Page 1 of 3

100 Gram Fındık

Posted: Sun Jan 12, 2025 9:22 pm
by Yureikumo Aoi

Kurbağaların çiftleşmek için partner ararken boğazları yırtarcasına bağırdıkları bir akşam saatinde, Aoi bacaklarını dereye sokmuş, bedeniyle ise tamamen dere kenarındaki çimenlere yatmış, karanlık gökyüzünü izliyordu. Bu gece tepede yarımay vardı. Yıldızlar göz kırparak ışıklarını kesik kesik yansıtırken, ay ışığını da bulutların arkasından sisli ve flu bir şekilde görmek mümkündü. Hafif bir meltem çıkmış, insan ve kuş sesleri azalmaya başlamış, doğa kendini gecenin dingin rahatlığına atmaya hazır hale gelmişti. İşte bunlar Aoi'nin saatleriydi. Herkesin uyuduğu ve ölüm provası yaptığı saatlerde Aoi dinginlik ve huzur buluyordu. Yavaşça doğruldu yattığı yerden. Bacaklarını dereden çıkararak kimonosunun kıvırdığı eteğini düzeltti. Sonra da dağılmış saçlarını parmaklarıyla yavaşça tarayarak düzeltti. "Size de iyi geceler baylar." dedi nazik bir gülümsemeyle deredeki kurbağalara. Umuyordu ki şansları yaver giderdi ve eşlerini bulup çiftleşme seremonilerinde başarıya ulaşırlardı. Düşünmek bile büyüleyiciydi yaşam döngüsünü.

Aoi bugün yapması gereken her sorumluluğu tamamlamıştı. Falına bakmış, meditasyon yapmış, Yuukon'a dua etmiş, klanın küçüklerine din ve tarih dersleri vermiş ve babasıyla birlikte ufak birkaç ritüele yardım etmişti. Dün klana yeni bir bebek doğduğu için onun arındırılması ve isimlendirilmesi ritüeli yapılmıştı. Aoi'nin en sevdiği ritüellerdi. O minicik yaşamların önlerindeki ilim dolu yolculuğu düşündükçe içi kıpır kıpır olurdu. Şimdi ise gece olmuştu ve Aoi manevi gücünü arttırmak için gece saatlerini verimli kullanmaya fazlasıyla dikkat ederdi. Aynı zamanda bu saatlerde doğaya hayran olmayı, yarattıklarından ötürü tanrıya şükretmeyi daha çok severdi. Gündüz saatlerine kıyasla etrafta daha az dikkat çekiyordu sonuçta. Klanı köyde pek hoş karşılanmadığı için insanların ona dik dik bakmadığı saatlerde serbestçe gezmek daha keyifli oluyordu.

Üstünü başını düzelttikten sonra klan yerleşkesini terk ederek derelerle çevrili sisli yoldan köyün merkezine doğru ilerlemeye başladı. Ay ışığı altında, sakin adımlarla ilerliyordu. Aynı zamanda içinden bir melodi tutturmuş, onu tekrarlayıp duruyordu. Gececi hayvanlar ve böcekler uyanmaya, karınlarını doyurmak için hazırlanmaya başlamıştı. Bundan dolayı sık sık durup onları inceliyor, hayran hayran baktıktan sonra yoluna devam ediyordu. Köy merkezine ulaşması yaklaşık yirmi dakikasını almıştı. Bütün dükkanlar yavaştan kepenkleri indirmeye başlamış, geceleri çalışmaya devam eden bazı yemek yeme yerleri ve eğlence mekanları dışında her yer sessizliğe gömülmüştü. Aoi kapanmış bir çiçekçi dükkanının vitrinindeki çiçekleri inceleyip içlerinden isimlerini bildiklerini bulmaya çalıştığı bir oyun oynadı zihninde bir süre. Bitkilerin isimlerini öğrenmek için daha fazla çalışması gerektiğine karar verdi ardından. Kapanmış bazı kıyafet dükkanlarının vitrinlerini inceldi, ayakkabılara baktı. Gündüzleri yapmaktan çekindiği, utandığı ne varsa bu saatlerde nispeten daha özgür olabiliyordu. Hala ara sıra yoldan geçen insanların tuhaf bakışlarına maruz kalıyor olsa da zaten etraf karanlıktı ve onları fazla görmek zorunda kalmıyordu.

Aoi köyün loş ışıklı dar sokaklarında ilerlerken içeriden coşkulu bir müzik sesinin geldiği ve neredeyse tüm mahallede yankılandığı bir mekanın önünde buldu kendini. Buranın neresi olduğunu biliyordu, daha önce de defalarca kez önünden geçmişti. Burası insanların dünyevi zevklerini doyurmak için para verdikleri bir yetişkin eğlence mekanıydı. Kısaca pavyondu. İsminin köyün Hokage'sinin ismini andırması dışında bu mekana karşı hiçbir ilgi duymamıştı öncesinde. Bu tarz eğlenceler Aoi'nin pek ilgisini çekmezdi. Tanrıları Yuukon onları dünyevi eğlencelere ve ihtiraslara fazla kapılmamaları konusunda, gerçek görevlerini unutmama konusunda uyarırdı. Zaten... Aoi utanırdı böyle bir mekana girmeye. Pek ona göre değildi. İçeride ne döndüğünü merak ediyor olsa da öğrenecek kadar cesareti yoktu. Oradan buradan duyduğu şeyleri biliyordu sadece. Ancak bugün durum farklıydı. Bugün, Aoi ilk kez bu pavyondan içeri girecekti. Çünkü bugün, diğer günlerin aksine içeride adeta bir curcuna kopuyordu.

Seslerin ne sesi olduğunu anlayamamıştı. Bağrışmalar, tabak çanak kırılmaları, belki birkaç çığlık, pat küt birtakım anlamlandıramadığı sesler... Bir şeyler döndüğü belliydi. Daha önce burada böyle sesler işitmemişti. Köyün yetkili ninjası olarak içeride neler olduğunu anlamak için mekana girmesi gerekiyordu. Bir anda kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Hayır, bu mekana ilk kez adım atacak olduğu için değildi heyecanı kesinlikle. Yavaşça binaya doğru yaklaşıp camlardan içeriyi görmeye çalıştı. Nedense kapıda hiçbir güvenlik de yoktu. Belki de bağrışmaları duyunca içeri girmişlerdi. Bir anda kapıları sonuna kadar açarak pat diye içeri girdi. "Neler oluyor burada?"

Kendisine dönen en az yirmi tane suratla karşılaşınca kıpkırmızı olup kaldı. Gördüğü sahne tam olarak şuydu: Dört, belki beş tane iri yarı adam, uzun sarı saçları olan bir çocuğu tutmaya çalışıyorlardı. Birisi saçına yapışmıştı, diğeri bacaklarını tutuyordu, biri bağırmasın diye ağzını tutuyordu, öbürü kollarını tutuyordu. Etrafta gösterişli, hatta biraz fazla gösterişli, giyinmiş kadınlar ve erkekler vardı. Aoi'nin içeri girmesiyle bir şaşkınlık ve sessizlik dalgası oluşmuştu mekanda. Müzik sesi bile kesilmişti. Aoi yutkunarak ne yapacağını bilemez halde kendisini hemen dışarı atmak ve kimseye görünmeden eve dönmek istedi ancak her şey için çok geçti artık. "N-N-Ne yapıyorsunuz?" Adamların üstlerine yürüdü nereden geldiği belirsiz bir cesaretle. "İnsanlara zarar vermek büyük bir günahtır. Yuukon canınıza merhamet etsin. Derhal bırakın onu." Aralarında ne dönmüştü, ne olmuştu da olay buraya gelmişti hiçbir fikri yoktu ancak insanların şaşkınlık anlarından yararlanarak çocuğu kolundan tuttuğu gibi çekip çıkardı ve seri adımlarla dışarı çıktı. Sonra mekanı gözden kaybedinceye kadar ara sokaklardan ilerlemeye başladı. Arkalarından "Göreceksin sen orospu evladı!" gibi birtakım çirkin ve kulakların işitmemesi gereken laflar atıldığını duymuştu. Yeterince uzaklaştığına emin olduktan sonra çocuğun kolunu bıraktı ve dönüp hemen saygıyla eğildi. "Çok özür dilerim. Haddim olmayarak karıştım. Zor durumda olduğunuzu düşündüm." Başını kaldırıp ne tepki vereceğini izlemek için yüzünü inceledi bir süre. "Yureikumo Aoi." dedi sonra fazlasıyla özgüvensiz bir ses tonuyla malumu ilan eder gibi. Yureikumo olduğunu ne zaman ilan etse insanların gözlerindeki hayal kırıklığı ve korku dolu önyargılı ifadeyi görmekten nefret ediyordu.

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Sun Jan 12, 2025 10:13 pm
by Hayashi Kenta
Elimdeki ufak cam bardağı masaya çaaat diye vurup bir dilim limon emcikledim. Ekşiden yamulan ağzımın yüzümün düzelmesini bekledim birkaç saniye ve derin, uzun, dramatik bir nefes aldım. Aniden ayağa kalktım. Başım hem dönüyor, hem de içimde anlamsız bir dürtü varolmayan düğmelerimi iliklemeye zorluyordu beni. Kılık kıyafetimin düzgün olduğuna kanaat getirdikten sonra "VAR YA!" diye bütün gücümle bağırdım. Salondaki bütün kafaların bana döndüğünü bulanık bir şekilde görebiliyordum. Hedef seçmek için şöyle bir göz gezdirdim yarım yamalak. Önümdeki masada oturan iri kıyım elemanlara odaklandım durduk yere. "BENCE SİZ BEŞİNİZ BİRDEN BENİ DÖVEMEZSİNİZ." Sağ elimin işaret parmağı ile salonun içerisini gösterdim, yuvarlak çizerek. Ardından kendimi işaret ettim. Ne alaka bilmiyorum, vücudum bir öne gidiyor, bir arkaya geri geliyor. Eğlenceli aslında.

Elimi yumruk yapıp yan çevirdim. Diğer elimle de tokat yaparak bu yumruğun yanına şlaks diye oturttum, bu meydan okumama son noktayı koydum. Sonra bir güzel dövmeye başladılar beni.

Yani ne gerek vardı böyle aktivitelere hiç bilmiyorum azizim. Şiddet o kadar gereksiz ve saçma bir şey ki. Hele şu son yumruğa hiç gerek yoktu bence. Kim neden ısrarla kıçıma tekme atıyor emin değilim ama olayı aşırı kişiselleştirdiğine şüphe yok. "YA BEN ONU KAST-..." diye hakkımı savunacaktım ki, bir el ağzımı kapattı. Başka bir kuvvet de saçıma asıldı. Yani en son böyle bir durumda kaldığımda, buranın üst kattaki kiralık odalarından birinde anadan üryan çıplak bir şekilde çeşitli kültürel aktivitelerde bulunuyordum. Şimdi ise kanımdaki alkol hislerimi yamultmasa ağlamaya başlayacağım bir şiddet spiralinin içinde savrulup gidiyorum resmen. Ulan... Beni anam babam pavyon köşelerinde para yedirip dayak yiyeyim diye mi yetiştirdi?!

Kollarımın arkamda iyice kavuşturulmasıyla birlikte işler iyice çirkinleşmeye başladı. Ağzım kapalı diye bağıramıyorum da, boğazımdan garip garip sesler çıkarabiliyorum sadece. Çırpınmaya başladım elimden geldiğince ama ne yaptıysam artık, kızdıra kızdıra da en besili adamları seçmişim heralde. Tabii, nefes almayı unutacak derecede sarhoş olmasam bence amlarına koyardım ama o gün, bu gün değil maalesef. Bir yumruk daha yedim, kasığıma gelen bir tekmeyi son anda bacaklarımı kapatarak ıskaladım. Saçıma yapışık eller birdi iki oldu derken...

Birden bütün ışıklar son güçlerinde yanmaya başladı sanki. Ruhani bir ışık doldu pavyonun içerisine. Kulaklarımda yüzlerce perinin okuduğu tatlı melodiler çınlamaya başladı, tenimde tatlı bir meltem dolaşmaya, saçlarımı savurmaya başladı. "Bırakın onu!" diye sonlandırdı bu cehennem senfonisini pavyon kapısında beliren bir melek.

Cidden bıraktı şerefsizler. Yahu ben sabahtan beri durun diyorum durmuyorlar, karı bir durun dedi diye hemen ılık götlülük yapıp bırakıyorlar. Durduk yere kadına bilenmeye başladım. "Niye durdunuz lan?" diye söylenmeye başlayacaktım ki, herkes beni bırakmasına rağmen elimi kapatan herif hala ağzımda. Sinirle kolunu tutup ittirdim, "Çekil sen de be!" diye tıslayarak. O sırada da melek beni kolumdan akademi öğrencisi gibi çekiştirip dışarı çıkardı. Hem alelacele sürüklenmek, hem aniden artan oksijen seviyesi başımı feci bir döndürdü dışarı çıkınca. Kendimi bir tabureye oturmak zorunda hissedip çömeldim.

Biraz daha toparlandığımda deminki kadın önümde eğilmiş duruyor, çaktırmadan da alttan alttan bana bakmaya çalışıyordu. Ne yaptığımı pek düşünmeden sağ elimi omzuna koydum. "Hele sen var ya..." diye konuşmaya başladım sırıtarak. Aslında, ben ağzımdan çıkanları kontrol etmiyorum da ağzım bir başkasının uzvuymuş gibi davranmakta ısrar ediyordu demek daha doğru olabilirdi. Diğer elimi daha sert bir şekilde diğer omzuna koydum. "Beni hiç dövemezsin!"

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Sun Jan 12, 2025 10:46 pm
by Yureikumo Aoi
Adam bir anda ayakta duramayarak çömelmişti. Aoi endişeyle ne yapacağını izledi. Başına darbe filan mı almıştı acaba? Sonra zorlukla toparlanarak ayağa kalkmıştı. Ardından Aoi sağ omzunda bir el hissetti. Soru işareti dolu bakışlarını adama çevirdiğinde adamın ona gülümsüyor olduğunu fark etti. Sol elini de sol omzuna koyarak onu dövemeyeceğini söylemişti. Adamın nefesindeki keskin alkol kokusu Aoi'nin yüzüne çarpmış ve yüzünü ekşitmesine sebep olmuştu. Adam sarhoştu. Bir pavyondan sarhoş olan ve kavga arayan bir adamı kurtarmıştı. Bir süre soru işareti dolu bakışlarla adama bakmaya devam ettikten sonra cevap verme gereği hissetti. "Evet? Dövemem herhalde." Gizem dolu büyük soruya açıklık getirdi böylece. "Neden döveyim ki?" Bir sarhoşla muhakeme etmeye çalıştığına inanamıyordu. "Yani... sizi tanımıyorum. Aramızda bir problem de yok. Sizi dövmem için bir sebep olduğunu sanmıyorum. Hem yüce tanrı Yuukon şiddete son seçenek olarak başvurmamızı tavsiye eder." Gerginlikten boş konuştuğunu ve saçmalamaya başladığını fark ederek sustu.

Adamın elleri omzunda, yoğun bakışları gözlerinde, sarhoşluktan ağzı yüzü yamulmuş bir şekilde kendisine bakıyordu. Tanımadığı bir adamla bu kadar yakın mesafede olmaya, hatta genel olarak herhangi birisiyle bu kadar yakın mesafede olmaya alışkın değildi. Adamın omzundaki ellerini üzerinden çekmeye çalıştı. "Şey... İyi misiniz beyefendi? Eviniz nerede?" Neden bu işe bulaşmıştı ki şimdi? Bu adam kim bilir neyin nesiydi. Sarı saçları ay ışığının altında ipek gibi parıldıyordu. Ne kadar da güzel görünüyorlardı. Acaba saç bakımında ne kullanıyordu? Adamı yeniden kolundan tutarak ara sokaklarda sürüklemeye başladı.

"Size neden saldırdılar ki?" Gözleriyle açık bir büfe bulmak için etrafı tararken bir yandan da kendi kendine konuşuyordu havadaki garip atmosferi dağıtmak için. "Beş tanesi birden çullanmıştı bir de üzerinize. Ne kadar ayıp. Bunları şikayet etmek lazım. Hele ki sarhoş bir vatandaşa. Hiç Konoha'ya yaraşır hareketler değil bunlar." O sırada ufak bir büfenin ışıklarının hala yanıyor olduğunu fark etti. Büfenin önünde tabure var mı diye kolaçan etti ancak kısa bir dolap dışında adamı oturtacak bir yer bulamadı. "Şuraya oturun siz." Büfeciye döndü. "İyi akşamlar, Yuukon kesenize bereket versin. Soğuk bir şişe su alabilir miyiz?" Parasını ödedikten sonra suyun kapağını açtı ve adama yaklaştı. Kafasını tutup suyu dudaklarına götürerek içmesine yardımcı oldu. Ardından şişedeki suyun kalanını kafasından aşağıya boşalttı. "Ayıldınız mı biraz?" Klanındaki bir abisinden sarhoşların böyle ayıltıldığını duymuştu.

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Mon Jan 13, 2025 8:04 pm
by Hayashi Kenta
"E ben de onu dedim... Dövemezsiiiiin..." Yani boşuna konuşmuyoruz heralde, bir bildiğimiz var da söylüyoruz dövemez diye ama sakalım yok ki dinlensin. Zeminin ayaklarımın altında kıpır kıpır ediyor oluşunu umursamamaya ve duruşumu düzeltmeye çalıştım. Karşımda bu inatla beni dövebileceğini iddia eden şahsiyetin tipini baştan aşağı incelemeye başladım. Şöyle görüntüsünü hatmedeyim, aklıma kazıyayım ki yine denk gelirsek haddini bir de ayık kafayla bildireyim diye uzuuun uzun baktım. Uzun, beyaz renkli saçları ve bir o kadar daha beyaz renkli teniyle ay gibi parlayan bir şey vardı karşımda. Bıdır bıdır konuşuyor, anlamadığımı anlamamakta ısrar edip bir şeyler söyleyip duruyordu. Boyunun ölçüsüne baktım sağ elimi alnına koyup. Sonra eli kendime çekip hizaladım aramızdaki boy farkını. Dik durabildiğimde bi yirmi santimetre falan vardı aramızda, heh. "Zaten ufacıksın seeen. Ay, canım benim...." yaptım tatlı tatlı. Ne tatlı bir şeydi hayat ya, yaşamak falan. Kelebekler mesela bazen, ah canlarım...

Ev falan dedi bu disko topu bana. Evin var mı, barkın var mı diye sormuyor direkt evi soruyor. Anlayışsızlık ama bu yahu! Kim bilir ne derdim var, kim bilir nerelerime vurdular da bu hale geldim. Belki kimsesizim, belki beş parasızım, olamaz mı ya! Gözlerim dolmaya başladı. Evim de var, arabam da, fakat araba kısmı biraz şaibeli. Dolan yaşların yakmaya başladığı gözlerimi sıkıp burnumu çektim. "Var ki benim evim... Var işte. Ama çok uzakta, taaa ormana mı gideceğiz bu saatte ya?" diyip, olduğum yere geri çömeldim. Sonra, iyice uzandım taş zemine. "İyi geceleeeeerrrrrr....." derken, kendimi birden bire bir tabure üzerinde otururken buldum!

Yani büyücü falan olmalı bu set ışığı heralde. Zaten her görüş açıma girişinde gözümü alıyor, iyice başıma ağrı girdi. Yatan adamı neden kaldırıp oturtuyorsun? Ben, oturan adamı alıp yatırıyor muyum? Ya da sen yatarken alıp seni kutu gibi bir yerden bir yere taşısam, oturtsam hoşuna gider mi? Gitmez! "GİTMEZ İŞTE BEE!" Dertli dertli ofladım gözlerimi kapatıp. Kaşlarımı çattım biraz ve öne doğru bıraktım kendimi. Bir güç beni geri tuttu, bıraksa ne güzel düşecektim halbuki ama inatla her şey beni engelliyor bu gece. Sonra bu güç, tövbe tövbe, ağzıma yüzüme su falan verdi. Hemen ardından da ne alaka bilmiyorum, yağmur yağmaya başladı! Yani ben o kadar gündür çamaşır asmamak için hesap kitap yapıyorum, banyo halısını astığım gün yağmur yağıyor, ne alaka yahu! "YA, NE ALAKA ŞİMDİ HA?!" diye cıyakladım, ayağa fırlayıp.

Gece lambası bayılıp bayılmadığımı sordu ben fırlayınca. Kafamı dramatik bir hızla kendisine çevirip gözlerimi ona diktim. "Yağmurdan niçin mest olayım, hanımefendi? Şu cüzi şeye akl-ı seliminiz ve irfanınız nasıl böyle meyleder, anlayabilmek kabil midir?" dedim. Kurmak için efor sarfettiğim bu cümle son pilimi de tükettiği için, tabureye geri çömeldim. Elim sürekli kadının omzuna gidip geldiğinden yoksunluk hissetmiştim ki bi daha elimi attım omzuna. "Bak bana kısa kadın." dedim gözlerinin içine bakarken. Açık renkleri ruhuma çivi çakarcasına keskin bir donuk mavi renkteydi, bir ürperdim. "Ben. Gidiyorum." dedim kararlı bir sesle. Ardından, gözlerimi kapatıp tabureden kıçımı kaydırarak yere uzandım. Yeter be!

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Mon Jan 13, 2025 9:06 pm
by Yureikumo Aoi
Sarhoş adam kafasına suyu yiyince bir anda yerinden fırlamıştı. Bütün yol boyunca da saçma sapan anlamsız şeyler söyleyip durmuştu zaten. Aoi ona ayılıp ayılmadığını sorunca da çok garip bir şeyler söylemişti ancak Aoi tek bir kelimesini bile anlamamıştı. Bir tanesini anlamıştı gerçi. Yağmur filan demişti. "Yağmur mu?" Aoi bir elindeki boş su şişesine bir de adamın sırılsıklam olmuş suratına baktı. "Keşke yağmur yağsa, toprağın yağmur sırasındaki buğulu kokusu ne hoş olurdu şimdi..." diye mırıldandı kendi kendine. Aklı yine romantik ve büyülü dünyalara doğru gitmişti. "Bu sene pek de yağış olmadı. Ağaçlar da susuz kaldı. Yeşillerinin canlılığı gitti resmen. Yüce yaratıcıya dua etsek her gün bizi yeniden yağmuru ile nimetlendirse diye." Yanındaki sarhoş adamı tamamen unutmuş, bambaşka bir mesele üzerine düşünmeye gitmişti aklı.

Omzunda yeniden bir el hissedince bu düşüncelerinden sıyrıldı. Adam ona "kısa kadın" demişti. "İsmim Aoi." diye ısrar etse de sarhoş adam pek oralı değil gibiydi. Ayrıca... Aoi kısa filan değildi. Gayet de standart bir boyuttaydı. Bir erkeğe göre kısa olabilirdi belki ama boyu bir kadın için normaldi. Hem boyun ne önemi vardı ki? Önemli olan insanın manevi yolculuğu ve hayatta başardıklarıydı. Böyle şekilci davranışlar insanları mühim meselelerden alıkoyan dikkat dağıtıcı ve kutuplaştırıcı unsurlardı yalnızca. Neyse ki Aoi, hayatı boyunca işittiği şeyler düşünülünce bu lafı yemeyi pek de umursamamıştı. Zaten adam kör kütük sarhoştu. Bir de üstüne dayak yemişti. Biraz hoşgörülü yaklaşsa bir şeyi eksilmezdi.

Adam gidiyor olduğunu söylediğinde gözlerini toprak rengi gözlerine dikti. "Nereye?" Elbette bu soruyu sormak haddine değildi, tek merak ettiği şey yüzüne çarpılan suyu yağmur zannedecek derecede sarhoş bir adamın evinin yolunu bulup bulamayacağıydı. Hemen ardından adam gözlerini kapatıp yere uzanmış ve uyumaya başlamıştı. Aoi birkaç saniye öylece durup bu absürt manzarayı seyretti. Neden kendini bu işe sokuyordu ki? "Şu anda sizi burada bırakıp gitsem başınıza hiç iyi şeyler gelmez, biliyorsunuz bunu değil mi?" Sabrının yavaştan tükenmeye başladığını hissetti. Adamın başucuna eğilerek yüzüne hafif bir tokat attı. "Beyefendi." Ses çıkmayınca daha şiddetli bir tokat attı. "Beyefendi, sokak ortasında mı yatacaksınız?" Evi neredeydi ki? Bir ormandan bahsetmişti ancak Konoha'nın her yeri ormandı. Kim bilir neresinde oturuyordu. Onu kendi evine götürmeli miydi? Adamı tanımıyordu bile. Yureikumo Klanı fazlasıyla misafirperverdi ve zor durumdakilere yardımcı olmayı görev bilirdi. Üstelik... klanın öğretileri gereği güç duruma düşmüş bu adamı ortada bırakması Yuukon'un zoruna giderdi. Buradan bir on dakika yürüyerek klan yerleşkesine ulaşırlardı. Ona bol şekerli bir çay yaparsa belki adam ayılabilirdi.

Koluna girip biraz tökezleyerek ve sekerek zar zor ayağa kaldırmaya çalıştı adamı. "Biraz dayanın lütfen. Yuukon aklıma mukayyet ol." Adamın tek kolunu kendi omzuna attı, koltuk altına girdi ve belinden destekleyerek yürütmeye çalıştı. Herif pek iri yarı görünmüyordu ancak bez bebek gibi ayakta duramadığından taşımak fazlasıyla zahmetliydi. Ikına sıkına, oflaya poflaya, sisli ara sokaklardan gerisin geri yürümeye başladı. Neyse ki oradan oraya giderken köyün merkezinden uzaklaşmışlardı ve dönüş yolu o kadar da uzun değildi. Sık ağaçların ve derelerin arasında, devasa antik ağacın çevrelediği Yureikumo klan mahallesine ulaşmaları yaklaşık on - on beş dakikalarını almıştı. Klan üyelerinin hemen hepsi uyuyor olduğundan etrafta onları gören birisi olmamıştı. Evinden içeri girer girmez omzundaki koca yükü bir çuval gibi girişe fırlattı. Sonra dizlerinin üzerine çöküp soluklandı bir süre. Salonunun girişindeki minik tapınakta kısa bir süre durup dua ettikten sonra mutfağa girip hemen su kaynatmaya başladı. Su kaynarken de adamı omuzlarından tutup salona doğru sürükledi. Adamı zorlukla salondaki koltuğun üzerine taşıdıktan sonra mutfağa geri girdi ve kaynayan suyun içine çayı bıraktı. Çaydanlığı ve temiz bir bardağı alarak salona geri gitti. İkisini de masanın üzerine bıraktı. "Beyefendi?" Adamın yeniden yüzünü tokatladı. "Çay demleniyor bakın, iyi gelecektir. Şeker de getireyim. İçin olur mu?" Sonra da evimden çıkıp gidin diye düşünse de bunu dile getirmedi. Bu niye başına gelmişti ki şimdi? Halbuki sabah falında hiç böyle şeyler görmemişti. Gelecek görüsü üzerine daha çok çalışması gerekliydi anlaşılan.

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Tue Jan 14, 2025 4:17 pm
by Hayashi Kenta
Uyurken yere paralel olmak acilen normalleştirilmeli. Böyle ayakta, zorla çekiştiriliken, sürüklenirken, tokatlanırken falan performansı düşüyor yoksa bu işin. Saatler süren zorlu bir mücadelenin ardından yatar pozisyona geçebileceğim nispeten yumuşak bir zemine ulaşmıştım neyse ki. Buraya varmak için dağları aşmam, nehirlerden geçmem, iki cihana meydan okuyup kırk bakireye tapmam gerekmişti ve artık tadını çıkarabilirdim.

Ellerimi yumruk yaparak tavana kaldırdım, ayak parmaklarımı da iyice yere doğru uzatıp sağlam bir şekilde gerinmeye başladım. Tüm vücudumu iyice açıp kaslarım artık titremeye başlayana kadar gerinir halde kaldım. Ardından, top gibi kıvrılıp soluma döndüm. Elimi arkama atıp battaniyeyi üzerime çektim ama gelmedi. Ben de, bir daha çektim. Gene gelmedi. Bir daha çekip gelmeyince herhalde battaniyenin üzerine yattım diye dizlerimin üzerine oturur pozisyona geçip, battaniyenin ucunu aramaya başladım. Sanırım üç gün süren bir mücadele sonrasında falan kafama denk etti battaniyenin hiç olmayabileceği. "Haaa...." diyip, geri yattım. Kollarımı kavuşturup kendime sarıldım daha da ısınmak için. "Bi battaniye olaydı iyiydi..." diye mırıldandım ağzımı şapırdatıp. "Uyuyanın üstüne kar yağar derler..." Kafayı vurup uyumaya başladım.

Yani başlamıştım. Rahat bırakmıyorlar ki! Tamam, gencim, yakışıklıyım, ortalamanın üstüne karizmam var ve bekarım da! Ama yeter! Beyefendi de beyefendi! "Ne var nneee..." diye arkamı tam dönüyordum ki karı bana zbam diye tokatı geçirdi. Hayır ben bu kız hala burada mı onu bile bilmiyordum, evimi nasıl buldu da geldi ve bana saldırdı yahu? "YA!" diye hönkürerek bileğinden yakaladım kızı. Ani bağırışıma hazırlıksız yakalanan boğazımı gıcık tuttu ve ufak bir öksürük krizine girdim hala bileğinden tutuyorken. Bir yandan "Ulan... Uyuyan... Adama.. Ne... Vur-" diye isyan etmeye çalışıyorum, diğer yandan yaylı koltuk beni öyle bir zıplatıyor ki kızın bileği elimde halay çekiyoruz adeta. Bir süre sonra içine düştüğüm duruma lanet edip bıraktım bileğini. "Bir su ver bari." diyip göğsümü yumruklamaya başladım öksürüklerim devam ederken.

Kriz en sonunda geçtiğinde kafamı kaldırıp etrafa şöyle bir bakındım. Malum bekar adamız, kız da haddi olmadan o kadar evimize gelmiş. Etrafta don olur, yemek çöpü olur, örümcek olur. Bizim ormanın börtü böceği meşhurdur mesela, en zayıf anında gelip kulağına girerler falan, denk gelmesin kıza yani diye kontrol ettim. Ortalık haddinden temiz ve düzenli görünüyordu. Yeni bir koltuğum da vardı, ne zaman almıştım acaba? Ve duvarların rengi ne kadar hoş-...

"OHA!" diye ayağa fırladım. Ağzım açık kalmıştı, ve ellerim kafama gitmişti. Fıldır fıldır etrafa bakıyor, anlamaya çalışıyordum. Yani... Kıza beni dövemezsin dedik, battaniye ver dedik, Ben bunu mu kastettim ya! "EVİMİ Mİ BOYADIN?"

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Tue Jan 14, 2025 11:24 pm
by Yureikumo Aoi
İlk tokatta uyanmamıştı. İkincide de. Aoi üçüncü tokadı, biraz daha şiddetli şekilde attığı esnasında adam gözlerini açmıştı. Ne yazık ki o tokat atılmış olmuştu artık. "Ay pardon." demesine kalmadan adam bileğine yapıştığı gibi bir haykırmıştı. Tokata kızmış olacaktı herhalde. Öyle bir bağırmıştı ki tükürüğü boğazına kaçmış gibi öksürmeye başlamıştı. Aoi adamın sırtına pat pat vururken adam öksürüklerinin arasında saydırıyordu Aoi'ye. Onu nasıl bir durumun içinden kurtardığından habersizdi tabi hala. "Uyandırmak içindi kusura bakmayın." diye mırıldandı kendi kendine. Bu sefer adamın elini kendi üzerinden çekmek için hamle yapmamıştı. Bu ani fiziksel hamlelere alışmaya başladığından mıydı yoksa sarhoş diye adamı ciddiye almadığından mı bilmiyordu. Zaten sonra kendi kendine bırakmıştı adam onu. Su istemesi üzerine biraz evvel demlediği çaydan bir bardak doldurdu adama. "Olur su da getireyim."

Adamı bir süre kendi düşünceleriyle baş başa bırakıp yeniden mutfağa yöneldi. Bir su bardağı ve su sürahisi alıp salona geçti tekrardan. Su bardağına sürahiden su doldurduktan sonra, sürahiyi çaydanlığın yanına koydu. Bardağı da adamın önüne koydu. "Bu su, bu da çay. Hangisini isterseniz." Adam şaşkınlık içerisinde etrafı inceliyordu. Aoi aklından neler geçtiğini bilmiyordu ancak sarhoşluğun etkisinden yeni yeni kurtulduğunu ve nerede olduğunu idrak etmeye başladığını tahmin ediyordu. Bir anda kendini tanımadığı bir evde bulunca şaşırmıştı tabi. Ne yapacaktı? Ya adam korkudan bağırırsa ve olay çıkarırsa? Zaten çok da iyi gözle bakılmayan klan adına daha da leke sürmüş olacaktı. Üstelik hiç kötü bir amacı olmadan. Bu hayatta en son isteyeceği şey de iyi niyetiyle klanına kötülük yapmak olurdu herhalde.

Bunu demesine kalmadan adam ayağa fırlayarak bir anda şaşkınlıkla bağırmıştı. Aoi de bunun etkisiyle korkudan yerinden sıçradı. "Ne? Ne oldu?" Evini mi boyadığını sormuştu. Bu adam ciddi miydi yahu? Aoi biraz evvelki düşüncelerinin etkisiyle, ailesinin ve klan büyüklerinin evlerinin de çok yakın olduğu ve duyabilecekleri korkusuyla adamın üzerine çullandı. Onu yerine oturtup iki eliyle ağzını kapattı. "Bağırmayın! Sessiz olun. Sizin eviniz değil burası benim evim." Bütün vücuduyla adama baskı yaparak üzerine doğru eğildi. "Yureikumo Klan mahallesinde, benim evimdesiniz. Bunu sindirin önce. Sessiz olun ve olay çıkartmayın." Bağırmayacağına emin olduktan sonra ellerini adamın ağzından çekti. "Ayılamadınız mı hala? Size yardımcı olmaya çalıştım. Yolun ortasında mı bıraksaydım?" Masanın üzerinde duran çay bardağını aldı. İçine koca bir kaşık şeker ilave edip seri seri hareketlerle karıştırdı ve adamın eline tutuşturdu. "Bunu için. Dikkat edin sıcak, yanmayın." Kollarını göğsünde birleştirerek adama dik dik bakmaya başladı. Herhangi bir ani hareket yapacak ya da bağıracak olursa onu durdurmak üzere başında hazır olda bekliyordu. "Eviniz uzakta mı? Saat çok geç olduğu için geceyi burada geçirebilirsiniz ama lütfen rica ediyorum yarın öbür gün ben ve klanım hakkında ileri geri konuşup adımı lekelemeyin. Sizi buraya getirerek büyük bir riske girdim zaten. Duş almak isterseniz havlu ayarlayabilirim ama size uygun kıyafetim yok."

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Wed Jan 15, 2025 2:11 pm
by Hayashi Kenta
Kızın üzerime atlamasıyla feryat figan haykırışım son bulmuştu. Daha depinecek, ağlayacak, Ichika Matsumoto posterimi niye indirdi diye hesap soracaktım ama elleriyle ağzımı sıkı sıkı kapattı. "Hıpıhıhıhımı!" seslerinden başka bir şey çıkaramadım birkaç saniye. Ağırlığını iyice üzerime verdi ve ben birden bire, daha da çok ezilmeye başladım. Beni zapteden bu şeyin ne olduğuna bu kadar yakından ve net bir şekilde baktığımda, hissettiğim bu ezilme hissinin ağırlıktan değil, kızı ilk defa görmemle zihnime üşüşen düşüncelerden kaynaklandığını biraz geç fark ettim.

İlk anda, belki hala sarhoşluğun sersemliğini atamamışımdır diye gördüğüm şeyin gerçek olmadığını sandım. Elleri hala ağzımı kapatmış duruyorken birkaç kere gözlerimi kırpıştırmam, mallığımın son dirhemlerini atmam gerekmişti. Ama hayır, o buradaydı, soğuk bir kış sabahıymışcasına beni çarpmış ve çoktan ayıltmıştı da. Saçları, gece karanlığında aniden düşen ilk kar taneleri kadar saf ve çarpıcıydı; gözleriyse, sanki geceyle yıldızların dans ettiği bir gökyüzünden bir parça alınıp içine hapsedilmişti. Bir an nefes almayı unuttum; cidden, bunu nasıl tarif ederim ki? Dünya duruyor gibiydi, tüm gürültüler, düşünceler ve ağırlıklar çekilmişti sanki. İlk defa birine bu kadar dikkatle baktığımı fark ettim. İlk defa bir başka canlı bu kadar ilgimi çekmiş, düşüncelerimi allak bullak etmişti. Ben aynada bile kendime böyle bakmıyorum ki, bir insanın kendisinden başka bir şey dikkatini çeker mi? Benim, hayatım boyunca ilgimi çeken ilk güzellik şu an karşımda duran bu kız olmuştu resmen. Kelimeler beynimde birbirine karıştı; bir şey söylemek istedim ama hangi kelime bu anı bozmazdı ki? "Hayal mi bu?" diye düşündüm. Yok, hayal değildi, ayıldığıma emindim. Üstelik böylesine saf ve canlı bir şeyin hayal olmasını istemezdim sanırım.

Üzerimden kalkmasıyla yıllar sürmüş kadar hissettiren saniyeler sona erdi. Oturduğum yerde doğrulup yer döşemesine diktim gözlerimi. Az önce ne olmuştu? Dışarıdan bakınca oldukça basitti her şey, bağıran bir sarhoş, ve onu susturmaya çalışan bir ev sahibi. Ama içimde neden adeta bir kasırga kopmuş, elektrik direkleri devrilmiş, sular kesilmişti? Çaktırmadan gözlerim bir kez daha kıza kaydı. Şeker boca ettiği çay bardağını karıştırıyor ve bana uzatıyordu. Kafamı kaldırıp hiçbir şey söylemeden aldım bardağı elime ve konuşmadan oturmaya devam ettim. Kafamda bin yığın soru dolaşırken istemsizce derin bir nefes aldım.

Ellerimin arasında duran bardaktan yükselen buharı izledim birkaç saniye. Bu sırada kız istersem kalabileceğimi fakat sonra sağda solda ileri geri konuşmamam gerektiğini falan söylüyordu. Böyle bir şey yapabileceğimi düşündürten bir hareket mi sergiledim acaba diye düşündüm bir an. Ardından, belki daha önce böyle tatsız bir şey yaşamış olabileceği ve sadece önlem alıyor olabileceği geldi aklıma. Yureikumo Klanı'ndan olduğunu hatırlamamla kafamdaki önlem alma düşüncesi biraz daha bağdaşmıştı, fakat sormadım. Bu konu hakkında bir yorum yapmadım. Sadece kafamı onaylarcasına sallayıp sıcak çaydan üfleye üfleye bir yudum aldım.

Bu klan hakkında net bir düşüncem yoktu. Sadece, akademi yıllarında falan bu klanın çocuklarının dışlandığını, pek sevilmediklerini hatırlıyorum. Fakat ben zaten Konoha içerisinde büyümediğim için bu tip olayların içinde bulunacak kadar sosyalleşmedim yabancı çocuklarla hiç. Benim çocukluğum orman patikalarında klanın diğer çocuklarıyla saklambaç oynamakla geçti. Ergenliğim ve şimdiki yıllarım ise, yas tutmakla. Yasını tutttuğum şeyin ölümler olması, bu klanın da ölüm konseptiyle bu kadar içli dışlı olması beni rahatsız etmiyor değil. Fakat karşımda duran kız bütün bu rahatsızlığa baş kaldırıyor, ön yargımı kırmak için kendisinin henüz farkında olmadığı felsefi bir savaş veriyordu aklımda.

Bir yudum daha alıp en sonunda konuşmaya başladım. "Teşekkür ederim. Çayınız yeterince iyi bir misafirperverlik zaten." Bardağı masaya koydum. Derin bir of çekerek kafamı biraz indirdim, ellerimi başıma götürüp saçlarımı tuttum. Bir süre böyle kaldım. Yüreğimde bu kadar tuhaf bir ağırlık varken gözlerine bakmaya devam edemeyeceğimi düşündüm konuşurken. "Ve özür dilerim, size çok zahmet çıkarmış olmalıyım." Kafamı geri kaldırıp, bir elimle önüme düşen saçları düzelttim. Karşımdaki duvara diktim gözlerimi. "Kendimi böyle durumlara pek sokmam. İnanın, birkaç saat önceki gibi saçmalayan biri değilimdir aslında. Bugün sadece biraz fazla kaçırdım." Çayı tekrar elime alıp son yudumlarımı bitirdim. "Beni buraya taşımak için epey çaba sarfetmiş olmalısınız. Tekrardan özür dilerim. Size borçlanmış olmalıyım."

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Wed Jan 15, 2025 11:15 pm
by Yureikumo Aoi
Adam, ayıldığı için miydi yoksa Aoi bir anda üstüne çullanıp ağzını tutup onu susturmaya çalıştığı için miydi bilmiyordu ama bir anda ışık görmüş tavşan gibi kalakalmıştı. Aoi temkinli olmak için onun başında durup ani bir hamle yapmayacağından emin olmak istiyordu. Bir süre sessizleşmiş, gözlerine bakmış, hayalet görmüş gibi bir tepki vermiş ve bakışlarını kaçırmıştı. Aoi... kabalık mı etmişti? Çok mu üzerine gitmişti? Sarhoştu bir de, fazla mı hırpalamıştı onu? Ne diyeceğini ve ne yapacağını bilemedi bir süre. Eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Sarışın adam çayı almış, yüzüne bakmadan çayın buharlarını izlemişti uzun uzun. Aoi'nin dediklerini onaylar şekilde başını sallamıştı sadece ağır ağır. Hiç konuşmaması Aoi'nin daha da gerilmesine sebep oluyordu. Bu suskunluğun sebebinin ne olduğunu merak ediyordu. Klanı ile ilgiliydi, değil mi? Yureikumo evinde olduğunu öğrenince rahatsızlık duymuştu. Bir Yureikumo'nun ona yaklaşması, hatta onu kendi evine alması korkutucu bir şey olsa gerekti. Herkes korkuyordu onlardan sonuçta. Bir de bu evden çıkarken birileri tarafından görülürse "uğursuz" diyeceklerdi ona. Yureikumo'larla takılmak uğursuzluk getirirdi çünkü. Hayaletler musallat olurdu. Öyle derdi küçükken akademide çocuklar ona. Derin bir iç çekerek adamın karşısına oturdu. Bu önyargıyı nasıl kırabilirdi emin değildi. Kırsa bile bu onun da dışlanmasına sebep olabilirdi. Ya bu yüzden Aoi'den daha da çok nefret ederse? Aoi nefret edilmek istemiyordu.

Çaydan hafifçe bir yudum alırken aralarındaki tuhaf sessizliği bozarak misafirperverliği için teşekkür etmişti. Aoi bakışlarını ona çevirdi yeniden. Ayılmıştı! Heyecanlanarak öne doğru eğildi. Dediği her bir kelimeyi iyice işitmek istiyordu. Adamın boynundan göğsüne doğru ilerleyen ve nerede bittiğini göremediği değişik bir dövmesi olduğunu fark etti. Hatta... onu ilk kez inceliyor olduğunu fark etti. Uzun sarı saçları vardı. Boyu da uzundu. Atletik bir vücut yapısı var gibi görünüyordu. Gözleri kahverenginin çok hoş bir tonuydu. Sarı saçlarıyla birleşince ona yağmur sonrası kocaman güneş açmış bir toprak manzarasını anımsatmıştı. Evinin etrafındaki ormanlık alanda bu sahneyi pek çok kez görmüştü. Fal destesindeki Güneş kartını da bundan esinlenerek oluşturmuştu. Güneş'e benzeyen insanları hep çok etkileyici bulurdu. Sımsıcak, samimi, güvenilir, cana yakın bir auraları vardı onların. Çok sevilen birisinin sıcacık kucaklayışı gibi nostaljik bir mutlulukla doldururlardı girdikleri ortamları. Adamın yüzündeki çizgileri inceledi. Göz kenarındaki, ağız çevresindeki... Gülümsediği zaman gözlerinin nasıl kırıştığını ve ağzının ne yöne doğru açıldığını hayal etti. Gözlerinin mutlulukla titrediği, yıldızlar gibi kıpır kıpır ettiği bir an hayal etti. Çok güzel gülümsüyor olmalıydı. Ne yazık ki şu an fazlasıyla ciddi, ona bakmadan oturuyordu öylece. Altın sarısı perçemleri yanaklarının iki yanından aşağı süzülüyordu. Gözlerini, belki göz göze gelip onları yakalayabilirmiş gibi onunkilere dikti bir süre ancak karşılık alamadı. Hayal kırıklığı ile omuzlarını indirdi.

"Hayır, hiç sorun değil." dedi umutsuz bir ses tonuyla adamın özrüne karşı. "Sarhoştunuz sonuçta. Kendi başıma iş yaptığım için ben özür dilerim esas. Burada olmaktan rahatsızlık duyabileceğinizi düşünmeliydim. Kabalık ettim." Bakışlarını bir an kaçırıp yeniden onun üzerinde gezdirdi. Onu göz hapsine almaktan kendisini alıkoyamıyordu. "İsminiz neydi?" Adını hala bilmiyor olduğunu fark etti. Sarhoş olmayan hali gayet saygılı bir beyefendiye benziyordu. Acaba kimlerdendi? Aoi ayağa kalkarak odasının perdesini açtı. Dini ritüelleri gerçekleştirdikleri Antik Ağaç, bu saatlerde ay ışığının altında çok görkemli gözüküyordu. Aoi'nin en sevdiği manzaralardan birisiydi. "Kimseye söylemem." dedi hayal kırıklığını belli etmemeye çalışan bir ses tonuyla. "Buraya geldiğinizi kimseye söylemem, sizle uğraşmazlar. Ama uğursuzluk getirdiğimiz doğru değil. Safsatadan ibaret. Benden korkmanıza gerek yok." Bunu söylemesi bir şeyi değiştirmeyecekti gerçi. Masaya geri geçip çaydanlığa uzandı. "Bir çay daha içer misiniz?" Yüzüne güven verici bir tebessüm yerleştirdi. Somurtarak buzları kıramazdı sonuçta. "Orada ne yapıyordunuz öyle? Resmen beş adam üzerinize çullanmıştı. Üstelik sizi kurtarmaya çalıştığımda da hemen verdiler. Ancak o mekana bir süre uğramasınız iyi olur, öfkeli gibiydiler." Hafifçe kıkırdadı kendi kendine. Yeniden adama dikti gözlerini kendini kontrol edemeyerek. Her davranışından çok gerildiği belli oluyordu. Konuyu değiştirmeye karar verdi. "Dövmeniz... çok güzelmiş. Özel bir anlamı olsa gerek." Her ne kadar muhabbet açıp konuşmaya çalışsa da adamın ısrarla ona bakmamaya çalışması biraz sinirinin bozulmasına sebep olmuştu. "Bana borçlu olmaktan bahsettiniz, değil mi? Borcunuzu bana bir kere bakıp gülümserseniz ödemişsiniz sayarım. Söz veriyorum, o kadar rahatsız edici değilim." demekten kendini alamadı umut dolu bir ses tonuyla. Bu anlamsız önyargılar fazlasıyla kalbini kırıyordu. Ona bir kere baksa, hepsinin ne kadar yersiz olduğunu fark edecekti. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirerek elini oğlana doğru uzattı el sıkışmak ister gibi.

Re: 100 Gram Fındık

Posted: Thu Jan 16, 2025 12:50 pm
by Hayashi Kenta
Boş bardağı masaya geri koyarken kızın söylediklerini dikkatle dinledim. Özür dilemişti, gereksiz bir özürdü bence fakat o kadar samimi, içten bir şekilde konuşuyordu ki bölmek istemedim. "Hayır, rahatsız edici bir şey yok. Ben olsam aynısını ben de yapardım." dedim konuşması bittiğinde. İçimde hafif bir mahcubiyet vardı, hem kızı içine soktuğum duruma, hem de ilk gördüğüm anda hissetmeye engel olamadığım şeylere karşı bir mahcubiyetti bu. Kafam ise hala biraz bulanıktı fakat saniyeler geçtikçe iyice berraklaşıyor, pavyondan beri olan olayların ayrıntılarını iyice hatırlayıp mahcubiyetimin daha da artmasına sebep oluyordu.

"İsmim Kenta." dedim kısık bir sesle. Sesim sakin ama biraz mesafeliydi. O sırada da kız ayaklanıp perdeleri toparlamaya falan koyulmuştu. O, perdelerle uğraşırken istemsizce gözlerim ona takıldı. Görüntüsünü incelemeye başladım, bir yandan "Ne yapıyorum ben?" die düşünürken. Hayır, ilk defa dişi bir varlık görmüyorum. Klan etkinliklerinde, takımımda, çıktığım görevlerde ve devriyelerde falan sürekli kadınlarla eşleşiyordum zaten ama neden hiçbiri ilk görüşte böyle vurmamıştı beni? Belki de Yureikumo'ların olayı buydu, istediğini etkilemek ve büyüsü altına almak. Uzun saçları hareket ettikçe hafifçe dalgalanıyordu. Ay ışığı ise omuzlarından süzülerek ince telli saçlarına vurup bir hare gibi parlamalarına sebep oluyordu. Basit bir perde açma işlemini bile zarif bir gösteriye çevirmişti resmen.

İşi bitince baktığımı görmemesi için acele ile önüme dönüp pozisyonumu hiç bozmamışım gibi davranmaya devam ettim. Burada olduğumu kimseye söylemeyeceğinden bahsetmesi içimde hafif bir kıpırtı yarattı bu sırada. Bu sözü bir anlığına, aramızda kimsenin bilmediği bir sır varmış gibi hissettirdi. Sanki dünya üzerindeki herkesin uzağında, sadece bu evin içinde, sadece ikimizin bildiği bir gerçekti. Dudaklarımda belirmeye çalışan tebessümü bastırarak bir süre bu düşünceye takıldım kaldım. Ardından, kızın bir sonraki söyledikleri aniden bu hislerden sıyırdı beni.

Uğursuzluk dedikodularının gerçek olmadığını söylerken sesindeki kırılganlığı hissettim. Bastırmaya çalıştığım tebessüm ise yok oldu. Kıza böyle hissettirdiğim için kendime kızdım, "H-Hayır." diye. "Lütfen yanlış anlamayın, öyle bir şey düşündüğüm falan zaten yoktu. Hatta saçma geliyor böyle dedikodular bana. Kaldı ki, benle kimse uğraşamaz zaten, merak etmeyin. Ben sadece..." diye düzeltmeye çalıştım meseleyi. Sonrasında ise, neden bir an çekimser davrandığımı anlatsam mı diye düşündüm. Ölümler ile ilgili anılarımı, klanının bir anlığına bana bunu anımsatmasını... Dahası, suratına bakarken hissettiğim anlamsız heyecanı falan söylesem mi diye düşündüm. Bu düşüncelerden vazgeçmem ışık hızını bulmadı. "Kafam biraz zonkluyor hala. Kaba davranıyorsam istemeden yapıyorumdur. Kusura bakmayın." diye toparladım laflarımı.

Bir çay daha teklif ettiğinde bir an için aklımdan geçen tek şey, biraz daha burada kalabilmek, kızla daha fazla vakit geçirebilmekti. Çayın canı cehenneme açıkçası, ama şu an burada daha fazla kalabileceksem litrelerce içebilirdim. Kafamı sallayarak kabul ettim. Çayı zarifçe doldurmasını izlemeye başlayacaktım ki, daha fazla gözlerimi çaktırmadan dikersem fark edilip sapık damgası yiyebileceğimden korkup durdurdum kendimi. Kafamı geri indirip tekrar pişmanlıkla kafamı ellerimin arasına alıp, ufak bir homurdandım kavga meselesini anlatmaya başlarken. "Ağır aptallığıma gelen bir olaydı... Sanırım kalkıp beşinin birden beni dövemeyeceğini söylemiştim. Sonrası malum." Kafamı kaldırıp bardağı önüme çektim. "Size bir şey yapmamışlardır umarım. Ona göre sabah ilk işimin gidip beş adamı birden dövmek olup olmayacağına karar vermem gerekecek." diye şaka yapıp, ortamı yumuşatmaya çalıştım. "Ha, bu mu..." diye kendi boynumu işaret ettim. Tişörtümü yakasından tutup hafifçe genişletip çenemi içeri çekerek tişörtümden içeri baktım kendi kendime. "Aslında bir anlamı yok. Bizim klandakiler seviyor böyle motifleri, o kadar. Ceviz mürekkebinden. Sırtımda, kollarımda falan da var." Kolumun yenini hafifçe sıyırıp bileğimin bir kısmını gösterdim, sonra ismim dışında kendimi doğru düzgün tanıtmadığımı anımsadım. "Ha, Hayashi Klanı'ndanım ben bu arada. Hani şu Konoha'nın dış ormanlarında yaşayan doğa sevici manyaklar." Baş parmağımla camdan dışarıyı işaret ettim arkama doğru. "Resmiyette Yonomori Ormanı, ama kime Hayashi Ormanı desen anlarlar bizim mekanı. Bu arada, sizin ağaç da şekilmiş."

Konuştukça biraz daha rahatlamaya başlamış, üzerimdeki gerginliği iyice atmıştım. Bir de artık tekrar heyecanlanmayacağımdan emin olup yüzüne bakabilsem, tam olacaktı. Derken, borcumdan konuyu açarak, ona bir kere bakıp gülümsemem için bir teklifte bulundu. Sanırım suratına bakamadığımın benim kadar o da farkına varmış olacaktı ki böyle bir şey söylemek zorunda kaldı. Kendi kendime gıcık oldum birden ve sinirlerimi bozmadan edemedim. Ufak bir gülme geldi, kafamı indirip tutmaya çalıştım ama kaçtı ağzımdan ufak bir sesle bu gülmece. "Ya, ne rahatsız edicisi?" diye itiraz ettim hala bakamıyorken. Ardından, cesaretimi topladım. Ne olacaktı sanki? Alt tarafı, güzeldi işte. İlk görüşte aşk diye bir şey gerçek miydi de vurulacaktım sanki? Sabaha unutacaktım işte. Zaten, böyle şeyler güzel bir yüze, ince bir bele de bakmazdı, kişilik de önemliydi. Sanki şu ana kadar sergilediği kişiliğini, yaşadığım hisleri desteklemiyormuş gibi görmezden gelmeye çalışıp, kendimi kısa ikna ediş sürecimi sonlandırdım. Gözlerimi kapattım, kafamı ona çevirerek geri açtım. Sonra düşüncelerimi bastırmaya çalıştığım sürenin sonuna geldik, o deminki heyecan tekrar zerk oldu zihnime. Yüzünü incelerken her çigisi, her ifadesi, bana az önce hissettirdiklerini tekrar hatırlattı. Gözlerim gözlerine kilitlendi ve suratımda oluşan gülümsemeyi artık bastırmamaya karar verdim. Suratında oluşan minik kıvrımlarda yok olurken ne yaptığımı fark etmeden, uzattığı elini tuttum ve sıktım. Parmaklarım onun yumuşak ve sıcak eline temas ettiğinde tuhaf bir şey oldu. Sanki bir güç hissettiklerime bir çarpan eklemiş ve yoğunluklarını arttırmış gibiydi. Kalbim, bir an için ritmini şaşırdı. Sanki ona dokunduğumda dünyayla olan bağım kopmuştu ve sadece o an kalmıştı.

Farkında olmadan baş parmağım onun elinin üzerinde gezinmeye başladı. Bilincimden bağımsız bir hareketti bu ve fark ettiğim anda seri bir hareketle elimi çektim. Suratım yanmaya, sanki kafamdan buhar çıkmaya başlamıştı adeta! Bir şeyler söylemeye çalıştım ama bütün cümleler boğazımda düğümlendi. O an, zaman dursa da şuraya beni gömseler diye düşünerek çaya tekrar elimi attım. Elim bardağı es geçerek sıcak çaydanlığa ulaştı. Henüz soğumamış olan demiri tutmamla "ANAM!" Hissettiğim keskin acıyla elimi geri çekip, bardağa çarptım. Bir yandan çıkan şangırt sesleri arasında elimi havalandırarak soğutmaya çalışıyor, diğer yandan kızın elini okşamaya kalkıştığım için kendime içimden küfrediyor, bambaşka bir yandan bardağı kırdım diye iyice öfkeleniyordum kendime. Elimi bileğimden tutarak sabitledim ve üflemeye başladım. Kaşlarım çatık, gözlerim acıdan dolu dolu olmuştu. Nefesler arasında özür dilemeye çalıştım. "Ya ben... Özür dilerim, cidden yanlışlıkla oldu!" diye kendimi açıklamaya çalıştım. Elim hala bileğimdeyken ayağa kalktım. "Ben en iyisi gideyim. Bu kadar dert çıkardığım yeter bu gece."