falına bakmış, meditasyon yapmış, Yuukon'a dua etmiş, klanın küçüklerine din ve tarih dersleri vermiş ve babasıyla birlikte ufak birkaç ritüele yardım etmişti. Dün klana yeni bir bebek doğduğu için onun arındırılması ve isimlendirilmesi ritüeli yapılmıştı. Aoi'nin en sevdiği ritüellerdi. O minicik yaşamların önlerindeki ilim dolu yolculuğu düşündükçe içi kıpır kıpır olurdu. Şimdi ise gece olmuştu ve Aoi manevi gücünü arttırmak için gece saatlerini verimli kullanmaya fazlasıyla dikkat ederdi. Aynı zamanda bu saatlerde doğaya hayran olmayı, yarattıklarından ötürü tanrıya şükretmeyi daha çok severdi. Gündüz saatlerine kıyasla etrafta daha az dikkat çekiyordu sonuçta. Klanı köyde pek hoş karşılanmadığı için insanların ona dik dik bakmadığı saatlerde serbestçe gezmek daha keyifli oluyordu.
Üstünü başını düzelttikten sonra klan yerleşkesini terk ederek derelerle çevrili sisli yoldan köyün merkezine doğru ilerlemeye başladı. Ay ışığı altında, sakin adımlarla ilerliyordu. Aynı zamanda içinden bir melodi tutturmuş, onu tekrarlayıp duruyordu. Gececi hayvanlar ve böcekler uyanmaya, karınlarını doyurmak için hazırlanmaya başlamıştı. Bundan dolayı sık sık durup onları inceliyor, hayran hayran baktıktan sonra yoluna devam ediyordu. Köy merkezine ulaşması yaklaşık yirmi dakikasını almıştı. Bütün dükkanlar yavaştan kepenkleri indirmeye başlamış, geceleri çalışmaya devam eden bazı yemek yeme yerleri ve eğlence mekanları dışında her yer sessizliğe gömülmüştü. Aoi kapanmış bir çiçekçi dükkanının vitrinindeki çiçekleri inceleyip içlerinden isimlerini bildiklerini bulmaya çalıştığı bir oyun oynadı zihninde bir süre. Bitkilerin isimlerini öğrenmek için daha fazla çalışması gerektiğine karar verdi ardından. Kapanmış bazı kıyafet dükkanlarının vitrinlerini inceldi, ayakkabılara baktı. Gündüzleri yapmaktan çekindiği, utandığı ne varsa bu saatlerde nispeten daha özgür olabiliyordu. Hala ara sıra yoldan geçen insanların tuhaf bakışlarına maruz kalıyor olsa da zaten etraf karanlıktı ve onları fazla görmek zorunda kalmıyordu.
Aoi köyün loş ışıklı dar sokaklarında ilerlerken içeriden coşkulu bir müzik sesinin geldiği ve neredeyse tüm mahallede yankılandığı bir mekanın önünde buldu kendini. Buranın neresi olduğunu biliyordu, daha önce de defalarca kez önünden geçmişti. Burası insanların dünyevi zevklerini doyurmak için para verdikleri bir yetişkin eğlence mekanıydı. Kısaca pavyondu. İsminin köyün Hokage'sinin ismini andırması dışında bu mekana karşı hiçbir ilgi duymamıştı öncesinde. Bu tarz eğlenceler Aoi'nin pek ilgisini çekmezdi. Tanrıları Yuukon onları dünyevi eğlencelere ve ihtiraslara fazla kapılmamaları konusunda, gerçek görevlerini unutmama konusunda uyarırdı. Zaten... Aoi utanırdı böyle bir mekana girmeye. Pek ona göre değildi. İçeride ne döndüğünü merak ediyor olsa da öğrenecek kadar cesareti yoktu. Oradan buradan duyduğu şeyleri biliyordu sadece. Ancak bugün durum farklıydı. Bugün, Aoi ilk kez bu pavyondan içeri girecekti. Çünkü bugün, diğer günlerin aksine içeride adeta bir curcuna kopuyordu.
Seslerin ne sesi olduğunu anlayamamıştı. Bağrışmalar, tabak çanak kırılmaları, belki birkaç çığlık, pat küt birtakım anlamlandıramadığı sesler... Bir şeyler döndüğü belliydi. Daha önce burada böyle sesler işitmemişti. Köyün yetkili ninjası olarak içeride neler olduğunu anlamak için mekana girmesi gerekiyordu. Bir anda kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Hayır, bu mekana ilk kez adım atacak olduğu için değildi heyecanı kesinlikle. Yavaşça binaya doğru yaklaşıp camlardan içeriyi görmeye çalıştı. Nedense kapıda hiçbir güvenlik de yoktu. Belki de bağrışmaları duyunca içeri girmişlerdi. Bir anda kapıları sonuna kadar açarak pat diye içeri girdi. "Neler oluyor burada?"
Kendisine dönen en az yirmi tane suratla karşılaşınca kıpkırmızı olup kaldı. Gördüğü sahne tam olarak şuydu: Dört, belki beş tane iri yarı adam, uzun sarı saçları olan bir çocuğu tutmaya çalışıyorlardı. Birisi saçına yapışmıştı, diğeri bacaklarını tutuyordu, biri bağırmasın diye ağzını tutuyordu, öbürü kollarını tutuyordu. Etrafta gösterişli, hatta biraz fazla gösterişli, giyinmiş kadınlar ve erkekler vardı. Aoi'nin içeri girmesiyle bir şaşkınlık ve sessizlik dalgası oluşmuştu mekanda. Müzik sesi bile kesilmişti. Aoi yutkunarak ne yapacağını bilemez halde kendisini hemen dışarı atmak ve kimseye görünmeden eve dönmek istedi ancak her şey için çok geçti artık. "N-N-Ne yapıyorsunuz?" Adamların üstlerine yürüdü nereden geldiği belirsiz bir cesaretle. "İnsanlara zarar vermek büyük bir günahtır. Yuukon canınıza merhamet etsin. Derhal bırakın onu." Aralarında ne dönmüştü, ne olmuştu da olay buraya gelmişti hiçbir fikri yoktu ancak insanların şaşkınlık anlarından yararlanarak çocuğu kolundan tuttuğu gibi çekip çıkardı ve seri adımlarla dışarı çıktı. Sonra mekanı gözden kaybedinceye kadar ara sokaklardan ilerlemeye başladı. Arkalarından "Göreceksin sen orospu evladı!" gibi birtakım çirkin ve kulakların işitmemesi gereken laflar atıldığını duymuştu. Yeterince uzaklaştığına emin olduktan sonra çocuğun kolunu bıraktı ve dönüp hemen saygıyla eğildi. "Çok özür dilerim. Haddim olmayarak karıştım. Zor durumda olduğunuzu düşündüm." Başını kaldırıp ne tepki vereceğini izlemek için yüzünü inceledi bir süre. "Yureikumo Aoi." dedi sonra fazlasıyla özgüvensiz bir ses tonuyla malumu ilan eder gibi. Yureikumo olduğunu ne zaman ilan etse insanların gözlerindeki hayal kırıklığı ve korku dolu önyargılı ifadeyi görmekten nefret ediyordu.