Derler ki,
Her kim, kaderin ince ipini eline alır,
Bir anlık kıvılcım gibi,
Göz açıp kapama kadar belki de
Ömrün en narin zerresinde,
Yaşamın ebedî sırrını nakşeder.
Derler ki,
Kişi, seçimlerin terasından
Gönlünün serzenişini,
Hüzünle, sevinçle yoğrulur,
Her kararı, sanki eski bir sazın telinde
Çalan mırıldanışa benzer;
Kederin ve umudun nakışında,
Bir çiçeğin solgun yaprakları gibi.
Ah, ne kadar üzücü ki,
Bir dost beklememiştim,
Huysuz bir ihtiyarın ağzından,
Zar zor laflar dökülür diye,
Umudun kırıntıları içinde,
Bir vatan haininin feryatını duyduğum an;
Yüreğim, sanki yıkılmış bir sarayın taşlarında,
Sessiz bir hüzünle çürürken,
Kaderin acımasız yüzüyle yüzleşir.
Ateşin ve karanlığın dans ettiği bu mukadder hengâmede, göğün derinliklerinden inen bir kaderin mühürlenişine şahit oluyordum. Yamaki’nin ihanetle yoğrulmuş varlığı, kudret dolu bir ışık patlamasıyla zifiri âlemi aydınlatırken, ben de bu fâni düzenin mahşerî vâdisinde, mukadder nasibimi tayin etmek üzere, gölgeler misali süzülerek alçalmaktaydım.
Hâin, kör edici nûrla gecenin kudretini yerle yeksân etmiş, klonumun fâniliğe karıştığı an, ben de öfkemin azâmetini bir hançer misali bilemeye başlamıştım. Sırtımda ilahi bir ağırlık, başımda celâdetin alazı, ruhumda yıkılmaz bir azim ile mukadderatın narına atılmaya and içmiştim. Gecenin, karanlık perdesini yarıp gelen o alevden kılıç, gök kubbede bir tanrının öfkesini andırıyordu; lâkin ben de sıradan bir fâni değildim.
Bu mukadder mukabelede, gözlerim Sharingan’ın ihtişamıyla parıldıyordu. Zaman, o mukaddes ânda yavaşlamış, ben dahi en ufak bir kas hareketine vâkıf olacak mertebeye erişmiştim. Öyle ki, rüzgârın fısıltısı, toprağın iniltileri, ateşin mırıldandığı her kelâm zihnimde yankılanıyor, bu mukaddes harp sahasında adımlarımı sükûnetle belirlememi sağlıyordu.
Ve işte Yamaki, şer ile yoğrulmuş bedenini alazlar arasından sıyırarak, bana doğru inmekteydi. Kılıcı, cehennemin kapılarını aralarcasına, kudretle savrulmuş, gecenin sükûnuna kanlı bir serâp nakşetmişti. Lâkin ben, durmayacaktım! Nitekim, hainin tuzağına düşecek kadar âciz bir nefer değildim.
Zamanın sonsuz boşluğunda bir nebze mesafeyi kat ederken, elime sımsıkı kenetlediğim kunai, öfkemi simgelercesine titreşiyordu. Gökyüzünden zifiri bir şimşek misali inen bu saldırıya mukâbil, ben de rûhumun derinliklerinden kopan bir celâdetle mukabele etmekteydim.
Ve işte mukadder hamlem!
Soluk almayı bile ziyan addettiğim bu kısacık zaman diliminde, bedenim kendi rûhundan fışkıran bir gölge gibi atılıyordu. Yamaki’nin azâb saçan alev kılıcı, semâda iz bırakarak üzerime inerken, ben de dimağımı kaplayan serinkanlılıkla, vücudumu toprağın şefkatli kucağına bir mihenk taşı gibi yerleştirdim.
Ölüm, üzerime doğru süzülürken ben, onun ilâhi hükmüne baş eğmeyecek kadar azîmliydim. Öyleyse, bu ihanetin son perdesini, benim adâletim yazacaktı. Kunai’yi ellerimden saldım hainin üzerine, Yamaki’nin karanlık niyetini yok etmeye ant içmiş bir cellât gibi, bedenimi mükemmel bir dengeyle pozisyonlandırdım.
Kunai havada süzülürken ellerim çalışmaya başladı. Katon: Ryuuen Houka no Jutsu bununla avlayacaktım onu bununla cehennemin azap dolu kollarına gönderecektim onu.
Zira bu savaş, bir kılıç darbesiyle nihâyete ermeyecek denli ihtişamlıydı. Ben, hainin ihânetine mukâbil, ona fıtratın en acı hükmünü okutacaktım. Ve bu hükmün harfleri, kanla yazılacaktı…

► Show Spoiler
Önde alev, arkada alev, ortada alev. Yürekler kor, ruhlar cayır cayır, akıllar kıvılcımla dolu. Yamaki'nin ardına ve önüne aldığı alevler yetmiyormuş gibi bir de sana alev saçıyorsun etrafa. Etraf yangın yeri, Yamaki alaz bir kılıç, sen ise çok başlı bir ejderha. Mitolojilerde her zaman kılıçlı bir kahraman çok başlı bir canavarı keser, bilir misin? Herkesi ve her şeyi kurtarmak ve korumak için. Hatta, yaratmak için bunu yapar. Merak ediyorum, hanginiz iyi ve hanginiz kötü.
Ejder başlı alevler uçuşa geçerken, Yamaki sana doğru gelmeyi sürdürüyor. Onun alev sarmış kılıcı onu yandan ısırmaya çalışan acımasız kelleri alıyor ve sana doğru inmeyi sürdürüyor. En son tam önünde oluşup ilerleyen bir ejder başı ile cehennemden bir kesit oynatmış oluyorsun. Sadece ateş var, alev var, sıcaklık ve ısı var. Bir de bunlardan kaynaklı olarak hissettiğin acı var. Reddedilemez, göz ardı edilemez bir acı. Var olduğunu, canlı olduğunu, sinirlerin olduğunu kanıtlayan bir acı. Alevlerin yabanıl hırçınlığını görüyorsun. Dalga dalga kıvrıldığını, su gibi aktığını görüyorsun. Senin alevlerinin Yamaki'nin alevi ile çarpıştığını, birleştiğini, yarılmaya başlandığını ama yarığın bile dolup taştığını görüyorsun. Cehennemi parçalayıp sana varmak isteyen Yamaki'yi bütün olarak yutan alevler bütün görüşünü alıyor. Bilinmeyen bir dilde sana konuşacak kadar canlı hissettiriyorlar. Anlatmaya çalıştıkları bir şey var. Bir farklılık söz konusu. Sana ait değillermiş, senden kopuyorlarmış, senden gelmiş ama senle bir olayları kalmamış. Çatırtı, uğultu ve anlaşılmayan seslerle veda ediyorlar sana. "Elveda" diyorlar çünkü dikeylikten yataylığa ve sarmallığa geçiyorlar. Olduklarından daha güçlü bir duruma gelerek yön alıyorlar. İlerliyorlar, yükseliyorlar ve tek seferde dağılıyorlar.
Görüşünden kaybolmaları ile gizledikleri Yamaki ortaya çıkıyor. Havadaki duruşu değişmiş. Bir olayı sonundan izliyormuş gibi oluyorsun. Süratle senin olduğun yerden geçip gidiyor. Hışımla ona doğru bedenini çeviriyorsun. Ancak hareket ettiğinde acı çekiyorsun. Ancak acı çektiğinde açılan yaranı fark ediyorsun. Ancak fark ettiğinde akan kanın sıcaklığını ve kan kaybetmenin soğukluğunu sezebiliyorsun. Yamaki senden ötede duruyor. Kılıcı erime noktasına gelmiş, tupturuncu parlıyor. Kendisinin kıyafetleri yanmış kül olmuş. Yarı çıplak ne kelime; çeyrek çıplak vaziyette. Elleri, kolları, ayakları, bacakları, gövdesi ve yüzü kapkara. Gözlerinde müthiş bir acı var. Acıdan dişlerini o kadar sıkmış gibi, kasları kitlenmiş gibi. Dişlerindeki kan gözüküyor. Başını kaldırıp derin derin nefes alıp veriyor. Gözlerinin çevresinden ve yanaklarından dumanlar yükseliyor. Gözyaşları akmış ama anında buharlaşmış.
Artık savaşın bittiği, ikinizin de bir adım ileri gidemeyeceği besbelli. Yamaki elinde zar zor tuttuğu kılıcı sonunda yere düşürüyor, dizlerinin üstüne çöküyor ve son kez gözlerinin içine bakıyor. "Bu hale düşecek bir adam mıydım ben?" diyor, sesi artık eskisi kadar temiz çıkmıyor, ciğerleri kül ile dolmuş sanki. Yaran her ne kadar ağır olsa da ona çok uzak değilsin ve yaklaşman mümkün. Yerdeki kılıcını işaret ediyor. "Öldür beni. En azından onurlu bir şekilde ölmeme izin ver." diyor. Isıdan adeta rengi değişmiş kılıca bakıyorsun, neredeyse eski rengine dönmek üzere. Artık kontrol sende, çok zorlamadığın sürece de sende kalacak. Ne yapacaksın?
Ejder başlı alevler uçuşa geçerken, Yamaki sana doğru gelmeyi sürdürüyor. Onun alev sarmış kılıcı onu yandan ısırmaya çalışan acımasız kelleri alıyor ve sana doğru inmeyi sürdürüyor. En son tam önünde oluşup ilerleyen bir ejder başı ile cehennemden bir kesit oynatmış oluyorsun. Sadece ateş var, alev var, sıcaklık ve ısı var. Bir de bunlardan kaynaklı olarak hissettiğin acı var. Reddedilemez, göz ardı edilemez bir acı. Var olduğunu, canlı olduğunu, sinirlerin olduğunu kanıtlayan bir acı. Alevlerin yabanıl hırçınlığını görüyorsun. Dalga dalga kıvrıldığını, su gibi aktığını görüyorsun. Senin alevlerinin Yamaki'nin alevi ile çarpıştığını, birleştiğini, yarılmaya başlandığını ama yarığın bile dolup taştığını görüyorsun. Cehennemi parçalayıp sana varmak isteyen Yamaki'yi bütün olarak yutan alevler bütün görüşünü alıyor. Bilinmeyen bir dilde sana konuşacak kadar canlı hissettiriyorlar. Anlatmaya çalıştıkları bir şey var. Bir farklılık söz konusu. Sana ait değillermiş, senden kopuyorlarmış, senden gelmiş ama senle bir olayları kalmamış. Çatırtı, uğultu ve anlaşılmayan seslerle veda ediyorlar sana. "Elveda" diyorlar çünkü dikeylikten yataylığa ve sarmallığa geçiyorlar. Olduklarından daha güçlü bir duruma gelerek yön alıyorlar. İlerliyorlar, yükseliyorlar ve tek seferde dağılıyorlar.
Görüşünden kaybolmaları ile gizledikleri Yamaki ortaya çıkıyor. Havadaki duruşu değişmiş. Bir olayı sonundan izliyormuş gibi oluyorsun. Süratle senin olduğun yerden geçip gidiyor. Hışımla ona doğru bedenini çeviriyorsun. Ancak hareket ettiğinde acı çekiyorsun. Ancak acı çektiğinde açılan yaranı fark ediyorsun. Ancak fark ettiğinde akan kanın sıcaklığını ve kan kaybetmenin soğukluğunu sezebiliyorsun. Yamaki senden ötede duruyor. Kılıcı erime noktasına gelmiş, tupturuncu parlıyor. Kendisinin kıyafetleri yanmış kül olmuş. Yarı çıplak ne kelime; çeyrek çıplak vaziyette. Elleri, kolları, ayakları, bacakları, gövdesi ve yüzü kapkara. Gözlerinde müthiş bir acı var. Acıdan dişlerini o kadar sıkmış gibi, kasları kitlenmiş gibi. Dişlerindeki kan gözüküyor. Başını kaldırıp derin derin nefes alıp veriyor. Gözlerinin çevresinden ve yanaklarından dumanlar yükseliyor. Gözyaşları akmış ama anında buharlaşmış.
Artık savaşın bittiği, ikinizin de bir adım ileri gidemeyeceği besbelli. Yamaki elinde zar zor tuttuğu kılıcı sonunda yere düşürüyor, dizlerinin üstüne çöküyor ve son kez gözlerinin içine bakıyor. "Bu hale düşecek bir adam mıydım ben?" diyor, sesi artık eskisi kadar temiz çıkmıyor, ciğerleri kül ile dolmuş sanki. Yaran her ne kadar ağır olsa da ona çok uzak değilsin ve yaklaşman mümkün. Yerdeki kılıcını işaret ediyor. "Öldür beni. En azından onurlu bir şekilde ölmeme izin ver." diyor. Isıdan adeta rengi değişmiş kılıca bakıyorsun, neredeyse eski rengine dönmek üzere. Artık kontrol sende, çok zorlamadığın sürece de sende kalacak. Ne yapacaksın?
Yamaki’nin nefesi, ağır bir yük misali havaya karışıyor, parçalanmış ciğerlerinden yükselen her inilti, ölümün kaçınılmaz fısıltıları gibi kulaklarıma çarpıyordu. Yanık et ve kan kokusu, harap olmuş bedeninin etrafında adeta bir kefen gibi dalgalanırken, alevlerin titreşen kızıllığında gözlerim onun siluetine kilitlenmişti. Bir hainin, ihanetinin bedelini ödemeye mukadder olduğu ânı izliyordum.
Teninin çoğu kül ve is içinde kaybolmuş, derisi çatlamış bir parşömen misali lime lime olmuştu. Kaderin hışmına uğramış bu adam, artık ne bir savaşçı kadar kudretli, ne de bir hain kadar kurnazdı. Fakat gözlerinde korku da yoktu. Ne af diliyordu, ne de merhamet talep ediyordu. Onun yerine, ölümün kaçınılmaz sıcaklığıyla, vakur bir kabullenişle yüzleşiyordu.
Evet… Belki de savaşçının en büyük erdemi buydu: Kendi ölümünü, başı dik ve onurla karşılayabilmek. Fakat bu, işlediği günahların kefareti olamazdı. Saygı duyabilirdim ama affedemezdim. Affetmeyecektim.
Karnımdaki yara derindi, sıcak kan, bir pıhtı gibi giysilerime sinmiş, her adımımda içimi burkan bir sızıyla varlığını hissettiriyordu. Lakin ben hâlâ ayaktaydım. Yamaki ise, kaderinin uçurumundan aşağı yuvarlanmak üzereydi. Birkaç nefes, birkaç çırpınış, birkaç an… Ve o da tarih olmuş bir ihanetin silik bir hatırası hâline gelecekti.
Ne ummuştu acaba? Beni burada öldürebilseydi ne olacaktı? Gerçekten kaçabileceğini mi sanmıştı? Köyümün kudreti, onun gibi hıyanet yoluna sapmışları bağışlamazdı. Benden sonra daha kudretlileri gelecekti, daha acımasızları. Ve nihayetinde, o lanetlenmiş ruh yine aynı kaderi tadacaktı.
Fakat buna lüzum kalmadı.
Derin bir soluk alarak ona doğru bir adım attım. Yaralı bedenim ağırlığını hissettiriyor, dizlerim titremeye yelteniyordu ama ben sarsılmadım. Ellerimde sımsıkı kavradığım kunai, Yamaki’nin solgun yüzüne vuran alev ışığında parlıyor, keskin ucu, son hükmü infaz etmeye hazır bekliyordu.
Yavaşça, sarsılmış ama iradesinden zerre kaybetmemiş ellerimle Yamaki’nin kılıcına uzandım. Metal hâlâ sıcaktı, alevlerin hunhar dansına şahit olmuş, kanın ve ihanetin dokusuna bulanmıştı. Parmaklarım, kabzasını sımsıkı kavradığında içimde yankılanan sızı, bu savaşın bana neye mâl olduğunu hatırlatıyordu. Ancak, şimdi duracak vaktim yoktu.
Derin bir nefes aldım, acıyı umursamadan, kılıcın kızgın kenarını karnımdaki derin yaraya bastırdım. Etim cızırdarken yükselen yanık kokusu, havaya ağır bir mühür gibi kazındı. Kaslarım gerildi, alnımdan boncuk boncuk ter süzüldü, ama dişlerimi sıkıp gözlerimi yumdum. Acı, benim için yeni bir şey değildi. Geçici bir bedel, mukadder bir kefaretti.
Yara, eriyen tenin narin dokusunda mühürlenirken, kan kaybımı dizginlenmesini umdum. O halde şimdi... Şimdi, hainin son nefesini alırken cevaplaması gereken sorular vardı.
Kılıcı bir kenara bırakıp yanına çöktüm. Yamaki’nin nefesi artık bir fısıltıdan ibaretti, solukları kesik kesik, gözleri sönmeye yüz tutmuştu. Fakat hâlâ yaşıyordu. Hâlâ konuşabilecek kadar hayattaydı.
Ona baktım. Gözlerimde ne merhamet, ne de öfke vardı. Sadece hakikati istiyordum.
“Neden?” dedim, sesim soğuk ve sarsılmazdı. “Köyüne neden ihanet ettin?”
Cevap vermesi için bekledim. Ona bu soruyu bir kez soracaktım. Tekrarı olmayacaktı.
Ardından, gözlerimi kısarak ekledim, “Ve köye sızmaya çalışanlar… Onlar hakkında ne biliyorsun?”
Bu onun son şansıydı. Eğer konuşmazsa… Eğer sessizliği seçerse…
Ölümün kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Ama ben de bir insanın nasıl en acı verici şekilde öldürülebileceğini biliyordum.
Teninin çoğu kül ve is içinde kaybolmuş, derisi çatlamış bir parşömen misali lime lime olmuştu. Kaderin hışmına uğramış bu adam, artık ne bir savaşçı kadar kudretli, ne de bir hain kadar kurnazdı. Fakat gözlerinde korku da yoktu. Ne af diliyordu, ne de merhamet talep ediyordu. Onun yerine, ölümün kaçınılmaz sıcaklığıyla, vakur bir kabullenişle yüzleşiyordu.
Evet… Belki de savaşçının en büyük erdemi buydu: Kendi ölümünü, başı dik ve onurla karşılayabilmek. Fakat bu, işlediği günahların kefareti olamazdı. Saygı duyabilirdim ama affedemezdim. Affetmeyecektim.
Karnımdaki yara derindi, sıcak kan, bir pıhtı gibi giysilerime sinmiş, her adımımda içimi burkan bir sızıyla varlığını hissettiriyordu. Lakin ben hâlâ ayaktaydım. Yamaki ise, kaderinin uçurumundan aşağı yuvarlanmak üzereydi. Birkaç nefes, birkaç çırpınış, birkaç an… Ve o da tarih olmuş bir ihanetin silik bir hatırası hâline gelecekti.
Ne ummuştu acaba? Beni burada öldürebilseydi ne olacaktı? Gerçekten kaçabileceğini mi sanmıştı? Köyümün kudreti, onun gibi hıyanet yoluna sapmışları bağışlamazdı. Benden sonra daha kudretlileri gelecekti, daha acımasızları. Ve nihayetinde, o lanetlenmiş ruh yine aynı kaderi tadacaktı.
Fakat buna lüzum kalmadı.
Derin bir soluk alarak ona doğru bir adım attım. Yaralı bedenim ağırlığını hissettiriyor, dizlerim titremeye yelteniyordu ama ben sarsılmadım. Ellerimde sımsıkı kavradığım kunai, Yamaki’nin solgun yüzüne vuran alev ışığında parlıyor, keskin ucu, son hükmü infaz etmeye hazır bekliyordu.
Yavaşça, sarsılmış ama iradesinden zerre kaybetmemiş ellerimle Yamaki’nin kılıcına uzandım. Metal hâlâ sıcaktı, alevlerin hunhar dansına şahit olmuş, kanın ve ihanetin dokusuna bulanmıştı. Parmaklarım, kabzasını sımsıkı kavradığında içimde yankılanan sızı, bu savaşın bana neye mâl olduğunu hatırlatıyordu. Ancak, şimdi duracak vaktim yoktu.
Derin bir nefes aldım, acıyı umursamadan, kılıcın kızgın kenarını karnımdaki derin yaraya bastırdım. Etim cızırdarken yükselen yanık kokusu, havaya ağır bir mühür gibi kazındı. Kaslarım gerildi, alnımdan boncuk boncuk ter süzüldü, ama dişlerimi sıkıp gözlerimi yumdum. Acı, benim için yeni bir şey değildi. Geçici bir bedel, mukadder bir kefaretti.
Yara, eriyen tenin narin dokusunda mühürlenirken, kan kaybımı dizginlenmesini umdum. O halde şimdi... Şimdi, hainin son nefesini alırken cevaplaması gereken sorular vardı.
Kılıcı bir kenara bırakıp yanına çöktüm. Yamaki’nin nefesi artık bir fısıltıdan ibaretti, solukları kesik kesik, gözleri sönmeye yüz tutmuştu. Fakat hâlâ yaşıyordu. Hâlâ konuşabilecek kadar hayattaydı.
Ona baktım. Gözlerimde ne merhamet, ne de öfke vardı. Sadece hakikati istiyordum.
“Neden?” dedim, sesim soğuk ve sarsılmazdı. “Köyüne neden ihanet ettin?”
Cevap vermesi için bekledim. Ona bu soruyu bir kez soracaktım. Tekrarı olmayacaktı.
Ardından, gözlerimi kısarak ekledim, “Ve köye sızmaya çalışanlar… Onlar hakkında ne biliyorsun?”
Bu onun son şansıydı. Eğer konuşmazsa… Eğer sessizliği seçerse…
Ölümün kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Ama ben de bir insanın nasıl en acı verici şekilde öldürülebileceğini biliyordum.

► Show Spoiler
Yamaki hâlâ nefes alıyor ancak ölüden yanıt aradığın hissi ağır basıyor zihninde. Soruyorsun ancak Yamaki'nin bu gerçekliği tanıması sürüyor. Ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide iki tarafta da bir ayağı varken, gözlerini kapatıp çekip gidebilecekken, bakışlarını seninkilere kaydırıyor. Kısık ve küllü bir ses ile gülüyor.
"Kör aklınla...bana hesap...soruyorsun."
Bir cümle ardından hemen öksürmeye ve akabinde kan kusmaya başlıyor.
"Seni...paçavra gibi...kenara atan...ihanete...uğrayamaz."
Bir nefes veriyor. Öyle ki, son nefesini verip öldü sanıyorsun. Kafasını biraz daha geriye atması son demlerinin bitmediğini kanıtlıyor. Göğe bakıyor. Masmavi bir boya üstüne bembeyaz dokunuşlar. Gülümsüyor.
"Ben sadece...bana değer...verenlerden...yana...oldum."
Kendini yavaşça geriye doğru yere bırakıyor. Gözleri kapanıyor ve nefes sıklığı yok denilecek kadar belirsizleşiyor. Son sözlerini söylüyor artık.
"Tıpkı beni...sömürdükleri gibi...biz de onları...sömüreceğiz. Her koldan...her yönden."
Yamaki ölüyor. Bütün yaşamını köye adamış, karşılığında da işlevini yitirmiş bir alet gibi rafa kaldırılmış Yamaki ölüyor. Yanında ne ailesi ne de arkadaşları var. Yanında sadece onun canına kıyan biri var. Hizmetlerinin karşılığını alamadığı için isyan ettiği gibi geçmişteki onun bir yansıması tarafından öldürülen Yamaki. Geçmişte gerçekleştirdiği görevlerden sadece birinin karşı tarafına dönüşmüş Yamaki. Ninja dünyasında rollerin ne kadar kolay değişebileceğinin ölü kanıtı.
...
Bu olanlarla birlikte temizlik sana kalıyor. Lütfen baştan savma davranma. Metrekarelerce toprağı kasıp kavurdun. Ölen ağaçların sayısı çok ve artmaya devam ediyor. Şu an bir yangın var. Yangın çıkarttın. Artık sen mi söndürürsün, köyden mi gelirler bilmem ama acele et!
"Kör aklınla...bana hesap...soruyorsun."
Bir cümle ardından hemen öksürmeye ve akabinde kan kusmaya başlıyor.
"Seni...paçavra gibi...kenara atan...ihanete...uğrayamaz."
Bir nefes veriyor. Öyle ki, son nefesini verip öldü sanıyorsun. Kafasını biraz daha geriye atması son demlerinin bitmediğini kanıtlıyor. Göğe bakıyor. Masmavi bir boya üstüne bembeyaz dokunuşlar. Gülümsüyor.
"Ben sadece...bana değer...verenlerden...yana...oldum."
Kendini yavaşça geriye doğru yere bırakıyor. Gözleri kapanıyor ve nefes sıklığı yok denilecek kadar belirsizleşiyor. Son sözlerini söylüyor artık.
"Tıpkı beni...sömürdükleri gibi...biz de onları...sömüreceğiz. Her koldan...her yönden."
Yamaki ölüyor. Bütün yaşamını köye adamış, karşılığında da işlevini yitirmiş bir alet gibi rafa kaldırılmış Yamaki ölüyor. Yanında ne ailesi ne de arkadaşları var. Yanında sadece onun canına kıyan biri var. Hizmetlerinin karşılığını alamadığı için isyan ettiği gibi geçmişteki onun bir yansıması tarafından öldürülen Yamaki. Geçmişte gerçekleştirdiği görevlerden sadece birinin karşı tarafına dönüşmüş Yamaki. Ninja dünyasında rollerin ne kadar kolay değişebileceğinin ölü kanıtı.
...
Bu olanlarla birlikte temizlik sana kalıyor. Lütfen baştan savma davranma. Metrekarelerce toprağı kasıp kavurdun. Ölen ağaçların sayısı çok ve artmaya devam ediyor. Şu an bir yangın var. Yangın çıkarttın. Artık sen mi söndürürsün, köyden mi gelirler bilmem ama acele et!