Re: Dönence
Posted: Wed Feb 19, 2025 3:34 pm
Derler ki,
Her kim, kaderin ince ipini eline alır,
Bir anlık kıvılcım gibi,
Göz açıp kapama kadar belki de
Ömrün en narin zerresinde,
Yaşamın ebedî sırrını nakşeder.
Derler ki,
Kişi, seçimlerin terasından
Gönlünün serzenişini,
Hüzünle, sevinçle yoğrulur,
Her kararı, sanki eski bir sazın telinde
Çalan mırıldanışa benzer;
Kederin ve umudun nakışında,
Bir çiçeğin solgun yaprakları gibi.
Ah, ne kadar üzücü ki,
Bir dost beklememiştim,
Huysuz bir ihtiyarın ağzından,
Zar zor laflar dökülür diye,
Umudun kırıntıları içinde,
Bir vatan haininin feryatını duyduğum an;
Yüreğim, sanki yıkılmış bir sarayın taşlarında,
Sessiz bir hüzünle çürürken,
Kaderin acımasız yüzüyle yüzleşir.
Ateşin ve karanlığın dans ettiği bu mukadder hengâmede, göğün derinliklerinden inen bir kaderin mühürlenişine şahit oluyordum. Yamaki’nin ihanetle yoğrulmuş varlığı, kudret dolu bir ışık patlamasıyla zifiri âlemi aydınlatırken, ben de bu fâni düzenin mahşerî vâdisinde, mukadder nasibimi tayin etmek üzere, gölgeler misali süzülerek alçalmaktaydım.
Hâin, kör edici nûrla gecenin kudretini yerle yeksân etmiş, klonumun fâniliğe karıştığı an, ben de öfkemin azâmetini bir hançer misali bilemeye başlamıştım. Sırtımda ilahi bir ağırlık, başımda celâdetin alazı, ruhumda yıkılmaz bir azim ile mukadderatın narına atılmaya and içmiştim. Gecenin, karanlık perdesini yarıp gelen o alevden kılıç, gök kubbede bir tanrının öfkesini andırıyordu; lâkin ben de sıradan bir fâni değildim.
Bu mukadder mukabelede, gözlerim Sharingan’ın ihtişamıyla parıldıyordu. Zaman, o mukaddes ânda yavaşlamış, ben dahi en ufak bir kas hareketine vâkıf olacak mertebeye erişmiştim. Öyle ki, rüzgârın fısıltısı, toprağın iniltileri, ateşin mırıldandığı her kelâm zihnimde yankılanıyor, bu mukaddes harp sahasında adımlarımı sükûnetle belirlememi sağlıyordu.
Ve işte Yamaki, şer ile yoğrulmuş bedenini alazlar arasından sıyırarak, bana doğru inmekteydi. Kılıcı, cehennemin kapılarını aralarcasına, kudretle savrulmuş, gecenin sükûnuna kanlı bir serâp nakşetmişti. Lâkin ben, durmayacaktım! Nitekim, hainin tuzağına düşecek kadar âciz bir nefer değildim.
Zamanın sonsuz boşluğunda bir nebze mesafeyi kat ederken, elime sımsıkı kenetlediğim kunai, öfkemi simgelercesine titreşiyordu. Gökyüzünden zifiri bir şimşek misali inen bu saldırıya mukâbil, ben de rûhumun derinliklerinden kopan bir celâdetle mukabele etmekteydim.
Ve işte mukadder hamlem!
Soluk almayı bile ziyan addettiğim bu kısacık zaman diliminde, bedenim kendi rûhundan fışkıran bir gölge gibi atılıyordu. Yamaki’nin azâb saçan alev kılıcı, semâda iz bırakarak üzerime inerken, ben de dimağımı kaplayan serinkanlılıkla, vücudumu toprağın şefkatli kucağına bir mihenk taşı gibi yerleştirdim.
Ölüm, üzerime doğru süzülürken ben, onun ilâhi hükmüne baş eğmeyecek kadar azîmliydim. Öyleyse, bu ihanetin son perdesini, benim adâletim yazacaktı. Kunai’yi ellerimden saldım hainin üzerine, Yamaki’nin karanlık niyetini yok etmeye ant içmiş bir cellât gibi, bedenimi mükemmel bir dengeyle pozisyonlandırdım.
Kunai havada süzülürken ellerim çalışmaya başladı. Katon: Ryuuen Houka no Jutsu bununla avlayacaktım onu bununla cehennemin azap dolu kollarına gönderecektim onu.
Zira bu savaş, bir kılıç darbesiyle nihâyete ermeyecek denli ihtişamlıydı. Ben, hainin ihânetine mukâbil, ona fıtratın en acı hükmünü okutacaktım. Ve bu hükmün harfleri, kanla yazılacaktı…
Her kim, kaderin ince ipini eline alır,
Bir anlık kıvılcım gibi,
Göz açıp kapama kadar belki de
Ömrün en narin zerresinde,
Yaşamın ebedî sırrını nakşeder.
Derler ki,
Kişi, seçimlerin terasından
Gönlünün serzenişini,
Hüzünle, sevinçle yoğrulur,
Her kararı, sanki eski bir sazın telinde
Çalan mırıldanışa benzer;
Kederin ve umudun nakışında,
Bir çiçeğin solgun yaprakları gibi.
Ah, ne kadar üzücü ki,
Bir dost beklememiştim,
Huysuz bir ihtiyarın ağzından,
Zar zor laflar dökülür diye,
Umudun kırıntıları içinde,
Bir vatan haininin feryatını duyduğum an;
Yüreğim, sanki yıkılmış bir sarayın taşlarında,
Sessiz bir hüzünle çürürken,
Kaderin acımasız yüzüyle yüzleşir.
Ateşin ve karanlığın dans ettiği bu mukadder hengâmede, göğün derinliklerinden inen bir kaderin mühürlenişine şahit oluyordum. Yamaki’nin ihanetle yoğrulmuş varlığı, kudret dolu bir ışık patlamasıyla zifiri âlemi aydınlatırken, ben de bu fâni düzenin mahşerî vâdisinde, mukadder nasibimi tayin etmek üzere, gölgeler misali süzülerek alçalmaktaydım.
Hâin, kör edici nûrla gecenin kudretini yerle yeksân etmiş, klonumun fâniliğe karıştığı an, ben de öfkemin azâmetini bir hançer misali bilemeye başlamıştım. Sırtımda ilahi bir ağırlık, başımda celâdetin alazı, ruhumda yıkılmaz bir azim ile mukadderatın narına atılmaya and içmiştim. Gecenin, karanlık perdesini yarıp gelen o alevden kılıç, gök kubbede bir tanrının öfkesini andırıyordu; lâkin ben de sıradan bir fâni değildim.
Bu mukadder mukabelede, gözlerim Sharingan’ın ihtişamıyla parıldıyordu. Zaman, o mukaddes ânda yavaşlamış, ben dahi en ufak bir kas hareketine vâkıf olacak mertebeye erişmiştim. Öyle ki, rüzgârın fısıltısı, toprağın iniltileri, ateşin mırıldandığı her kelâm zihnimde yankılanıyor, bu mukaddes harp sahasında adımlarımı sükûnetle belirlememi sağlıyordu.
Ve işte Yamaki, şer ile yoğrulmuş bedenini alazlar arasından sıyırarak, bana doğru inmekteydi. Kılıcı, cehennemin kapılarını aralarcasına, kudretle savrulmuş, gecenin sükûnuna kanlı bir serâp nakşetmişti. Lâkin ben, durmayacaktım! Nitekim, hainin tuzağına düşecek kadar âciz bir nefer değildim.
Zamanın sonsuz boşluğunda bir nebze mesafeyi kat ederken, elime sımsıkı kenetlediğim kunai, öfkemi simgelercesine titreşiyordu. Gökyüzünden zifiri bir şimşek misali inen bu saldırıya mukâbil, ben de rûhumun derinliklerinden kopan bir celâdetle mukabele etmekteydim.
Ve işte mukadder hamlem!
Soluk almayı bile ziyan addettiğim bu kısacık zaman diliminde, bedenim kendi rûhundan fışkıran bir gölge gibi atılıyordu. Yamaki’nin azâb saçan alev kılıcı, semâda iz bırakarak üzerime inerken, ben de dimağımı kaplayan serinkanlılıkla, vücudumu toprağın şefkatli kucağına bir mihenk taşı gibi yerleştirdim.
Ölüm, üzerime doğru süzülürken ben, onun ilâhi hükmüne baş eğmeyecek kadar azîmliydim. Öyleyse, bu ihanetin son perdesini, benim adâletim yazacaktı. Kunai’yi ellerimden saldım hainin üzerine, Yamaki’nin karanlık niyetini yok etmeye ant içmiş bir cellât gibi, bedenimi mükemmel bir dengeyle pozisyonlandırdım.
Kunai havada süzülürken ellerim çalışmaya başladı. Katon: Ryuuen Houka no Jutsu bununla avlayacaktım onu bununla cehennemin azap dolu kollarına gönderecektim onu.
Zira bu savaş, bir kılıç darbesiyle nihâyete ermeyecek denli ihtişamlıydı. Ben, hainin ihânetine mukâbil, ona fıtratın en acı hükmünü okutacaktım. Ve bu hükmün harfleri, kanla yazılacaktı…