Rei'nin bıçağı havada asılı kalırken, güvertedeki sessizlik Arata'nın kulaklarında uğulduyordu. Dalgaların geminin gövdesine çarpma sesi bile bu ağır sessizliği kıramıyordu. Mürettebatın korkusu artık savaştan değil, Rei'nin varlığından kaynaklanıyordu. Bu korku Arata için yabancı değildi - Kurenkiri'nin yıllarca hissettiği o baskının, o tedirginliğin aynısıydı. Ancak şimdi roller değişmişti. Bir Hozuki, bir hainin pozisyonundaydı ve bir Kurenkiri bu infazı izliyordu. Tarihin garip bir cilvesiydi bu - yıllarca klanını kontrol altında tutan, her hareketini şüpheyle izleyen bir klanın üyesi, şimdi ölüm döşeğindeydi.
Bıçağın düşüşü, Arata için sadece bir infazdan çok daha fazlasını ifade ediyordu. Çeliğin ete ve kemiğe saplanırken çıkardığı ses, zihninde yankılanırken, yüzyıllık hesaplaşmanın sembolü gibiydi. Hozuki'nin gözlerindeki o kör inanç, Arata'nın içinde garip duygular uyandırıyordu. Kurucu klanlardan biri, şimdi kendi köyüne ihanet ediyordu. Yıllarca Kurenkiri'yi "tehlikeli potansiyel" olarak damgalayan, her hareketlerini kontrol altında tutmaya çalışan bir klanın üyesi, şimdi kendi ilkelerine ihanet ediyordu. Bu an, Arata'nın zihninde Kertia'nın kolyesinin ağırlığını daha da hissettiriyordu. Klanının efsanevi lideri, zamanında bu baskıyı kabul etmek zorunda kalmıştı. Şimdi ise bir Hozuki, o baskıyı uygulayan klanın bir üyesi, ihanetinin bedelini ödüyordu.
Mürettebatın tepkileri, özellikle Tetsuo'nun silinen gülümsemesi, Arata'nın dikkatinden kaçmadı. Az önce Kumo shinobilerinin ölümüyle tatmin olan çocuk, şimdi başka bir ölümün ağırlığı altında eziliyordu. Yüzündeki o çocuksu neşe, yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Diğer mürettebat da benzer bir şokun etkisindeydi. Kimi başını öne eğmiş, kimi gözlerini uzak bir noktaya dikmiş, ama hiçbiri doğrudan Rei'ye veya güvertedeki kana bakmaya cesaret edemiyordu. İnsanların nasıl kolayca roller değiştirebildiğini görmek, Arata'yı şaşırtmıyordu. Her birey, içinde bulunduğu duruma göre farklı yüzler gösterebilirdi - tıpkı şu an güvertede sergilenen bu sessiz tiyatro gibi. Birkaç dakika önce kurban olan mürettebat şu an hainlerin infazında birer izleyiciydi.
Kirigakure'nin karşısında, herkes bir infaz ögesiydi. Uzumaki'ler, Kurenkiri'ler, kendine köy diyen ve çıkar çatışmasına giren tüm köyler. Günün sonunda, öyle ya da böyle, var olacak olan Kirigakure idi.
Gemi adaya doğru ilerlerken, Rei'nin sözleri Arata'nın zihninde yeni düşünceler uyandırdı. "Bu sadece bir görev değil. Bu, kimin daha zeki, kimin daha acımasız olduğunu göstereceğimiz bir satranç tahtası." Bu sözlerdeki ima açıktı - ada sadece bir görev sahası değil, aynı zamanda bir sınav alanıydı. Rei'nin gri gözlerindeki o keskin bakış, bir değerlendirme çabası içindeydi belki, ama Arata için bunun hiçbir önemi yoktu. Görevin lideri olabilirdi, ancak Arata'nın tek odak noktası Kirigakure'nin çıkarlarıydı. Rei'nin onayı ya da takdiri, bu denklemin gereksiz bir parçasıydı. Saygı ve itaat arasındaki farklı biliyordu Arata.
Kıyafetlerini değiştirirken her detayı dikkatle inceledi. Denizden gelen tuzlu hava teninde serinlik bırakıyordu. Shinobi üniformasını çıkarmak, rolünün ilk adımıydı. Her parçayı özenle katlarken, bu kıyafetlerin temsil ettiği kimliği geçici olarak rafa kaldırdığını hissetti. Yerine geçirdiği soluk mavi ve yeşil tonlarındaki kıyafetler, ada yerlilerinin yaşamını yansıtıyordu. Her parça özenle seçilmişti - kumaşın eskimişliği, renklerin solgunluğu, hatta dikişlerin tarzı... Rolünün inandırıcılığı bu detaylarda gizliydi. Parmakları kumaşın üzerinde gezinirken, bu kıyafetlerin hikayesini okur gibiydi - balıkçılıktan nasırlaşmış eller tarafından yamanmış yerler, tuzlu suyla solmuş renkler, güneş altında ağarmış dokular... Öyle olmasa bile artık bu şekilde tarif edilmeliydi.
Önündeki seçenekleri bir stratejist gibi, her açıdan değerlendirdi. Balıkçı köyü, zengin bir bilgi kaynağı olabilirdi. Denizin çocukları olan balıkçılar, adanın etrafındaki her hareketi fark ederdi - gelgitleri, balık sürülerini ve elbette şüpheli gemi hareketlerini. Ancak az önceki çatışmayı da görmüş olabilirlerdi. Uzaktaki patlamalar, suyun olağan dışı hareketleri... Bunlar deneyimli bir balıkçının gözünden kaçmazdı. Bu durumda her yabancıya şüpheyle yaklaşacaklar, her yeni yüzü potansiyel bir tehdit olarak göreceklerdi. Diğer yandan en kolay tercih de bu kasabalara uğramak olurdu. Az önceki olayların farkedilmiş olabileceğini bir yana koyarsa, yeni bir yüzün bu kasabalara uğraması çok da şüphe çekici değildi.
Ormanın derinlikleri ise bambaşka tehlikeler barındırıyordu. Ağaçların arasından süzülen sis, her gölgeyi potansiyel bir tehdit haline getiriyordu. İzole topluluklar değerli bilgiler sunabilirdi - dış dünyadan kopuk yaşayan bu insanlar, çoğu zaman farkında olmadan en değerli istihbaratı taşırlardı. Ancak bu yalnızlık, onları daha temkinli, daha şüpheci yapardı. Yabancılara karşı mesafeli duruşları, güvenlerini kazanmayı zorlaştırırdı. Dahası, ormanın her köşesi Kumo'nun gözleri ve kulakları ile doluydu. Karakollar, devriye gezen shinobiler, belki de şu an bile ağaçların arasından kendisini izleyen maskeli figürler... Bir anda kendini düşman kuvvetlerinin ortasında bulabilirdi.
Ancak bu risk, aynı zamanda bir fırsattı. İzole topluluklar genellikle hakim güçlerden çekmiş, baskı görmüş insanlardan oluşurdu. Kumo'nun varlığından rahatsız olan, ancak sesini çıkaramayan insanlar... Onların arasına karışmak, güvenlerini kazanmak, belki de Kumo'ya karşı olan hoşnutsuzluklarını kullanmak mümkün olabilirdi. Üstelik bu topluluklar, adanın en ücra köşelerinde yaşadıkları için Kumo'nun gizli operasyonlarına da şahit olmuş olabilirlerdi. Doğru yaklaşımla, bu bilgilere ulaşmak mümkündü.
Kararını verdi. Önce ormana, izole topluluklara yönelecekti. Bu riskli hamle, eğer başarılı olursa, görevin geri kalanını çok daha kolaylaştırabilirdi. Eğer işler ters giderse, her zaman sahildeki balıkçı köylerine dönebilirdi - bu seçenek her zaman masada olacaktı. Ancak şimdi, asıl hedef ormanın derinliklerindeki o küçük topluluklardı. Belki bir yardıma ihtiyacı olan birine denk gelebilir, belki bir sorunu çözebilir, ya da ortak bir düşmana karşı işbirliği yapabilirdi. Her durumda, bu insanların güvenini kazanmanın bir yolunu bulmalıydı.
Bandanasını son kez düzeltirken, etrafındaki sis yoğunlaşmaya başlamıştı. Güneş henüz tam olarak yükselmemişti ve ada, sabahın alacakaranlığında tekinsiz bir görüntü sunuyordu. Ormanın içlerine doğru ilerlerken, her adımını dikkatle atıyordu. Bu adada her hareket, her nefes bir sınavdı - ve Arata, bu sınavı geçmeye kararlıydı.