İki saat kadar süren bir yürüyüşün ardından patika incelmeye başlıyor. Ağaçlar arasından süzülen bir açıklığa yaklaştığınızı fark ediyorsunuz. Ormanın o yoğun yeşili yerini daha açık bir alana bırakırken, hafif bir sıcak su buharı kokusu burnunuza çarpıyor. Çok geçmeden ağaçların arasından ufak bir köy beliriyor. Kaplıca köyü dedikleri yer, ahşap ve taş yapılardan oluşan, küçük ama huzurlu bir yerleşim. Binalar genelde tek ya da iki katlı, çatılar samanla kaplı, bazı evlerin bacalarından hafif dumanlar tütüyor. Dar sokaklar boyunca fenerler asılı, bazılarının altından ince dereler akıyor.
Ryuu öne çıkıp sizleri köyün merkezine doğru yönlendiriyor. Küçük bir motelin önünde durduğunuzda, bina iki katlı ve sade bir yapıya sahip. Alt katında ahşap bir veranda bulunuyor, verandanın üzerinde otantik görünümlü fenerler asılı. İçeri girdiğinizde loş bir ışık ve odun ateşi kokusu hissediliyor. Duvarlarda ahşap oymalar, birkaç basit resim, köyün geçmişine dair izler var. Karşınıza çıkan görevli kadın orta yaşlarda, saçları ensesinde topuz yapılmış, üzerinde sade ama temiz bir kimono taşıyor. Gülen gözleriyle sizleri karşılıyor ve ne kadar yorulmuş olduğunuzu hemen anlıyor gibi davranıyor. Ryuu, grubun konaklama masraflarını üstleneceğini söyleyince kadın gülümseyerek başını eğiyor. Ancak burada sadece iki oda olduğunu söylüyor. Bu yüzden Ryuu, Emi ve Haru bir odada, sen ve Keita ise diğer odada kalmak zorunda kalıyorsunuz.
Görevli kadın, isterlerse üç dakika ileride bulunan kaplıcalara gidebileceğinizi belirtiyor. Motelde konaklayan misafirler için ücretsiz olduğunu, kadın, erkek ve karma seçeneklerin bulunduğunu ekliyor. Ayrıca yakınlarda, hem içki içilebilen hem de hafif yemekler sunan küçük bir bar olduğunu söylüyor. Kadının sesi yumuşak, tavrı misafirperver. Yorgunluğunuzun hafiflediğini hissediyorsunuz.
Geçen uzun yolculuk ve yürüyüşün ardından odalarınıza çekiliyorsunuz. Sen ve Keita’nın paylaştığı oda oldukça küçük, ancak temiz ve düzenli. Basit bir yatak, pencere önünde küçük bir masa ve birkaç yastık bulunuyor. Keita, yatağın kenarına eşyalarını bırakıyor. Hafif kızarmış yanaklarla üzerindekileri değiştirmeye girişiyor, arada bir duvara bakarak utangaç hareketlerle kıyafetlerini düzenliyor. Bir müddet sonra yatağın üzerine oturup hafif bir nefes veriyor. Yüzünde hafif bir tereddüt ifadesi var, bakışları kısa bir süre sende kalıyor. Ardından biraz çekingen bir ses tonuyla "Şimdi ne yapmalı?" diye soruyor. Böylece uzun yolculuğun ilk günü, kaplıca köyünün dingin atmosferinde, yeni bir soruyla noktalanıyor.