Hırkalı adam, duyduğu teklife önce kısık bir kahkaha atıyor, ardından dişlerini hafifçe göstererek "Yok ebesinin..." diye mırıldanıyor. Tam o sırada Bokukichi, koca bir nefes vererek göğsünü kabartıyor ve öne atılıyor. "Teklifini kabul ediyorum küçük hanım, düş önüme!" diyor, sesi neredeyse bir sahne oyuncusu kadar coşkulu. Hırkalı, aniden "AMI!" diye bağırıyor, sanki istemsiz bir tepki verircesine. Gözler ona dönünce boğazını temizliyor ve ustasına dönüyor. "Kusura bakmayın, fakat ustam… Çok daha önemli işlerimiz yok mu?" diye soruyor, sesi sanki bir şeyleri hatırlatma telaşında.
Bokukichi kaşlarını hafifçe kaldırıyor ve gözlerini gökyüzüne çevirerek düşünüyormuş gibi yapıyor. "Yani, manikür-pedikür randevum var yarına. Onun dışında kaplıcaya uğrarız diyordum, öyle acele bir şey yok yani." diyerek yanıtlıyor, sanki tüm bu kargaşa sadece vakit geçirilecek bir eğlenceymiş gibi. Hırkalı başını iki yana sallayarak hiçbir şey söylemeden ileri atılıyor, enkazdan kurtulup yola koyulmak ister gibi hızlı adımlarla ilerlemeye başlıyor. Ryuu, onu sert bir bakışla süzerek "Oradan değil yalnız!" diye yüksek sesle uyarıyor. Hırkalı durup geri dönüyor, alaycı bir ifadeyle "Nereden ise gösterin lütfen beyefendi." diyerek karşılık veriyor.
Böylece grup, yıkılan bekçi kulesinin bulunduğu enkaz alanından ayrılmaya hazırlanıyor. En önden Ryuu yürüyor, adımları biraz gergin ama yine de liderliğini belli eden bir tavırla. Hemen arkasında sen ve Keita ona ayak uydurmaya çalışıyorsunuz. Keita’nın gözü sık sık geriye, yanındakilere kayıyor. Haru ve Emi ise Ryuu’nun birkaç adım gerinizde, iki yandan ilerliyorlar; Haru başını hafifçe öne eğerek mahcup bir tavır takınıyor, Emi ise hala olup bitenler karşısında şaşkın. Bokukichi ve ekibi de onlara paralel bir mesafe koruyarak yürüyor. Kısa boylu adam "Usta, ayakkabımın içine taş kaçtı." diye sızlanırken, maskeli adam suskunluğunu koruyor, hırkalı ise arada bir "Sırf üç beş ryo için bu kadar yolu çekeceğiz, pes." diye homurdanarak nefes veriyor.
Yol bir süre sakince devam ediyor. Arada sırada Bokukichi omzunu silkerek "Hiç gelmiyoruz şöyle doğal yerlere. Memleketim çok uzak, hep mağaza, lüks, yüksek binalar… Köysüz olmuyor ha, biraz huzur lazım insana." diye gevezelik ediyor. Onun bu sözlerine kısa boylu adam "Yani şöyle bir kaplıca köyü de kötü sayılmaz." diye ekliyor, taş yüzünden sızlanan ayağını hafifçe sürterek.
Grup, Ryuu’nun işaretiyle ufukta beliren küçük bir köy siluetini fark ediyor. Ryuu geriye dönüp "Uzaktan görünüyor bakın, bizim köy." diyor. Tam bu sırada, beklenmedik bir ses duyuluyor.
"Doton: Doryuuheki!"
Sesin kaynağı nerede belli olmadan, aniden yer sarsılıyor ve ekibin önünde, arkasında, solunda ve sağında, yaklaşık beşer metre öteye taştan duvarlar yükseliyor. Kalın ve yüksek duvarlar, grubu anında çevreleyen bir barikat oluşturuyor. Duvarların üstünde, dört bir yanda dört siluet beliriyor; hepsi de başlarında Iwagakure’yi simgeleyen alın bandı taşıyan shinobiler.
Bu dört Iwa ninjasından biri, öne doğru eğilip gözlerini kısarak aşağıyı tarıyor. Hemen ardından, tiz bir sesle bağırıyor. "Çocuğu verin, size zarar vermeyiz!" Sesi yankılı bir keskinlikte kulaklara çarpıyor. Bokukichi kendi ekseni etrafında bir dönüyor. "Ay!" diye tiz bir çığlık atıyor, bir yandan da kısa boylu adam ona tutunmaya yelteniyor. Ryuu, bir anlık şaşkınlıkla neler olduğunu kavramaya çalışırken, Iwa ninjasının bakışları doğrudan Keita’ya kilitleniyor. "Çocuğu verin!" diye yineliyor, bu kez daha da ısrarlı bir tonla.
Keita, gözlerinde korku ve endişe belirmiş halde yanında sana bakıyor, sesi titreyerek fısıldıyor. "Neden… Beni istiyorlar?" Ardından çaresizce Ryuu’ya, sonra tekrar sana bakıyor. Ryuu, tamamen telaşlı bir ifadeyle sana dönüyor. "Ne yapacağız?" diye soruyor, sesi tedirginlikle kaplanmış. Dört Iwa ninjası, taştan duvarların üstünde hareketsizce duruyor, ancak her an saldırıya geçebileceklerine dair bir hava seziyorsunuz.